Nefesim Pek Güçlüdür; Okuduğum Hasta Mutlaka Şifa Bulur! [Ö. Sağlam]
Türk-İslam kültürünün dinî ritüellerinden birisi de hastanın başında Kur’an okumaktır. Bundan maksat, herhâlde hasta eğer iyileşecekse tez zamanda şifa bulmasını sağlamak, yok eğer ölecekse son nefesini iman ve Kur’an üzere vermesini temin etmektir. Sizler hastanın başında hiç Kur’an okudunuz mu bilmem. Ben birçok kere okudum. Ancak her nedense benim başında Yâsin okuduğum hastaların hemen hepsi öldüler! Yani bugüne kadar başında Kur’an okuduğum hastaların içinde şifa bulup da sağlığına kavuşan hiç olmadı! Bu sebeple bu türlü okumalarım neticesinde varmış olduğum kesin kanaat şudur: Ben nefesi oldukça güçlü bir adamım! Okuduğum hasta mutlaka ölür! Elbette benim zaten ölmek üzere olan hastaların başında okuduğumu da düşünebilirsiniz. İsterseniz bu konudaki düşüncelerinizin oluşmasında yardımcı olması bakımından size başımdan geçen bazı ilginç olayları aktarayım:
Yılını kesin hatırlamıyorum. Sanırım 1970’li yılların ikinci yarısı idi. Henüz İmam-Hatip lisesinde öğrenci idim. Köyümüze yakın “Korkudan” isimli bir mezrada yaşayan Mustafa (Karaçor) Amca isimli akrabamızın hasta olduğunu ve benim, başında bir Yâsin-i Şerif okumam konusunda bir talebinin bulunduğunu söylediler. O taraflara yolumuzun düştüğü bir gün evine giderek başında okumaya karar verdim. Ben eve vardığımda konuşamıyordu ama gözleri açıktı Mustafa Amca’nın. Yanına girip çıkanları tanıdığı bakışlarından belli oluyordu. Tabiatıyla odasına girdiğimde beni de tanıdı ve hafifçe gülümsedi. Vakit geçirmeden abdestimi aldım ve başladım başında Yâsin okumaya. Ben besmele çekip Yâsin’e başlar başlamaz birden önce gözleri kapandı, sonra ağzından beyaz köpükler gelmeye ve hırıltılı sesler çıkarmaya başladı. Ben Yâsin’i Şerif’i okuyup bitirdiğimde Mustafa Amca çoktan öbür dünyayı boylamıştı. Doğrusu şaşırmış ve şoke olmuştum…
Galiba 1980’lerin başıydı. Üniversite’de okuyordum. Ara tatili sebebiyle köye gitmiştim. Bir gün akrabamız da olan Mustafa Öcal evimize gelerek, annesi Zarife Teyze’nin çok hasta olduğunu ve başında okumamı istedi. Abdestimi alıp evlerine gittim. Yatağının başına vardığımda oldukça diri gözlerle bakmakta olan ve sağlıklı görülen Zarife Teyze’ye şöyle takıldım:
-“Zarife Teyze, bana kalırsa hemen ayağa kalk! Çünkü eğer başında okursam mutlaka ölürsün! Çünkü benim başında okuduklarım mutlaka ölüyorlar! Mustafa Amca’nın başına gelenleri gayet iyi biliyorsun!”
Yapmış olduğum bu espriye önce gülümsedi ve arkasından okumamı istedi. İsteğini yerine getirip kendi evimize gittim. Birkaç saat sonra bir haber geldi ki; Zarife Teyze ölmüş!
İşte bundan sonra, nefesimin çok güçlü olduğuna, benim okuduğum Kur’an’ın hastalara şifadan çok ölüm getirdiğine kanaat getirerek artık hastaların başında Kur’an okumamaya karar verdim. Hatta bu durumu, espri olarak yakınlarıma ve tanıdıklarıma da söyledim. Oysa kim bilir belki de tam tersine, benim okuduğum Kur’an şifa olduğu için hastalar daha fazla acı çekmiyor hemen vefat ediyorlardı. Buna artık siz karar verin.
Daha önce de yazdım; kayınpederim 2006’dan beri felçli idi. Hâliyle yatalaktı. Bakımı oldukça zordu. Geçen yılın Ramazan Bayramı’nda, yani 20 Eylül 2010 günü ziyaretlerine gittiğimde, başında okumam istendi. Eşimi ve akrabalarını uyardım ve onlara “Bakın eğer okursam, babanız mutlaka vefat eder ve babasız kalırsınız!” dedim. Üstelik onlara, 22 Ağustos günü görmüş olduğum bir rüyayı aktararak, rüyamda babalarının “Kasım’a kadar buradayız. Ondan sonra ne olur bilmiyorum…” dediğini ve muhtemelen babalarının çok az ömrü kaldığını da ilettim. Bu sözlerime fazla itibar etmediler ve gülüşerek okumamda ısrar ettiler. Ben de çaresiz kayınpederin başında Yâsin-i Şerif okuyarak yüzüne üfürdüm! 26 Ekim’i 27 Ekim’e bağlayan gece duyduk ki; kayınpederim rahmeti Rahmana kavuşmuş.
Allah ondan razı olsun; hayatta iken çok sevdiğim ve beni hiç yanıltmayan kayınpederim son nefesinde beni yine yanıltmadı ve rüyamda söylediği sözde durarak Kasım’a kadar yaşadı ve Kasım’a 3 gün kala bu dünyadan terki diyar eyledi! Yani, başında okuduğum hastalarımdan ilki derhâl, ikincisi birkaç saat sonra, üçüncüsü ise bir ay sonra vefat ederek benim nefesi son derece güçlü keramet ehli bir adam olduğumu ispatlamış oldular. Cümlesinden Allah razı olsun ve Allah cümlesine rahmet eylesin…
27 Şubat Erbakan Hoca’nın Kerameti mi Yoksa Benim Nefesimin Gücü mü?
Açık söylemek gerekirse; Necmettin Erbakan’ı fazla sevdiğim söylenemez. Bu, belki de lise yıllarında çeşitli tarihlerde Milli Görüş Gençliği ve özellikle bu görüşün oldukça militarize olmuş kolu olan ve kendilerine “Akıncı” adını uygun gören gençlerle yapmış olduğumuz küçük çaplı kavgalardan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte Erbakan’a her zaman saygı duymuş ve bu bakımdan kendisine karşı yapılan 28 Şubat müdahalesini hep gereksiz ve haksız saymışımdır. Bu görüşümü hemen her platformda da dile getirmişimdir. Bana göre de Erbakan keskinlikle vatanperver, üstelik öğrencilerine kıyasla çok daha milliyetperver birisidir. Ancak ben, geçmişte Sayın Erbakan’ın “Kayıp Trilyon” davasında haksız olduğunu ve bu parayı hazineye iade etmesini de savunmuşumdur. İşte benim bu tutumum karşısında, başta kendi hemşerilerim olmak üzere kendilerine Erbakancı süsü veren bazı densizler, benim hakkımda ağza alınmayacak bazı laflar etmişlerdir. Onları Allah’a havale ediyorum…
Dünkü tarih (26 Şubat) itibarıyla yazmış olduğum ve çeşitli internet sitelerinde saat 17-17.30 civarlarında yayınlanan “İslam Orduları Başkumandanı Muammer Kaddafi ve Yardımcısı Erbakan!” başlıklı yazıda bakın neler demişim:
“Eski Başbakanlardan Sayın Necmettin Erbakan malum; hastalıkla boğuşuyor. Kendisine Allah’tan acil şifalar diliyoruz. Birkaç gün önce Ankara Güven Hastanesi’nin hasta koğuşunda kurmaylarıyla görüştüğüne ilişkin haber ve görüntüler vardı gazete sayfalarında. 90 yaşına merdiven dayamakla birlikte siyasi hırsından hiçbir şey kaybetmeyen Erbakan, bir katakulli ile öğrencisi Numan Kurtulmuş’u koltuğundan indirdi ve çıkıp yerine kuruldu. Kurulmasına kuruldu ama bu sefer şansı yaver gitmedi Erbakan’ın. Zaten yaşlı olan ve kayıp trilyon davasıyla sağlığı büsbütün bozulan Erbakan’ın bir ayağı sürekli hastanededir. Bu yüzden de partisinin seçim startını bile hastane odasından vermek zorunda kaldı. Anlayacağınız, bir zamanlar Bülent Ecevit’in yaptığı gibi, partisini ve ülkeyi hastane odasından yönetmeye aday bir Erbakan var karşımızda. Allah tekrar acil şifalar versin kendisine…”
Benim bu satırları yayına vermemden yaklaşık 15-16 saat sonra duyduk ki; Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur! Yani 27 Şubat 2011 günü saat 08.50 itibarıyla vefat etmiştir. Anlayacağınız, benim kendisine iki kez “Allah’tan acil şifalar dilemem”den, yani kendisi için okuyup dua etmemden sadece 15-16 saat sonra vefat etmiştir. Bir 28 Şubat günü siyasi hayatı biten Merhum Erbakan’ın, bir günlük sapma ile de olsa bir 27 Şubat günü dünyevi hayatı da büsbütün sona ermiş bulunmaktadır. Kendisine Allah’tan gani gani rahmetler diliyorum. Allah, bütün taksiratını affetsin Erbakan Hoca’nın. Ailesine, yakınlarına ve partililerine içtenlikle başsağlığı diliyorum.
1997 yılının 28 Şubat’ında siyasi hayatı biten Erbakan Hoca’nın, 14 sene sonra yine bir 28 Şubat’a bir gün kala vefat etmesi, tesadüf müdür yoksa hocanın kerameti midir bilinmez! Taraftarlarının ve onu sevenlerin, bu işte bir keramet arayacakları ve bazı yakıştırmalarda bulunacakları kesindir. Umarım bu konuda ifrata kaçmazlar ve olmadık çıkarımlarda bulunmazlar. Ancak bu konuda bazı çıkarımlarda ve cifir hesabıyla bazı yakıştırmalarda bulunacak olanlar varsa, onlara tavsiyem benim duamın gücünü sakın ihmal etmesinler! Ancak şunu bilsinler ki; eğer benim dün kendisine yapmış olduğum duanın bugünkü neticede küçük bir etkisinin dahi olacağını bilseydim, kesinlikle kendisine dua etmezdim! Çünkü bence de Merhum Erbakan, en azından seçim sonrasına kadar yaşamalı ve ülke yönetiminin kimlere kaldığını mutlaka görüp, ondan sonra rahmeti Rahman’a gitmeliydi.
Üç İhlâs ve bir Fatiha okumak, dün iyi niyetle yaptığım ancak, başlarında okuduğum diğer bütün hastalarım gibi Erbakan hakkında da aksi tesir yapan duama kefaret gelir mi bilmem. Ancak Erbakan’ı sevenler ve partilileri kesinlikle bilsinler ki; Merhum Erbakan için üç İhlâs bir Fatiha okumuş durumdayım. Allah rahmet eylesin. Umarım, umduğu yere nail olmakta hiçbir sıkıntı çekmez Sayın Erbakan…
Ömer Sağlam
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.