CHP’nin Dine ve Dindarlara Bakışı Değişiyor mu? [Ömer Sağlam]
Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un görüşülmesi sırasında CHP’ye mensup milletvekillerinin takınmış olduğu tavır oldukça dikkat çekici olmuştur. Çünkü CHP, belki de kendisinden beklenmeyecek derecede bu kanunun çıkmasına destek vermiştir. CHP Milletvekilleri, söz konusu kanunun hemen her maddesinde önergeler vererek yardımcı olmaya ve açık destek vermeye çalışmışlardır. Örneğin CHP Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve arkadaşları, 4.000 vekil imamın asıl kadroya alınması konusunda önerge vermişler ve bu önerge, AKP’lilerin konuya ilişkin önergesiyle aynı doğrultuda olduğu için Genel Kurul’da kabul edilmiş, böylece, kadro bekleyen vekil imamlar, asıl kadroya geçirilmişlerdir.
CHP’nin bu tavrını sizler nasıl yorumlarsınız bilmiyorum ama ben, bu durumu Sayın Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki yeni CHP’nin, dindar kesimlere yaklaşma isteği ve toplumun geniş kesimleriyle kucaklaşma arzusu olarak değerlendiriyorum. CHP’nin, YÖK’ün oldu bittiye getirerek türbanı üniversitelerde serbest bırakmasına, hatta bu hususlarda üniversitelere genelge göndermesine tepkisiz kalmasını da aynı şekilde yorumluyorum. Deniz Baykal yönetimindeki eski CHP olsaydı, şimdi yer yerinden oynar, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi Osman Kaçmaz’ın yaptığını Deniz Baykal ve arkadaşları yapardı. Bu arada, en azından yasal düzenlemeler açısından ve verilmiş hukuki kararlar bakımından Osman Kaçmaz’ın haklı olduğunu ve kendisine verilmiş görevi yaptığını da belirtmek isterim. Çünkü üniversitelerdeki baş örtüsü serbestisi, tamamen oldubittiye getirilmiş bir konudur. Pansuman tedbirlere dayanmaktadır ve yasal temelden hâlâ yoksundur. Bunun için de önümüzdeki dönemde her an yeni bir yasaklamayla karşı karşıya kalınabilir. Tabii AKP, önümüzdeki seçimleri kazanıp, dediği gibi anayasayı kökünden değiştirmezse!
Her neyse; biz yine asıl konumuza, yani CHP’nin dine ve dindarlara bakış açısındaki değişikliğe dönelim: CHP’nin DİB Teşkilat Yasası konusundaki tavrı hakkında anlamadığım bir şey olmuştur. Zira CHP’ye mensup milletvekilleri, yanlış anlaşılmamak için adeta kılı kırk yarmışlar ve gereksiz bir çabanın içine girmişlerdir. Hatta CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, son derece iyi niyetle ve kanun yapma tekniği bakımından teknik bir düzeltme anlamında yapmış olduğu açıklamalar bile “Yanlış anlaşılır” kaygısıyla Grup Başkan Vekili Akif Hamza Çebi tarafından derhal düzeltilmeye çalışılmıştır. Kanaatimce bunlara hiç gerek yoktur. Neticede Diyanet İşleri Başkanlığı da anayasal bir kurumdur, melekler tarafından ilahî kanunlarla değil, insanlar tarafından beşerî kanunlara göre idare edilmektedir. Bu yüzden de denetime muhtaç bir kurumdur. Çünkü bu kurumda da bazı yanlışların yapılması olağandır ve bu yanlışların açık yüreklilikle dile getirilmesi gerekmektedir.
Bilindiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı, birkaç bakanlığın bütçesine denk gelen bütçesi, ayrıca personel sayısı bakımından TSK, MEB ve EGM’den sonra dördüncü büyük kurum olması bakımından, ülkemiz için kesinlikle stratejik önemi haiz bir kurumdur. Onun için de asla görmezden gelinemez. Öte yandan Diyanet’in yasal görevi halka dini anlatmak ve öğretmektir. Tabiri caizse Diyanet’in yasal görevi, İslam Dini’nin propagandasını yapmaktır (Propaganda sözü olumlu anlamda kullanılmıştır). Böyle olunca ister istemez Diyanet ile dini siyasete alet eden partiler arasında bir söylem birliği oluşmaktadır. Bu durum, ister istemez, Diyanet personeli eliyle dini siyasete alet eden partilerin propagandasının yapılması anlamına gelmektedir. Zira bana göre ikide bir olur olmadık yer ve zamanda (gerek temel atarken, gerekse açılış yaparken) “Ya Allah, bismillah” çeken Başbakan ile Kocatepe Camii’nde vermiş olduğu vaazda “Bismillah” çeken Diyanet İşleri Başkanı arasında ister istemez söylem birliği oluşmaktadır.(1) Bu ortak söylemleri duyan dindar bir Müslüman, ister istemez bu söylemin sahiplerini benimsemekte, onların peşinden gitmekte, onlara destek vermektedir. O sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı iktidar olmayı hedefleyen partiler için görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir kurumdur.
CHP’nin, MHP’nin ve hatta DTP’nin bile desteği ile 1 Temmuz 2010 tarihinde kabul edilen yeni teşkilat yasası, bana göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Şeyhülislamlığa” dönüşmesinin yolunu açmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı eskiden daire başkanlıklarından oluşan bir genel müdürlük statüsünde iken, şimdi Genel Müdürlüklerden oluşan bir müsteşarlık veya bakanlık seviyesine yükseltilmiştir. Tam 7 adet Genel Müdürlük, otuzun üzerinde daire başkanlığı ve ayrıca birçok kurul ve birimi vardır. Ayrıca çalışanların mali durumları düzeltilmiş, döner sermaye işletmeleri ve bağımsız televizyon kurmasına izin verilmiştir. Yeni kanun, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hem devlet teşkilatındaki konumunu, hem de toplumdaki etkisini kesinlikle yükseltecek düzenlemeler içermektedir. Diyanet’ten sorumlu devlet bakanının, Diyanet İşleri Başkanı’nın devlet protokolünde ilk ona getirileceğine ilişkin açıklamaları da bu bakımdan oldukça önemlidir. Belki, bana “Peki, sen buna karşı mısın?” diyenler olabilir. Evet; ben, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Anayasa’nın başlangıç hükümlerinde yer alan tarifini dikkate aldığımda buna kesinlikle karşıyım. Çünkü bireysel hayatımızda ne kadar dindar olursak olalım, laik ve demokratik olduğunu söyleyen bir ülkede, bugünkü yapısıyla bir Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bulunmasının, böyle bir devlet yapısına aykırı olduğunu görmemiz gerekiyor.
Aslına bakarsanız benim düşüncem, dinî hayatın tamamen sivil toplum kuruluşlarına bırakılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da denetim ve kontrol amaçlı olarak bir üst kurul şeklinde yapılandırılması yönündedir. Bu durumda, ülkemizdeki inanç grupları, hatta aynı dine mensup olan insanlar (örneğin Sünnilerle Aleviler) arasındaki sürtüşmelerin en azından bir kısmının kendiliğinden ortadan kalkacağına inanıyorum. Üstelik ben, AB’ye girdiğimizde bunun böyle olacağının kaçınılmaz ve kesin olduğunu da görür gibiyim. Zira yarın öbür gün AB’ye üye olduğumuzda elin oğlu, karşımıza dikilip bize muhtemelen şöyle diyecektir; “Hayır arkadaş, devlet kaynaklarını ve devlet gücünü kullanarak din dayatmasında bulunamazsın. Din propagandası yapamazsın…”.
Açık söylemek gerekirse; yeni teşkilat yasasıyla birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı, Vatikan olma yolunda hızla ilerlemektedir. Çünkü bütün göstergeler buna işaret etmektedir. Zira Diyanet, yasal statüdeki yaklaşık 75-80.000 camide, 4-5 bin Kur’an Kursu ve eğitim merkezinde sayıları belki de 130 binlere varan çeşitli statüdeki personeliyle hizmet vermektedir. Her müftülük aslında birer yayınevidir. Çünkü müftülükler yayın pazarlaması yapmaktadırlar. 75-80 bin cami ise özellikle yaz aylarında Kur’an Kursu’na tahvil edilmekte ve buralarda belki de milyonlarca çocuğa eğitim verilmektedir.
Ayrıca, Diyanet’in emrinde ve yönetiminde, Devlet Kurumu niteliği taşımayan binlerce kuruluş ve devlet memuru niteliği taşımayan on binlerce çalışan bulunmaktadır. Bugün Diyanet teşkilatının emrinde yurt içinde ve yurt dışında olmak üzere, ortaokuldan üniversiteye kadar değişen statüde onlarca okul, onlarca öğrenci yurdu, onlarca iktisadi işletme ve yüzlerce vakıf ve dernek bulunmaktadır. Ayrıca her cami, Diyanet için birer darphane görevi görmektedir. Zira Diyanet’in, camilerden yardım toplama imkânı ve yetkisi vardır. Ayrıca bugün hemen bütün camilerin altında veya yan taraflarında ticari işletmeler faaliyet göstermektedirler. Bu işletmeler, daha çok Yeşil Sermaye adı verilen gruplarca işletilmektedir ve bu işletmeler, Diyanet için önemli gelir kaynaklarını oluşturmaktadır. Hac ve umre gelirlerini ise zikretmeye herhâlde gerek yoktur. İşte bu müthiş yapı, Diyanet’e Çağdaş Şeyhülislamlık ve Vatikanlaşma yolunda önemli avantajlar sağlamaktadır. Şeni Teşkilat Kanunu ise, bu müthiş yapıya yasal zemin oluşturmaktadır. Bu konunun iyice bilinmesi ve üzerinde dikkatle durulması gerekmektedir.
Kanun görüşmeleri sırasında dikkatimi çeken önemli bir ayrıntı da Diyanet’in personel sayısının ne olduğudur. Hiçbir parti mensubu, bu konuda doğru rakam söylemedi ve sormadı da. Böyle olunca Diyanet İşleri Başkanlığı ve Başkanlıktan sorumlu bakan da hiçbir bilgi vermedi. Hemen herkes “Yüz bin civarında” şeklinde yuvarlak bilgiler vermeyi tercih etti. Hatta 120.000 diyenler de oldu. Hiç kimse de çıkıp bu rakam gerçekte kaçtır demedi/diyemedi. Diyanet’in resmi internet sitesine bakarsanız, 31.12.2009 tarihi itibarıyla Diyanet’in personel sayısı 81.851’dir. Diyanet müfettişlerince verilen bilgilere bakarsanız bu rakam 105.000-110.000’dir. (2)
Kanun görüşmeleri sırasında yöneltilen bir soru üzerine Diyanet’ten sorumlu bakan tarafından verilen bilgiye göre sadece 4-B’li denilen imamların sayısı 15.000’dir. CHP tarafından verilen bir önerge ile asıl kadrolara geçirilmesi kanunlaştırılan vekil imam sayısı ise 4.000’dir. Kabul edilen yeni kanunla Diyanet’e toplam 22.000 kadro tahsis edildiğini de biliyoruz. Ancak bilemediğimiz bir rakam var, o da halen Diyanet’te kaç kişinin çalıştığıdır.
Oysa biz biliyoruz ki; bir önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın görevi bıraktığında Diyanet’in toplam personel sayısı 80.000 civarında idi. (3) AKP iktidarı ise Diyanet kadrolarına sürekli atama yapmaktadır. Bu konuda AKP’nin en dikkati çeken ataması, iktidara geldiği yıllarda 10.000 vekil imamı asaleten atamak olmuştur. AKP bundan sonra da ÖSYM vasıtasıyla sürekli şişirmiştir Diyanet kadrolarını... Bir rivayete göre; çeşitli statülerde olmak üzere Diyanet’te çalışan personel sayısı 130.000 civarındadır. CHP, Diyanet’e 22.000 ilave kadro verilirken ve 4.000 vekil imamın asıl kadrolara atanması konusunda önerge verirken yukarıdaki rakamları biliyor muydu emin değilim.
Diyanet kadrolarına sürekli atama yapılmasının gerçek sebebi acaba ne olabilir? Emeklilik ya da vefat sebebiyle bu kadroların sürekli boşalması olabilir mi? Belki! Çünkü Diyanet’in resmî internet sitesinde toplam personel sayısı 2007 yılında 84.195, 2008 yılında 83.033 ve 2009 yılında 81.851 olarak gözükmektedir. Eğer Diyanet kadrolarının emeklilik ve vefatlar sebebiyle boşaldığını kabul edersek, bu rakamları normal karşılamamız gerekiyor!
Ancak hayır: Bu rakamlar gerçeği yansıtmamaktadır. Anlaşılan Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarına ataması yapılan personel, kısa süre sonra başka kurumlara geçirilmektedir. Ya da Diyanet Kadroları, başka kurumlara yapılan nakiller yoluyla sürekli boşalmakta, boşalanların yerine yeni atamalar yapılmakta, bu sebeple de toplam rakamlarda önemli değişiklikler yaşanmıyormuş gibi gözükmektedir. Rakamlar yıl sonlarına ait rakamlar olduğuna göre, dönem içindeki transferler ve personel hareketleri fazla dikkat çekmemektedir. Açık söylemek gerekirse AKP Hükûmeti, kamu kurumlarına yapılan atamalarda Diyanet’i, bir araç ve adeta bir köprü olarak kullanmaktadır. Bugün Diyanet kadrolarına imam ve müezzin olarak ataması yapılanlar, belli bir süre sonra başka kurumlarda başka statülerde karşımıza çıkabilmektedir. Yandaşların, kamu kurumlarına yerleştirilmesi Diyanet kadroları üzerinden imam ve müezzin olarak yapıldığı için fazla dikkat ve tepki de çekmemekte, ayrıca Diyanet kadroları hiçbir zaman alabildiğine şişmemektedir. Görüldüğü gibi bu yöntem, kurumların ele geçirilmesinde oldukça akıllı ve kurnazca bir yöntem olarak düşünülmüş. Dinî hassasiyetler sebebiyle Diyanet’e yapılan atamalara karşı çıkmak, her babayiğidin harcı olmadığı için, AKP Hükûmeti, kurumları ele geçirmede Diyanet’i adeta bir köprü gibi kullanmaktadır. Bunun vebali ve günahı ise büyük ölçüde hemen her ağızlarını açtıklarında, özellikle de her yıl Ramazan Ayı yaklaştığında kadro yetersizliğinden ve açık kadrolardan şikâyet eden DİB yöneticilerinindir.
Diyanet’in köprü olarak kullanmasıyla yapılan atamalar ve yerleştirmeler, kesinlikle Anayasa’da belirtilen eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı atamalardır. Zira bildiğim kadarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı, zaman zaman KPS’de 50 ve üzeri puan alanların atamalarını bile yapabilmiştir. İşte KPS’de 50 ve o civarda puan alanlar, Diyanet’e yerleştirildikten belli bir süre sonra başka kurumlara geçmekte, böylece daha yüksek KPS puanıyla personel alan öteki kurumların kadrolarını işgal etmektedirler. KPS’de 55 puan alan bir İmam-Hatip Lisesi mezununun, Diyanet’i kullanarak KPS taban puanı 80 olan bir başka kamu kurumuna geçmesi pekâlâ mümkün olabilmektedir. Bu durum, KPS puanı 75-80 olduğu için o kuruma ataması yapılmayan memur adayları aleyhine bir durum yaratmaktadır. Diğer bir deyişle İmam-Hatip mezunları adına pozitif ayrımcılık yaratılmaktadır. İslam’ın hak ve adalet anlayışı bu olmasa gerekir. İşte size dinin siyasete alet edilmesinin bir başka yolu daha.
Şahsen bildiğim kadarıyla; daha dün Diyanet çalışanı iken bugün çeşitli üniversitelere, TBMM’ne, Sağlık Bakanlığı’na, RTÜK ve diğer birçok kamu kurum ve kuruluşlarına geçiş yapmış insanlar tanıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kurum olmakla bu kurumun çalışanlarının, diğer kamu kurum ve kuruluşlara geçmelerinde herhangi bir beis yoksa da bu kurumun, diğer kamu kurumlarını ele geçirmede ve devlette kadrolaşmada bir köprü vazifesi görmesi kesinlikle yanlıştır ve üzerinde durulup düzeltilmeye muhtaç bir durumdur. Bu duruma müdahale etmek, kesinlikle dine ve diyanete karşı olmak demek de değildir. Diyanet’teki çelişkileri, haksızlıkları ve usulsüzlükleri, ayrıca bu kurumun, siyasi maksatlara alet edilmekte olduğunu dile getirmekle günah işlenmiş de olmaz. Eğer birileri size böyle söylüyorsa, bilin ki yalan söylüyordur. Sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekiyor.
Ömer Sağlam
________________
1- Bu anlamda restorasyona tabi tutulan İstanbul Süleymaniye Camii’nin avlusunda geçtiğimiz yıl, Ankara Hacı Bayram Veli Camii’nin avlusunda ise geçtiğimiz günlerde sergilenen siyasi şovlara özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Bahse konu camilerde, yapılan siyasi çirkinlik diz boyudur. Ki; bahse konu camileri yaklaşık 5-6 asır önce inşa edenler bile herhâlde bu restorasyonu yapanlar kadar böbürlenmemişlerdir. Süleymaniye ve Hacı Bayram camilerinin avlusunda siyasi şov yapanların, Haydarpaşa Garı’nın ve Kılıç Ali Paşa Camii’nin cayır cayır yanması karşısında suspus olmaları sizce de oldukça manidar değil mi?
2-bk. Dr. Abdülkadir Sezgin, “Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanun Tasarısı Üzerine Düşünceler” başlıklı makalesi, http://www.haberakademi.net/ default.asp?inc=makaleoku&hid= 10408).
3- Bu konuda daha geniş bilgi Diyanet İşleri Başkanlığı yayını olarak 2002 yılında yayınlanan “Son On Yılda Diyanet İşleri Başkanlığı” isimli albüm-kitaptan öğrenilebilir.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.