Kendisine karşı; bulduğu her taşın altından, iki parmağının arasına soktuğu başparmağını sallayıp duran Amerika'nın çıktığını gördükçe, korku üstüne korku koyup bir kez daha korkuyor.
Etyen Mahcupyan, Sevan Nişanyan gibi saldırgan tutumlarından ödün vermeyen, aslında "Yeter be artık! Biz kardeşiz." demeleri gerektiği hâlde Türklere en ağır hakaretleri edebilen insanlardan korkuyor.
Bunların her açıdan kazançlı çıktıklarını gördükçe, aklı şaşıp gönlü karıştıkça karışıyor.
Bir kez olsun arşivlere girip araştırma yapmadan Ermeniler lehine fanatizmin doruklarına çıkan kitap ve makale yazanların varlığını duydukça kendi doğrularını söylemekten korkuyor.
"Ermeniler hakkında bir şeyler okumaktan, ciddi internet sitelerinde araştırma yapmaktan, oralardaki bilgileri dostlarıyla tartışmaktan ve kanıtlarla donanmış bilgileri özel sohbetlerinde referans almaktan" bile ödleri kopuyor. Bizimkiler; kendilerini tatmin için bir oyun bulmuş, onu oynayıp duruyorlar. Vatanımızı, her gün defalarca kurtardıktan sonra, hiç bıkmadan yeniden kurtarmaya koşuyorlar. Nasıl mı?
"Varlığı, henüz bilim tarafından keşfedilmemiş elementleri keşfedip bunların dünya üzerinde yalnız bizim topraklarımızda olduğunu yazdıktan sonra, korunmaları için, internet üzerinden sağa sola ileti göndermemiz gerektiğini" anlatıp duruyorlar.
Yanıldıkları taraflardan biri de şu...
Yazdıkları o akademik unvanları taşımak, insana ayrı bir değer katmıyor ki!
Mesleki bir unvandan mesleki bir konum ifadesinden başka hiçbir değeri yok.
Haini vatansever, boş kafalıyı derya, karaktersizi karakterli yapmıyor ki!
Ne dediğimi hâlâ anlayamayanlar varsa açsınlar bir televizyon, alsınlar bir gazete...
Hem görürler hem duyarlar hem de anlarlar hemen.
Örneğin özürcüler...
Bence kabilenin büyücüsü tarafından; farklı bir amaç uğruna okunup üflendiler. Bir klan bir cahiller topluluğu olarak, son derece senkronizeler... Bu cahillerin aydın olduğunu söyleyen propagandistleri bile var. Onların; sanatçı, yazar, gazeteci, doçent, profesör unvanı taşımaları Mevlana Hazretlerinin bir sözünü hatırlatıyor bana... "Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok!"
Türklük; Osmanlının son dönemlerindeki gibi, aşağılayıcı bir unvan hâline getirilmeye çalışılıyor. Üç beş kuruşluk çıkar uğruna soysuzlaşanların sayısı inanılmaz boyutlarda... Çıkarcılığı felsefe edinenler, ulusal çıkarların korunma düşüncesini kovalıyorlar sertçe... Her önemli meselemize "Komplo teorisi" yakıştırmasını yapıp akılları sıra dalgalarını geçiyorlar. "Vatanım!" diyenleri aşağılayarak yalnızlaştırma gayretleri; cahiller toplumundan yandaş, yabancı amcalardan da bolca bahşiş sağlıyor.
Stratejik kurumların ederi "üç otuz para"...
İnsanların konuşmaktan ödleri kopuyor.
Komşu komşudan, akraba akrabadan, maşuk aşıktan korkuyor.
Ülkesine yararlı işler yapmaya çalışan bazı değerli, ama gerçekten değerli insanımız uçak ya da araba kazasında (!) ölüyor. Bazıları da üzerine intihar (!) damgası basıldıktan sonra kapatılan bir dosyacıktan ibaret.
Recep Yazıcıoğlu, Eşref Bitlis konusunu bilenler ser verip sır vermiyor.
Adnan Kahveci'yi, can verdiği o yol üstünde sonsuza uğurlatanlar kim?
Bu kadarla bitti mi sandınız?
Gerçek bilim insanlarımız nasıl yok oluyor?
Nedeni bilindiği için mi kimse araştırıp olayları aydınlatmıyor?
Hrant Dink'i öldürtenlerin kime hizmet ettiğini bilenlerse görünmezliğin sırrını keşfetmiş gibi...
Korkuyoruz!
Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler bırakınız ezsinler...
Karşılığında ceplere ne girecek?
Önemli olan tek şey o değil mi?
Günay Tulun
İlk Yayın Tarihi 14.4.2010
İkinci Yayın Tarihi: 17.10.2010
OKURLARIMIZ İÇİN BİR DUYURU:
Önceki yazılara ulaşım için, Baş sayfadaki "Yazılar Arşivi"nin ya da her sayfanın sol yanında yer alan *SESSİZLİĞİN SESİ GRUBU YAZARLAR ARŞİVİ'nin tıklanması yeterli olmaktadır.