Hrant Dink Olayı: Gerçek Katiller Köşede Sırıtıyor [Günay Tulun]

Hrant Dink’i uğurladık.
Öldürme yetkilerinin olduğuna inanan, tanrısal güçlerle donatıldığını sananlar tarafından işlenen bir cinayetten sonra... 

İğrenç, aşağılık, insana yakışmayan bir davranıştan sonra... 
Şimdiden insanlık tarihinin utanç sayfalarında yer alan, baktıkça kahrolunacak ahlaksız bir eylem, semavi hiçbir dinin damgalamadan bırakmayacağı rezil bir günahtan sonra... 

Ölümünden Sonra 301. Maddeyi Kullananlar 

Çirkin, aşağılık, lanetlenecek bir eylem birini öldürmek. Yaşama hakkına yapılan saldırıları kabullenmenin imkânı yok. Fikirlerden dolayı suçlanmayı hazmetmenin imkânsızlığı gibi. Yalnız, her şeyi 301. maddeye bağlamak da saçmalığın daniskası. 
O maddede yazılı suçu işlemeye azimli kişilerin; dünyanın en büyük sorunuymuş gibi gösterdiği bu madde hiç de söylendiği kadar etkin değil. 

Etrafta saçma sapan televizyon programları, akla ziyan yorumlar, garip köşe yazıları güve kelebeği gibi uçuşup duruyor. 

Buyrun, iki süzme yorum:  
- Katil, Hrant Dink’i eleştirenlerdir.
- Katil, 301. maddedir. 

Bu hesapla birbirini eleştiren herkes, ya katil ya da azmettirici oluyor? 

“Yoksa birileri istediği gibi at oynatmak istiyor da eyerciye siparişini önceden mi veriyor?"

"Bu iş bu kadar basit değil!" diyenler çıkacak mutlaka. Oysa, olay gerçekten basit. Elini, dilini tutar; 301 maddede sayılan eylemleri yapmazsın, olur biter. İlla yapacağım diyenin ya aklından zoru ya da Türklerle derdi vardır. Hakaret etme, suç unsuru oluşmasın! 


Yasa, suçla eleştirinin ayrımını da yapmış. Eleştirin varsa yap. Yoksa ne işin var Türklüğe hakaretle... 


Hayır amaç başka…


Yıldırım Hızıyla Bir Saptama
Alçakça cinayetin işlendiği ilk saatlerde; "Hazır mı bekliyorlardı?" dedirten 
kalabalık bağırıyor: “Katil Devlet!” 

Televizyonlarsa derin devletten bahsediyor. 

Birileri de çıkmış "milliyetçiler, Mosad, CIA" diyor. 

Amerika destekli Iraklı Kürtlerin yaptığını söyleyenler de var. 
Bekleyin, araştırın, dinleyin biraz.
Olayın iç yüzünü müneccimlere mi sordunuz? 


Gerçek Suçlulara Bitmek Bilmez Sorular 

Gerçek suçluları işaret eden hiç kimse yok. 
Oysa onlar; karşımızda durmuş, dalgalarını geçiyor. 
1850’den itibaren dinî misyoner görüntüsüne bürünerek, Osmanlı topraklarını açıkça karıştıran; Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeleri ne çabuk unuttuk. Daha önce de bunların 1800'lerin başında gizli faaliyet gösteren öncülerini unutmuş, hatta onlara ülke topraklarında rahatça dolaşabilsinler diye belgeler bile vermiştik. Sonuç ne olmuştu? Bileniniz vardır mutlaka...

Neydi bunların misyonu?
Ermenileri kışkırtıp -acı bir sözcük ama- “kullanan” bu ülkeleri görmezden mi geleceğiz? 


Türk Ermenileri üzülmesin, evet evet üzülmesin ve toplumlar arasında kin taşınmasın diye Cumhuriyet tarihinin ders kitaplarında yer verilmeyen, bu nedenle arşivlere emanet edilmiş tarihî gerçekleri; yani "Türk Soykırımı"nı su yüzüne çıkartan da Türkler olmadı. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, vatandaşımız olan Ermenileri tepkilerden korumak gibi romantik duygularla açığa vurmadığı bu suçları; Ermenistan, diaspora, Fransa ve Zorian Enstitüsü tarafından maddi çıkarlar karşılığında eğitilen Türk kimlikli düzenbazlar hem çarpıtarak gündeme getirdiler hem de bir taşla iki kuş misali, olayların mağduru Türkiye'nin üzerine yıkıverdiler. 


Hiç düşündünüz mü? Soykırım konusunda, tarihî gerçekler arşivlerinde saklı olduğu hâlde susan, üstüne üstlük bir de iftira atan devletler kimler? Şimdiler de bunlara eklenen, kendini dev aynasında gören bir dolu bücür devletle birlikte "Fransa, Rusya, Almanya, Amerika, İngiltere, Ermenistan ve Ermeni diasporası"... 


Soykırımı ticaret hâline getirip, kurgu üreten enstitüleri kurduran ve tarihe çalım atan sahte anı kitaplarını yazan ve yazdıranları da bu ülkelerde aramak gerek.


Ders kitaplarında Türkler hakkında en ağır yalan ve kışkırtmayı yapan ülke hangisi? Hangi ülkenin anayasası Türkleri düşmanlıkla anıyor? Asala hangi sapık düşüncenin ürünüydü? Bir sürü masum devlet adamımızı, diplomatımızı öldürenler kimdi? O diplomatlarımız hangi devletlere emanet edilmişti?


O ülkelerin emanetine tevdi edilmiş bu insanlar, korunmadılar. Korunmadıkları gibi öldürüldükleri için trajikomik bahanelerle suçlandılar da... 

Bazıları açıkça yazdı: "Hak ettiler!" 

Görüyorsunuz değil mi? Türk Halkı da sonunda araştırıp öğrenmeye başladı soykırımı. Karıştırmaya başladı arşivleri… Bu konudaki her melanetin nedeni olan bu; yalancı, tahrifkâr ve kışkırtıcı ülkeleri onlar da öğrendiler. Türkiye’deki kukla sağın, kukla solun, kukla milliyetçilik akımlarının yeşermesinde de aslan payının onlarda olduğunu gördüler. 


İşte bu rezil ülkeler, şimdilerde utanmadan Türkiye’yi suçluyor, Türkiye'yi lanetliyorlar. Ben de onları... 


Verdikleri Değere Bakın

Tüm o ülkelerin televizyon kanallarına bakıyorum. Hrant Dink’in cenazesini şöylesine gösterip geçiyorlar. Belki gece kimsenin izlemeyeceği bir saatte daha geniş verirler. Hrant Dink umurlarında sanki. Bir ülkedeki sokak kavgasını yayınlıyorlar uzun uzun. Oscar adayları her haber bülteninin baş aktörü. Arkadan da spor ve para sohbetleri… 


Alıştık ya, yazmayı unuttum.
Tabii bir de “Katil Türkiye, Katil Türkler, Soykırımcı Türkler, Türkler gebersin” diye bağıran sekiz on yaşlarındaki çocukların ön sırada olduğu küçük kalabalıklar var haberlerde…
Görüntüler öyle çekilmiş ki, sanki meydanlar kalabalıktan taşmış! 


Hayaletler Ekranlarda Görülmez

Pardon, o ülkelerdeki Türkler nerede? 
O ülkelerdeki Kürtler nerede?
Soykırıma uğrayan ataları değilmiş, lekelenen kendileri değilmiş, gelecekleri zehirlenen çocukları değilmiş, damgalanan doğmamış torunları değilmiş gibi ilgilenmiyorlar bile. Sanki Ermenilerin yaptığı soykırım sırasında yok olan iki buçuk milyon Osmanlının içinde dedeleri, nineleri, amcaları yokmuş gibi… 


Daha dün Karabağ’da, Hocalı’da soykırımcı Ermenistanlılar tarafından kafatasları patlatılan, karınlarından bebeleri çıkarılan, ayakları kalça hizasından kesildikten sonra çöp gibi bir yana atılan insanlar onların soyundan değilmiş gibi. Dikkat edin bu insanlar anında öldürülmüyor. Acılar içinde can çekişsin diye büyük bir zevkle doğrandıktan sonra bir yana atılıyorlar. Bazıları da kademe kademe yakılarak, işkence çektirilerek öldürülüyor.

Anadolu Soykırımı’ndan bu yana hiç değişmemişler. 

Ruhsal durum aynı, sapkınlık aynı, zulüm aynı, soykırım metotları aynı. 

Suikastın tarih seçiminde de ilginç bir taraf var. Bilmeyenler duysun, 19 Ocak 1990 gününü 20 Ocak 1990 gününe bağlayan gece Ermenilerin durumunu bahane ederek Azerbaycan'a giren Rus birlikleri, Azerbaycan'da yaşayan Ermenileri de yanına alarak Azeri Türklerini katletmişti. Azerbaycan'da Rus ve Ermeniler birlikte bu katliamı yaparken, Ermenilerin hâkim olduğu yerlerde yaşayan Azeriler de soykırıma uğratılmış, ölümler, kayıplar ve sürgünlerle dolu korkunç olaylar yaşanmıştı. 


O gün, koskoca Türk Dünyası'ndan kaç kişinin kılı kıpırdadı dersiniz? 

Kaç kişinin içi sızladı acaba? 
Vurdumduymazlığın bu kadarı olur ancak. Yazık yazık, çok yazık! Bu millet, nasıl bu kadar kadirbilmez oldu, aklım almıyor.

İstenen Sonuca Hızlı Ulaşım

Bu arada bir telefon görüşmesi yapıyorum. Karşımda Ahmet Güngör…
Söylediği aynen şu, “Sarıkamış, marıkamış derken öldürttük adamcağızı”.
Hayda! En korktuğum şeylerden biri gelmiş bile başımıza...
“Bu olay inşallah, Ermenilerin yaptığı soykırımın yazılıp çizilmesine engel olmaz. İnşallah asıl mağdur ve mazlumun Türkler olduğunu bilen insanların bir kenara çekilip, suskun kalmasıyla sonuçlanmaz.” diyordum. Cevabı hızla geliverdi bir dosttan. Birkaç şey soruyorum; konudan hiç mi hiç haberi olmadığı çıkıyor ortaya. Haberi yok ama fikir sahibi... 


Bana gelince... Tabii ki Hrant Dink'in hayatına kast eden bu çirkin cinayeti ayrı değerlendiriyorum. Tıpkı Ermenilerin tüm soykırımlarını ayrı değerlendirdiğim gibi...

Ermenistan’a Büyük Görevler Düşmekte
Şu an cenaze törenini izliyorum. Çeşitli kanallarda konuşmacılar var. Çoğu saçmalayıp duruyor. Tam sonlarında yakaladığım bir konuşma var. En aklı başında olanı bu. Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu’dan geliyor o sözler. Özetlersek, "Basının büyük kısmının saçmaladığını, işin yine değişik yönlerde abartıldığını, televizyonlara konuşmacı diye çıkarılan bir ünlünün fırsattan istifade yasa ve mahkemelerimize lanet okuduğunu" anlatıyor. "Ne Hrant Dink’in bizim, ne de bizim Hrant Dink’in her düşüncesini kabul diye bir zorunluluğumuz olmadığını, bu farklılıklara saygı gösterip birlik içinde yaşamamız gerektiğini" söylüyor. Sanki düşüncelerimi özetliyor bir çırpıda.
Ardından yine, saçmalamayı huy edinmişlerin safsataları başlıyor. 


Derken kilisedeki törene yöneliyor kameralar. 

Patrik Hazretleri de kendi dilinde başlıyor konuşmasına... 
Hani Ermeniler Türkiye'de dillerini konuşamıyordu? Demek söylenenlerin bu kısmı da yalanmış. Basbayağı Ermenice konuşuyor. Takdir etmemek mümkün mü? Tüm dünyaya öz dilini rahatça konuşabildiğini gösteriyor. Daha sonra Türkçe özetliyor söylediklerini. Tabii, en beğenmediğim sözlerden biri de çıkıyor ağzından. Etnik kök! Azınlık tabirini çağrıştırır anlamlar yüklenerek söylenen bu sözlere her zamanki gibi takılıp kalıyorum. Bu ülkede yaşayan herkes, etnik metnik değil öz be öz Türk Vatandaşı. Cumhurbaşkanları kadar başbakanlar kadar “Ben en koyu milliyetçiyim” diyen herkes kadar da bu ülkenin gerçek sahibi. Şu günlerde saydırmak moda ya, ben de saydırayım: 
Efendiler; Türk, Arap, Ermeni, Gürcü, Levanten, Asuri, Keldani, Kürt, Rum, Rus, Azeri, Pomak, Çingene ve daha aklınıza hangi kökler geliyorsa hepsi bu vatanın öz be öz evladıdır. Hepimizin diline pelesenk ettirilen mozaik, çeşni falan değil. 

Patriğin dikkat çektiği bir konuya ise onunla aynı safta yer alarak yürekten katılıyorum. Ders kitaplarından düşmanlığın çıkarılması. Tabii bu konuda Ermenistan’a büyük işler düştüğüne inanarak… 


Şiddetle Karşı Çıktığım, Fikirlerini Paylaştığım İnsan 

“Son Şahitler” denen soykırım tanıklarıyla yıllarca yüz yüze konuşmuş biri olarak, Hrant Bey’in atalarının soykırıma uğratıldığını belirten ya da ima eden sözlerine hiçbir zaman katılmadım. O tür sözlere, bir babayiğit karşıma çıkıp soykırımın Türklere değil, Ermenilere yapıldığını ispat edinceye dek de katılamam. Çünkü tersini gösteren o kadar çok delil, o kadar çok toplu Müslüman mezarı gördüm, o kadar çok "Son Şahit"le görüştüm ve Ermeniler'in uydurduğu ya da ters yüz ettiği o kadar çok hikâye dinledim ki, yenilerini kaldıracak hâlde değilim. 

Yalnız şunu da açıkça görmeliyiz. Bizler nasıl kendi gerçeklerimizi savunuyorsak, günümüz Türkiye'sinin Ermeni vatandaşları da kendilerine öğretilen, gerçek sandıkları o şeyleri savunuyorlar. 


Rahmetli Hrant Bey de aynı durumdaydı. Tehcir hadisesi yaşanmamış olsaydı belki o da bunlara inanmayacaktı. Onun yerinde olsaydık, belki bizler de aynı kanıya varırdık. Bunun için kimseyi suçlamamak gerek.

Türkiye’nin vatanı olduğu, bu vatanın öz evladı olduğu, diğer devletlerin bu işlerden el etek çekmesi gerektiği, konuyu kendi içimizde halletmemizin şart olduğu gibi fikirleriniyse daha ilk duyduğum an paylaştım.

Onun elinde silah yoktu.
Kalemini bir yana bırakıp kimseye karşı kaba kuvvet kullanmadı. 


En zor işlerden birini yaptı. Her yerde açıkça kendi doğrularını anlattı, bu uğurda mücadele etti. Böyle insanlara; tanımadığım biri de olsa, dostum ya da fikirdaşım olmasa da hep saygı duydum. Hem de öyle bir yerde yaptı ki bunu. Her şeye evet anlamında kafa sallamaya alışmış bizlerin arasında. 


Sakın kimse bu söze hayır demesin. Milletvekili seçim yalanı söyler, hesap soramaz yutar gideriz. Başbakan haşlar, derdest edilir üstüne bir de özür dileriz. Çıkarımızın olduğu biri abuklaşınca “Hakkı âliniz var efendim” deriz. Patron saçmalar, “Aman efendim ne güzel buyurdunuz” deriz. Yönetici bağırır; boyun eğer, göz süzer, susarız. Evde ebeveyn, okulda öğretmen, yolda serseriler sataşır ses çıkarmaz, kafa sallar gideriz. Hrant Dink, kaypak olsaydı el üstündeydi şimdi. O, başına gelebilecek her türlü belayı göze alıp, gerçek bir yiğit gibi kendi doğrularının mücadelesini yaptı.
Bu devirde çok zor işmiş yiğitlik.

İmkânsız Bir Dilek
Şüphelerim var. Aklımdan bir dolu soru geçiyor. Kimsenin doğruyu anlatmayacağını biliyorum ama s
ağda solda konuşulanları duyduğumda da garipsemiyorum. Bunlardan bazılarında, suça bulaşan devletlerin ilgili teşkilatları bile isim isim sayılıyor. 


Bu bilgileri, olay olur olmaz yazmadım. Bazıları, üst satırlarda da söylediğim gibi alelacele birtakım yorumlar yapıp saçmalamış konumuna düştüler. Bırakın, her şey netleşsin. Bu ne acele!.. 


Durum şu: Suçu paylaşan örgütler; "Ermeni diasporası, Ermenistan yönetimi, Ermeni NSS, Kıbrıs KAmerikan CIA, Alman Bundesnachrichtendienst, İngiliz MI6, İran VAJA, Fransız DRM, İsrail AMAN, Yunan EYΠPKK; 'Cemaat' adı verilen müridlerince 14. Mehdi olduğu kabul edilip Hoca Efendi diye hitap edilen Fethullah (veya Fetullah) adlı kişiye inananlar ve gerek bu grubun gerekse diğerlerinin kullandığı milliyetçi görünümlü küçük çaplı yerel tetikçi taşeronlar"mış.


Bunların hepsi, hedefin saptanmasından "Vur!" talimatının gönderildiği seviyeye kadar birtakım istihbari çalışmalar yapmışlar. Son talimatınsa Ermeni NSS'den cemaate, ondan da mikro milliyetçi örgütlere gittiği dedikodusu biz sade vatandaşların kulaklarına kadar geliyor.

Bu kadar çok ülkenin işin içinde olmasının anlamı "Nedir?" derseniz, belli ki "Birileri, ne birisi bir dolu ülke ve teşkilat Türkiye'nin bölünmesi hatta eritilmesinin peşinde."... Bu konuda herkesi kandırmaya çalışan ve her şeyle "Komplo teorisiymiş!" diye alay eden medya mensubu, siyasetçi ve bilim insanı kılıklı düzenbazlar sizi aldatmasın! Bunlar örtü görevi görmekteler. Aman dikkat! Aman, aman dikkat!

Gerçekleşmesi Zor Bir Dilek 
Dileğim şudur:
Gerçek suçlular unutulmasın. Tüm kışkırtılmışlar, tüm maşalar ortaya çıksın.
Bugün yaşayan Türk ve Ermenistanlıların hepsi tarihlerini doğru öğrensin.
Akıllar başa toplansın, kimse kendisini kullandırmasın artık.

Bu dileğin gerçekleşmesi çok zor görünüyor. Neredeyse imkânsız gibi…
Minicik çocukları ön saflara almış, incecik sesleriyle kin kusturduklarını gördüm.
Bu görüntü içimdeki son ümidi de yok etti. 


Bu gece dış basını izledikten sonra bir tek şeye inandım.
Türkiye ve Ermenistan bir karadeliğin çekim alanına girmiş, karanlıklara doğru sürükleniyor. İlahî bir mucize olmazsa düzelmeyecek gibi... 






Günay Tulun 

İlk Yayınlandığı Yerler
Yazarlar ve Ozanlar
Türk Edebiyatı
Kent Haber
İlk Yayın Tarihi
23.1.2007

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN