Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in, 1 Mart 2011 günü Fatih Camii avlusunda Merhum Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın tabutunun başında yapmış olduğu konuşmada Erbakan için yapmış olduğu "Millet Büyüğü" nitelemesi, gerçekten de kafalarımızda bazı soru işaretlerinin doğmasına sebep olmuştur. Zira Mehmet Görmez, yapmış olduğu bu konuşmada hem de iki kez ve üzerine basa basa "Millet Büyüğü" tabirini kullanmıştır.(1)
Bana göre “Millet Büyüğü” kavramı, şimdiye kadar duymaya pek alışık olmadığımız yeni bir kavramdır. Şahsen ben, şimdiye kadar "Devlet Büyüğü", "Devlet Büyükleri", "Devlet Ricali" ve "Devlet Adamı" kavramlarını çok duydum ama "Millet Büyüğü" kavramını ilk defa duydum. Geçmişte Başbakan Yardımcılığı ve Başbakanlık yapmış bir kişi olarak Necmettin Erbakan için her ne kadar "Devlet Büyüğü" nitelendirmesi uygun olsa da "Millet Büyüğü" nitelendirmesinin biraz tartışmalı ve elbette abartılı olduğu ortadadır.
Bu sebeple oğul Fatih Erbakan’ın, babasını “Türk milleti 100-150 senede görebileceği düzeyde bir insanı kaybetti”(2) şeklinde tavsif ve tasvir etmesini belki anlayabiliriz. Sonuçta o bir oğuldur ve onun gözünde babası, dünyanın en büyük babasıdır. Tıpkı tüm babaların, kendi çocuklarının gözünde dünyanın en büyük ve en iyi babası olduğu gibi. Ancak, Diyanet İşleri Başkanı’nın, "Millet Büyüğü" nitelendirmesini hangi anlamda kullandığı gerçekten de izaha muhtaçtır.
"Millet" kavramının sosyolojik anlamda genel geçer tanımı, “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu” şeklinde yapılmaktadır. Bu tarifi yapanlara göre "Millet" ile "Ulus" kavramları aynı anlama gelmektedir. Türk Dil Kurumu da “Millet” kavramını böyle tanımlamaktadır.(3) Büyük Larousse’da bu tarifin içine, “Aynı kökten gelen ve kültür birliği olan” kavramları da eklenmiştir.(4) Tanımda geçen “Çoğunlukla” sözünden anlaşılması gereken, milletin, farklı topraklar üzerinde de yaşayabileceğidir.
“Fatih Camii Avlusunda Bayraksız Bir Tabut Gördüm” başlıklı makalemizde de dile getirdiğimiz üzere(5); Necmettin Erbakan, 25 Şubat 1994 günü Bingöl’de yapmış olduğu bir konuşmada “… Bu ülkenin evlatları asırlar boyu mektebe başlarken, besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine, 'Türküm, doğruyum, çalışkanım.' Sen bunu söyleyince, öbür taraftan da Kürt kökenli bir Müslüman evladı, 'Ya öyle mi, ben de Kürdüm, daha doğruyum, daha çalışkanım' deme hakkını kazandı. O Meclis yarın inananların eline geçecek…’’ diyerek, en azından yukarıda tanımı yapılan “Millet” kavramını reddetmekteydi. Öte yandan, Merhum Erbakan’ın hayatta iken “Türk” ve “Türklük” kavramlarını asla ağzına almadığı (ya da çok seyrek aldığı), yaptığı konuşmalarda kendisini dinleyenlere genelde “Aziz milletimin kıymetli evlatları” şeklinde muğlak bir ifade ile hitap ettiği bilinmektedir. Elbette Erbakan’ın bu hitabında geçen “millet” kavramıyla neyi kastettiği de pek anlaşılamamaktadır.
Erbakan’ın ve onun temsil ettiği zihniyetin, dünyadaki insanları; onların renklerine, dillerine, kültürlerine, tarihlerine, coğrafyalarına, gelenek ve göreneklerine bakmaksızın “İslam Milleti” ve “Küfür Milleti” şeklinde sadece iki gruba ayırdıkları biliniyor.(6) Erbakan 1991 yılında Sivas’ta yapmış olduğu bir konuşmada, bu ayırımı, biraz da Türkiye ölçeğine indirgeyerek “Milli Görüş"e (Refah Partisi'ne) oy verenler ve “Patates dinine mensup olanlar” şeklinde özetleyip formüle etmiştir.(7) Diyanet İşleri Başkanı, Erbakan’a “Millet Büyüğü” demekle kim bilir belki de bu ayırıma işaret etmek istemiştir!
Espri bir yana; bilindiği gibi Merhum Erbakan, başbakan sıfatıyla bazılarına iki kere olmak üzere İran, Pakistan, Bangladeş, Singapur, Malezya, Endonezya, Mısır, Libya ve Nijerya gibi İslam ülkelerine resmî ziyaretler yaptığı hâlde, Türk Cumhuriyetlerinden hiçbirisine gitmemiştir. Ayrıca üyeleri İslam Ülkeleri olan D-8 adıyla bir oluşumun öncülüğünü yaptığı hâlde, bu oluşuma Türk Cumhuriyetlerinin hiçbirisini üye yapmamıştır/yaptırmamıştır. Oysa, Erbakan’ın adı geçen İslam Ülkelerini ziyaret ettiği ve D-8 oluşumunu gerçekleştirdiği tarihlerde henüz 5-6 yaşında olan Türk Cumhuriyetlerinin tamamı, Türkiye’nin gözünün içine bakıyor, kimisi ağabey, kimisi kardeş diye hitap ediyordu. Ancak Türk yöneticilerinin, Erbakan’la bayraklaşan umursamaz tavrı, Türk Cumhuriyetlerinin, Türkiye’den yüz çevirip tekrar Rusya’nın patronajındaki "Bağımsız Devletler Topluluğu”na üye olmalarına sebep olmuştur. Erbakan, eğer “Millet” ve “Türklük” kavramlarına önem veren bir siyasi olsaydı,“İslam Ortak Pazarı” oluşturma peşinde değil, “Türk Ortak Pazarı” peşinde koşardı.
Esasen Erbakan’ın cenaze töreni sırasında Fatih Camii avlusunda çizilen manzarada, ortak değer olarak milliyetten çok, inanç değerlerinin ön plana çıktığını söylemekte hiçbir beis yoktur. Örneğin, cenaze törenine yabancı devlet erkânından çok, İslam ülkelerinden gelen bazı dinî cemaat liderleri katılmıştır ki; bunlardan birisi de HAMAS temsilcisidir. Bunlara ilave olarak; cenaze törenine, Mahmut Efendi örneğinde olduğu gibi, Merhum Erbakan’ın 28 Şubat sürecinde başbakanlıkta iftar yemeği vermiş olduğu bazı tarikat ve cemaat liderlerinin de katılmış olmaları, ayrıca resmî ananenin aksine tabutunun üzerine Türk Bayrağı örtülmemesi, ortaya böyle bir manzaranın çıkmasına sebep olmuştur.
Peki, o zaman Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Erbakan için “Millet Büyüğü” nitelemesi yapmakla neyi kastetmiş olabilir?
Bilindiği gibi “Millet” kelimesi, Arapça kökenli bir kelimedir. Bu kelimenin çoğulu ise “Milel”dir. Ve Arapçada “Millet” kelimesinin anlamı tamamıyla farklıdır ve bu kelime Arapçada “Din” anlamına gelmektedir. Kendisi Fars kökenli olmakla birlikte Arap dilini, onlardan daha iyi bildiğinde şüphe bulunmayan Râğıb El-İsfahani (İsfahanlı Ragıp) “Kur’an Kavramları Sözlüğü” şeklinde hazırlamış olduğu “Müfredât” isimli eserinde “Millet” kavramı hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Millet sözcüğü, ‘Din’ sözcüğü gibidir; Yüce Allah’ın kendi ahdine, emânına ve himâyesine ulaşmaları için, peygamberlerin diliyle kullarına teşrî buyurduğu şeyin adıdır. ‘Millet’ sözcüğü ile ‘Din’ sözcüğü arasındaki farka gelince, ‘Millet’ sözcüğü yalnızca kendisine isnât edilen nebiye izafetle kullanılır. Örneğin, ‘…fettebiû’ milleti İbrâhîme hanîfâ=…hanif olarak İbrahim milletine tabi’ olun (Âl-i İmran/95)…”(8)
Gerek Râgıb’ın açıklamalarından, gerekse onun zikretmiş olduğu ayet metninden anlaşılacağı gibi, “Millet” kelimesi Arapçada bir peygamber tarafından tebliğ edilen “Din” anlamına da gelmektedir.
O hâlde Diyanet İşleri Başkanı, Merhum Erbakan için “Millet Büyüğü” demekle, ona “Din Büyüğü” demek mi istemiştir? Eğer böyle demek istemişse, yine yanlıştır. Çünkü Merhum Erbakan bir din adamı, bir tarikat şeyhi veya bu anlamda herhangi bir dinî görevi olan kişi değildi. İmam-Hatip ve İlahiyat eğitimi de almamıştı. Düz liseden sonra Teknik Üniversite'de tahsil yapmış ve orada öğretim üyesi olarak görev yaptıktan sonra siyasete atılmıştır. Din ile alakası, dindar bir Müslüman olarak dinin akidelerini yerine getirmekle sınırlıydı. Bu durumdaki bir dindara “Din Büyüğü” anlamında “Millet Büyüğü” denilebilir mi onu da okuyucularımın insafına ve izanına bırakıyorum. Ha ortada yadsınamaz ve inkâr edilemez bir gerçek vardır ki; o da şudur: Merhum Erbakan, 1969’dan başlayıp 2011 yılına kadar devam eden siyasi hayatının merkezine dinî söylemleri oturtmuş bir siyasetçidir. Bu yüzden de sürekli olarak dini siyasete alet etmekle itham edilmiş ve laiklik ilkesi gerekçe gösterilerek kurmuş olduğu partilerin dördü kapatılmış ve 28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleştirilen bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. Ancak oğlu Fatih Erbakan’ın Fatih Camii avlusunda yapmış olduğu konuşmada da dile getirdiği gibi; taraftarları onu, hep bir “İslam Mücahidi”, Türkiye’deki siyasal İslam’ın lideri ve Dünya İslam Birliği’nin yılmaz savaşçısı olarak nitelendirmişlerdir.
Bu itibarla Erbakan’ın aşağı yukarı 40 yılı aşkın süren siyasi hayatında, dindar muhafazakâr toplum kesimlerinin hoşuna gidecek tarzda dinî söylem ve eylemlerle siyaset yapmasına müsteniden kendisine “Din Büyüğü” diyenler varsa biliniz ki; onlar da ancak Erbakan’ın yolundan gidenlerdir. Bu durum, ancak ve ancak Hz. Peygamber’in “Men teşebbehe bi-kavmin fe hüve minhum” şeklindeki hadisiyle açıklanabilir. Yani “Kim bir kavme benzerse, o, artık o kavimdendir” anlamındaki hadisiyle... Siz, istersiniz bu hadisi, hadis metninde geçen ve “millet” anlamına gelen “kavim” kelimesinin yerine, “topluluk”, “grup” veya “cemaat” kavramlarını koyarak anlamlandırınız.
Diyanet İşleri Başkanı, Erbakan’a “Millet Büyüğümüz” demekle neyi kastetti? Bilmiyoruz. Ancak onun, bu niteleme ile neyi kastetmiş olabileceğini tahmin bakımından, az çok yardımcı olabilir düşüncesiyle ve tarihe not düşme adına, bundan 30-31 yıl önce yaşanmış bir olayı bir kere de biz zikretmiş olalım. Yazar Osman Oktay 06.03.2011 tarihli ve “Erbakan ve Kerkük” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“…Sizleri 12 Eylül 1980 öncesine, Irak’ta büyük dava adamı Doç. Dr. Necdet Koçak ve arkadaşlarının Saddam tarafından idam edildikleri aylara götürüyorum. Geçtiğimiz günlerde terk-i dünya eden Necmettin Erbakan, Ağustos 1980’de diktatör Saddam Hüseyin’in davetlisi olarak Irak’a gitmişti. Saddam Hüseyin, kendi daveti üzerine Irak’a gelen MSP Genel Başkanı Erbakan’ın ziyareti dolayısıyla bir jest yapmak istemiş ve tutuklu bulunan Türkmenleri serbest bırakabileceğini söylemişti.
Buna karşılık Erbakan şu karşılığı veriyor:
-“Onlar sizin iç meselenizdir Bana verilen bilgiye göre zaten onlar teröristtirler ve camiye giden Müslümanlara kezzap atmışlardır!”
Oysa Erbakan bununla da kalmamış, orada Türkmenlerin kendisiyle görüşme taleplerini reddetmiş ve Türkiye’ye döndükten sonra gezisi ile ilgili verdiği beyanatta şunları söylemişti:
-“Irak yetkilileri, istismar edilen olayların mahiyetini izah ettiler. Gerek hudut, gerekse Kerkük’te cereyan eden olayların, ırk farkı gözetmekten dolayı olmayıp; terörizme karşı her ülkede tatbik edilen umumî mahiyette muameleler olduğunu belirttiler. Münhasıran Türk oldukları için Türklere yapılan bir zulüm söz konusu değildir. Irak’ta idam edilen Türklerin, bomba atmak, cinayet işlemek ve camilerde namaz kılanların yüzlerine kezzap atmak gibi suçlar işledikleri bana bildirilmiştir…”(9)
Osman Oktay, yazısında bunları anlattıktan sonra, bahse konu olay hakkında Merhum Ahmet Kabaklı’nın, 17 Ağustos 1980 tarihli Tercüman Gazetesi’nde yayınlanan “Yanına Bırakılamaz” başlıklı yazısını aktarıyor. Türk Edebiyatı’nın da önemli isimlerinden birisi olan, şahsen yazılarını ve kitaplarını okumaktan büyük keyif aldığım Merhum Ahmet Kabaklı, bahse konu yazısında, zikredilen olay ve olayın kahramanı Erbakan hakkında bakın neler yazmış:
“Erbakan, Bağdat’ta idam edilen Albay Abdurrahman Abdullah gibi seçkin Türkler ve hudutta ot toplarken kurşuna dizilen vatandaşlarımız hakkında, (Bayram öncesi, oralara yaptığı bir ziyaret dönüşü) Irak diktatörlerinin bir sözcüsü gibi bile değil, onların bir adamı gibi konuşmuştur.
Bu idam ve katliamları bizim (hükûmet ve basın olarak) istismar ettiğimizi söylemekten çekinmemiş… Kerküklü beş Türk liderini şehit eden ve sınırlarına yanlışlıkla giren vatandaşlarımızı kurşuna dizen Irak Hükûmeti’nin “Terörizme karşı umumi mahiyette” tedbirler uyguladığını dahi onları şehit edenlerden beter insafsızlıkla ileri sürmüştür.
Üstelik Albay Abdullah Bey ve Doçent Necdet (Koçak) çapında, Irak’a yıllar boyu hizmet etmiş şehit Kerküklülerin ‘Bomba atmak, cinayet işlemek, namaz kılanların gözlerine kezzap atmak’ gibi suçlar işlediklerini de, hiçbir vicdan ve ahlaka sığmayan katılıkta söylemiştir.
Mensubiyet iddiasında bulunduğu Türk Milleti’ni, herhâlde Müslüman saymayan Erbakan, ‘ırkçılığa karşı’ ve İslamiyet adına konuştuğunu belirtiyor. Fakat Irak Türklüğüne karşı bir zulüm makinesi gibi işletilen ‘Baas ırkçılığı’na niçin karşı olmadığını açıklamıyor. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti’ni, Irak petrolleri ile tehdit etme cüretine ne dersiniz:
‘Hükûmet, Irak yanlısı bu tutumunda devam ederse, muhtemelen 30 Ağustos’tan sonra petrol ve kredi kesilecektir. Haber veriyoruz…’ diyor. Haberi nereden alıyor?
Erbakan’ın esir, mazlum ve şehit Türkler hakkındaki bu zehirli iftiraları, bu Irak Hükûmeti sözcülüğü ve Iraklı diktatörler adına devletimizi tehdit etmesi (her millet ve devlette) büyük suçlardır, yanına bırakılamaz. Bu zat, sözlerini tavzih etmeli yahut iftiralarının delillerini göstermelidir. Bu zatın, Müslüman Türk Milleti’nin her kılcal damarını zerre zerre kanatan hakaretlerine katlanamayız. Mutlaka hesap vermesi gerekir.
Bir bahtsız siyasetçinin kendi soydaşları, milleti ve devleti aleyhinde bir başka devlet adına böylesine açık ve acıklı konuşması olayına, komünistlerden sonra ilk defa Erbakan’da rastlıyoruz.
Bu bir tesadüf olamaz. Bunun bir karşılığı, bedeli olması lazımdır. Bağdat’ta, kapalı kapılar ardında, Kerküklü Türk seçkinlerinin ve sınır şehitlerimizin katilleri, Erbakan’la neler konuşmuşlardır? Ne gibi pazarlıklar yapılmıştır? Erbakan’ın Ecevit’le kuracağı hükûmete, acaba külliyetli krediler ve kuyu kuyu petroller mi vaat edilmiştir ki Erbakan, mensup olduğunu iddia ettiği millet ve devlet hakkında böylesine bir hınçla konuşmuş ve canavarları övecek lâflar edebilmiştir?
İster geçici bir cinnet, ister akıl noksanlığı, ister bütün karakterini alt üst eden kin ve iktidar hırsı, isterse Irak Hükûmeti’nin pazarlıkları sonucu söylenmiş olsun… Bu sözler yutulamaz ve Erbakan’ın yanına bırakılamaz. Bırakmayacağımızı, büyük milletimize duyuruyoruz.”
Yazar Osman Oktay, yazısının ekinde, Ahmet Kabaklı’nın söz konusu makalesinin bulunduğu kaynakları sıraladıktan sonra Merhum Alparslan Türkeş’in, Erbakan’ın sözleri ve Saddam Hüseyin’in Türkmen soydaşlarımıza karşı yürütmüş olduğu kıyım hakkında yapmış olduğu ve 11 Ağustos 1980 tarihli gazetelerde yer alan değerlendirmelerini de aktarmış. Erbakan’ın sözleri hakkında “Bunlar çok talihsiz ve yakışıksız sözlerdir” diyen Merhum Türkeş devamla şunları söylemiştir:
“Saddam’ın idam ettiklerinden biri Türkmen Kardeşlik Kulübü Başkanı ve Irak Ordusu’nda uzun yıllar görev yaptıktan sonra emekli olan Albay Abdurrahman Abdullah’tır. İdam edilenlerden bir kısmı tahsillerini Türkiye’de yapmış kişilerdir. Hepsi Müslüman, iman sahibi ve Irak ülkesine hizmet aşkıyla dolu olan kişilerdir. Bunlara karşı bugünkü Irak yönetiminin uyguladığı canavarca politika çok tiksindiricidir. Biz Irak’la Türkiye arasında samimi dostluk ilişkilerinin gelişmesini istiyoruz ama bu dostluğun altın köprüsü Irak’ta yaşayan Türklerdir. Oradaki soydaşlarımız kanunlara saygılı, vatanlarına bağlı kişiler olmuşlardır.”
3-Bk. Türkçe Sözlük, c, 2, s,1563, TDK Yayını, Ankara, 1998
4-Bk. Büyük Larousse, c, 16, s, 8178, Milliyet Yayınları, İstanbul
8-Bk. Râgıp el-İsfahan, age, s, 1388, Çev. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007