Sanki başka derdimiz kalmamış sanki tüm sıkıntılarımız bitmişti.
Adam, sanki yeteri kadar olayla uğraşmamız yetmiyormuş gibi, bir yenisini daha getirip bıraktı kucağımıza... Çocuk kucağa düşünce de palikarya, Ermeni teranesi başladı hemen:
"Gördünüz mü Türkleri?"
Ortaya çıkartılmaları moda olduğu anlaşılan bu tür adamlar yüzünden, tüm haklılıklarımız tüm tezlerimiz sudan balona dönüyor.
Yirmibeşoğlu'nun kariyerine bir göz atınca, başa düşen taşın büyüklüğü anlaşılıyor hemen.
Hadi, birlikte bakalım birlikte okuyalım.
"Önce, Çankırı Gerilla Okulu'nda Alparslan Türkeş'in çok sevdiği öğrencilerden biri olarak göze çarpıyor. 1950 - 1957 yılları arasında, Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı'nda ve Anıtkabir'de görev yapıyor. Napoli'de NATO eğitimi alıyor. Dönüşte tayini Kıbrıs'a çıkıyor. 1964'de İzmir'deki Güney Doğu Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı'nda, daha sonra Belçika'daki NATO Karargâhı'nda Nükleer Silahlar Şubesi'nde çalışıyor. 1971'de Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanı olarak atandığı kuruma kısa süre içinde tuğgeneral rütbesiyle başkan oluyor. 1974 Kıbrıs Harekâtı'nda kilit görevi görüyor. Kıbrıs'ta sivil direnişi örgütleyen adam olarak tanınıyor. Özel Harp Dairesi'nden sonra da NATO İstihbarat Başkanlığı görevine getiriliyor. 1978 yılında Sarıkamış'a atanıyor. Aynı dönemde, o günlerin Milliyetçi Hareket Partisi yöneticileriyle sıkı işbirliği içinde olduğu ortaya çıkıyor. 12 Eylül askerî darbesinde Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanlığı, 1982 - 1983 yıllarında Millî Savunma Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcılığı, 1983 yılında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı görevlerinde bulunuyor. 1984'te Genelkurmay Harekât Dairesi Başkanlığı'na, 1986'da Erzincan'daki "3. Ordu Komutanlığı"na atanıyor. 1988 yılında da Millî Güvenlik Kurulu'nda Genel Sekreterlik görevine getiriliyor. 1991'de yayınlanan "Tanksız, Topsuz Harekât" kitabı için, kitabın yazarı Fatih Güllapoğlu’yla yaptığı görüşmede "6 - 7 Eylül olayları" MİT'in işidir dedikten sonra, kitabın piyasaya çıkmasını takiben, "Ben böyle bir şey söylemedim." diyerek, yeniden gündeme geliyor."
Bu kariyer için, "Ne düşünüyorsunuz diye sorsaydım, neler derdiniz acaba?"
Şimdi gelelim onun ne dediğine...
Bir röportaj sırasında Habertürk gazetesine, "Eğer bir yerde halkın galeyana gelmesini, bir mukavemet göstermesini arzu ederseniz, sizin saygın değerlerinize; düşmanın, karşı tarafın bir şey yaptığını, küçültücü hareket yaptığını gösterirseniz, halkı galeyana getirirsiniz. Özel Harp’te bir kural vardır: Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela..."
Zamanlaması da çok manidar bu sözlerin...
Ordu, sivil, provokasyon gibi sözler birileri tarafından her olayın peşine salınıp dururken, Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın büyük oğlu Ahmet aniden ortaya çıkıp;
-"1988 yılında Kartal Demirağ tarafından babama yapılan başarısız suikastın ardında, dönemin MGK Sekreteri Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu vardı. Savcıya da konunun üzerine fazla gitmemesini tembihledi." sözleriyle patlatıyor bombayı.
Hemen ardından da Yirmibeşoğlu'nun "Kıbrıs’ta cami yaktık biz." söylemi...
Sizce bir tuhaflık yok mu bu işlerde?
Basın, "Halk her şeyden, devletten bile şüpheleniyor." diyor.
Fısıltılarsa daha da fazlasını...
Tümüyle haksız oldukları hâlde "Haklıyız yaygarası yapan"; Yunan, Rum ve doğal müttefikleri Ermeniler, şamata davullarına vurmaya başladı bile...
Sesin kesildiği tek an, davulcuların ellerini ovuşturmak için durdukları an...
Önce, askerliğinde patates kazanının sınırlarını aşmadığı söylenen bir artist, şişinmek amacıyla gözlerini devire devire "Kıbrıs'ta esirleri vurdum" diyor.
Yirmibeşoğlu denen kişi de "Cami yaktık"...
Aslında ikisinin de vurduğu ikisinin de yaktığı Türkiye'den başkası değil!
Bu tür adamlar, ülkenin en önemli problemleri olduğu dönemde, neden birer ikişer piste fırlayıp her haklı davamızı şüpheli hâle getirirler ki?
Bunlara komut verip "Hadi çık, çık ortaya, sıra sende!" diyen kim?
Olayın aslı arşivlerde kayıtlıdır.
Eğer gerçek değilse bu iftirayı atanlar acilen yargılanmalı.
Gerçekse bu tür boşboğazların, hiç olmazsa bundan sonra, önemli görevlere atanmadan önce, ağızları koklanmalı.
Rahmetli babacığımın bir sözü vardı.
Bence herkesin kulağına küpe etmesi gereken bir söz:
"Pisboğazla boşboğaz belalardan kurtulmaz!"