İslam Dünyası’nın Putları Peş Peşe Devrilirken [Ömer Sağlam]

Bilindiği gibi İslam’ın ilk ve en büyük mücadelesi, putlarla ve putperestlerle olmuştur. Bu mücadele, öyle büyük ve öyle ihtilalcidir ki; İslam Dini’ni henüz doğmadan boğacak ve İslam Peygamberi’ni öldürtecek derecede büyük tepki çekmiştir. İslam’ın puta taparlık karşısında almış olduğu pozisyon sebebiyle “Müşrik” olarak isimlendirilen putperestler, Hz. Peygamber’i öldürmeye kalkışmışlar ve işte bu sebeple Hz. Peygamber, baba ocağı ve ana vatanı olan Mekke’yi terk etmek zorunda bırakılmıştır. Hz. Peygamber’in Mekke’den ayrılışı, İslami literatürde “Hicret” olarak isimlendirilse de bu ayrılış, gönüllü ve istekli bir ayrılış değildir. Lütfen bağışlayın ama Hz. Peygamber’in Mekke’den ayrılıp Medine’ye gitmesi Türkçemizdeki “Kaçmak” fiili ile ancak izah edilebilir.

Hz. Peygamber, Mekke’den ayrılacağı gün müşrikleri şaşırtmak ve onlara zaman kaybettirmek amacıyla yatağına Hz. Ali’yi yatırıyor ve böylece “Henüz evde” görüntüsü veriyor. Sonra arkadaşı Ebû Bekir ile gizlice evden çıkıyor ve şehrin yakınlarındaki Sevr Dağı’nda bulunan bir mağaraya saklanıyor ve orada günlerce kalıyor. Kendilerine günlerce şehirden gizlice yiyecek ve içecek getiriliyor. Arkasından şaşırtmaca yapılarak direk Medine yönüne gitme yerine Kızıldeniz (bugünkü Cidde) istikametinde batı yönünde ilerleniyor, sonra kuzeye dönülüp Medine’ye varılıyor. Muhtemelen yol boyunca yine benzer tedbirler alınıyor. Müşriklerce takip ediliyor, izleri sürülüyor. Bu şekildeki bir yolculuk, ancak ve ancak“Kaçmak” fiili ile izah edilebilir. Öte yandan kaçmak ve saklanmak da birer insani duygudur. Üstelik can güvenliğini sağlamaya yönelik bir tedbirse, her zaman caizdir. Hz. Peygamber meşhur bir hadisinde “Harp hiledir” buyurduğuna göre, zayıf durumda iken saklanmak, gizlenmek ve hatta kaçmak da bir hile sayılır. Bu şartlarda kaçmak, bir insan için nakısa değil, bilakis aklın ve mantığın gereğidir.

Ancak İslam Âlimleri, tarih boyunca, her nedense Hz. Peygamber’e “Kaçmak” fiilini yakıştıramamışlar ve onun gizlice Mekke’den ayrılarak Medine’ye gidişini hep “Hicret”şeklinde değerlendirmişlerdir. Aynı alışkanlık bugün de devam etmektedir. Zira henüz yargılama aşamasında iken Türkiye’den kaçıp Amerika’ya yerleşen Fethullah Gülen’in bu hareketi de, taraftarlarınca “Hicret” şeklinde değerlendirilmekte ve adlandırılmaktadır. Fethullah Gülen, ABD’den ne zaman döner bilinmez ama Hz. Peygamber, hicretinden yaklaşık 8 yıl sonra Mekke’ye dönmüş ve kendisini Mekke’den sürüp çıkaranları şehirden, onların tanrıları olan putları da Kâbe’den söküp atmıştır! Bu anlamda (yani dinî literatürden sıyrılarak söyleyecek olursak) Hz. Peygamber’e bir ihtilalci demek herhalde yanlış olmaz. Esasen yüzlerce yılda oluşan bir toplumsal düzene başkaldırarak yeni bir toplumsal düzen va’zeden ve yüzlerce puttan oluşan ilahlara karşı sadece Allah’tan ibaret tek bir ilaha inanılmasını öğütleyen bir insana da en büyük “İhtilalci” veya “İnkılâpçı” demekten başka çaremiz yoktur.

İslam’ın ilk ve en büyük mücadele alanı putlar ve putperestler olmakla birlikte, Müslümanlar Hz. Peygamber’den uzaklaştıkça yine sapıtmışlar, yeni yeni putlar yaratmaya, üstelik de onlara tapınmaya başlamışlardır. Ancak Hz. Peygamber’den sonra oluşan putperestlikler, yeni tür bir putperestliktir. Bu tür putperestlikte hamurdan, çamurdan ve tahtadan yapılan muhtelif şekiller yerine canlı insanlar söz konusudur. Yani bu neviden puta taparlıkta "Halife, Şah, Hükümdar, Sultan ve Padişah" adı altında put, mabut ve ilah hâline getirilen insanlar bahis mevzuudur.

Bu tür putperestliğe, bir tür Yeni Nemrutçuluk veya Yeni Firavunculuk da denilebilir ki; bu yeni tür putperestliğin öncülleri Emevilerdir. Çünkü Emeviler, Hz. Ali’ye kadar, şûra, ile (yani bir anlamda seçilmişlerin kendi arasında yaptıkları seçimle) işbaşına gelen halifeler yerine, babadan oğla geçen bir hilafet sistemini benimsemişlerdir. Bu yeni şekil hilafet, düpedüz bir saltanattı ve Hz. Peygamber’in ehl-i beytinin büyük ölçüde imha edildiği Kerbelâ Faciası’na sebep olan Yezid de işte bu şekil bir yöntemle halife olmuştu.

Oysa Emevilerle başlayıp Abbasilerle devam eden, daha sonra oradan diğer İslam ülkelerine sıçrayan halifelikler, hükümdarlıklar, sultanlıklar, şahlıklar ve padişahlıklar tamamıyla İslam’a aykırı şekilde cereyan etmiştir. Çünkü Müslümanlarca kurulmakla birlikte bu tür devlet idarelerinde devletin başındaki kişinin sözleri, uyulması kesin olan birer emir, yani içinde uluhiyet de bulunan birer buyruktur. Onlar, Allah’ın yeryüzündeki gölgeleridir (Zıllullah) ve bu sebeple söyledikleri sözler, aynı zamanda yönetmiş oldukları insanlar üzerinde Allah’ın buyrukları ölçüsünde etkiye sahiptir. Dolayısıyla bu sözler, uyulması aynı zamanda dinî mahiyet arz eden birer ilahî emirdir! İrade ettikleri devletin sınırları içinde yaşayan herkes, aynı zamanda onların kullarıdır. Osmanlı Padişahlarının bazı fermanlarında göze çarpan “Kullarımdan her kimesne…” tabiri bu bakımdan son derece önemlidir.

Dedik ki; “Emevilerle başlayıp Abbasilerle devam eden, daha sonra oradan diğer İslam ülkelerine sıçrayan halifelikler, hükümdarlıklar, sultanlıklar, şahlıklar ve padişahlıklar tamamıyla İslam’a aykırı şekilde cereyan etmiştir.” Bunu neye dayanarak söylüyoruz? Elbette İslam’ın Anayasası olan Kur’an’a dayanarak söylüyoruz.

Allah, kendi davetine icabet eden, yani emirlerine uyan Müslümanları kitabında şöyle tarif etmektedir: 
Onların işleri, aralarında danışma iledir.(1) 
Oysa İslam Dünyası’nda Emevilerle birlikte oluşan yeni idare şeklinde bu ayetin hükmü gerçek anlamda hiçbir şekilde uygulanmamıştır. İstişare ve müşavere maksadıyla yapıldığı iddia edilen toplantılarda; doğru, güzel ve faydalı yerine genelde otoritenin, baskın gücün ve (özellikle günümüzde) çoğunluğun uygun gördüğü şekilde kararlar alınmıştır. Bazen de bu tür toplantılar, mevcut otoritenin tek taraflı iradesiyle oluşturmuş olduğu karara meşruiyet kazandırmak için yapılmıştır.

Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: 
- O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi(2)

Hz. Peygamber’e seslenmekle devlet otoritesini temsil eden kişiye hitap eden bu ayeti herhâlde şöyle anlamamız gerekiyor: İdare ettiklerinizin etrafınızda kenetlenmesi ve size destek vermesi için onlara karşı merhametli olun. Hoşgörülü davranın. Acımasız ve katı yürekli olmayın. Ki; devletiniz ancak bu şekilde güçlü, ülkeniz bu şekilde mamur olur.

Bir başka ayette ise yine Hz. Peygamber muhatap alınarak şöyle denilmektedir: -
Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir(3)


Bu ayettin vermiş olduğu mesaj ise şudur: İnsanlar haklarını sonuna kadar aramalıdırlar. Kadın bile olsalar, haklarını arama konusunda devletin en tepe noktasındaki yöneticiye bile rahatça ulaşabilmelidirler. Bu konuda herhangi bir engelleme olmamalıdır. Devleti yönetenler ise yönettikleri insanların şikâyetlerini hoşgörü içinde dinleyip problemlerini çözmelidirler.

Şimdi, önce yukarıdaki iki ayette geçen hükümlere bakın, bir de Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın sekiz yıllık iktidarı boyunca sergilemiş olduğu tavra... Amaçları ne olursa olsun (isterse provokasyon olsun); Başbakan'ın Mersinli bir çiftçiye söylediği Haydi, şimdi ananı da al git, bir şehit anasına söylediği Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, parasını YİMPAŞ isimli yeşil sermaye grubuna kaptıran vatandaşa Paranı verirken bana mı danıştın? şeklindeki sözleri, hiç yukarıdaki ayetlerin hükümleriyle bağdaşıyor mu? 
Peki; muhalefeti her önüne geldiği yerde müfteri, densiz ve alçak şeklinde nitelemesine ne demeli. Ya da Ben işte oraya üç nokta koyarım diyerek muhalefete üstü örtülü sövmesini veyahut da Bitaraf olanlar bertaraf olurlar diyerek TÜSİAD üzerinden bütün toplumu tehdit etmesini. Üstelik de bunu Onlar şimdi Ergenekon’dan içeride diyerek açık adres göstermek suretiyle yapmasını.

Bütün bunlar bir yana, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’den sonra Tunus Devlet Başkanı Zeynelabidin bin Ali gibi İslam Dünyası’nın putları peş peşe devrilirken; Mısır, Yemen, Cezayir, Fas ve Sudan gibi İslam ülkelerinde hüküm süren canlı putlar, devrilmek için sıraya girmişken Sayın Başbakan'ın ısrarla Başkanlık sistemini tartışmakta fayda vardır diyerek, başkanlık sistemine göz kırpması oldukça anlamlıdır. Referandumla kabul edilen Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletildiği malumdur. Önümüzdeki seçimlerden sonra ilk yapılacak işin sivil bir anayasa olacağı konusundaki söylemleri de biliniyor. Anlaşılıyor ki; Hüseyin Barack Obama’ya ve iki partili Amerikan sistemine öykünen Başbakan'ın aklında, "Gül’den sonra ciddi ciddi başkan olma düşüncesi var ve bu düşüncesini açıkça ifade ediyor". Aslında bunu Sayın Gül ve Sayın Mehmet Ali Şahin de istiyor ama onların başkan olabilme imkânları olmadığı için şimdilik sureti haktan, yani parlamenter demokrasiden yana tavır koyuyor gözüküyorlar. Ancak onların da şuur altında başkanlık sisteminin yattığı kesindir. Hem onların, hem AKP’ye oy veren milyonlarca insanın!

Minareler süngümüz, kubbeler miğfer,
Camiler kışlamız, müminler asker!
 
diyerek bütün Müslümanları emre amade hazır kıta bekleyen asker ve düşünen insandan çok, emirle hareket eden koyun sürüsü olarak gören bir zihniyetin, ısrarla başkanlık sisteminden söz etmesini kesinlikle önemsemek gerekiyor. Dün, yorgun ve bitap düşmüş bir milleti istiklal mücadelesi yolunda teşvik etmek için söylenmiş bir şiiri, işe yarayacağını düşünerek getirip bugün tekrar okumanın hiçbir anlamı yoktur. Bu, olsa olsa kişisel çıkarlarla alakalı bir şeydir.

Yazımıza bir Temel fıkrası ve ondan çıkaracağımız bir dersle son verelim:
O sene, Ramazan ayı yaza denk gelmiştir ve Temel oruç tutmaktadır. Susuzluktan bunalmış vaziyette Trabzon’da bir kilisenin önünden geçerken kilisenin bahçesindeki çeşmeden su içmekte olan rahip ile yardımcılarını görünce kendi kendisine şöyle mırıldanır Temel:
-“Ula kâfirler, tininuzun kıymetini iyi pilun. Hele bakın şu hâlime de ibret alun!”


Ders: 
Saddam Hüseyin, Zeynelabidin bin Ali, Hüsnü Mübarek gibi İslam ülkelerinin yaşayan putları, Postmodern Firavun ve Nemrutları bir bir devrilip giderken, diğer birçoğu da sıraya girmişken demokratik laik cumhuriyetimizin kıymetini iyi bilelim. 
Hangi partiye oy verirsek verelim, ancak yarının Saddam Hüseyinleri ve Hüsnü Mübarekleri olacaklara sakın ola bugünden prim vermeyelim. 
Sakın ola onları cesaretlendirip cüretlendirmeyelim.


Ömer Sağlam
___________
1-Şûrâ, 42/38,
2-Âl-i İmrân, 3/159,
3- Mücadele, 58/1

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN