DİB Genelge 2005: Misyonerlik Muzırdır, Mücadele Edilmelidir [Ö. Sağlam]

Taslak hâlindeki “İmamın Ordusu” isimli kitabın nüshalarını toplatmak, bilgisayar kopyalarını tek tek bulup imha ettirmek suretiyle söz konusu kitaba internette okunma rekorları kırdırtan Savcı Zekeriya Öz’ün bu hareketi, gerek iç kamuoyunda gerekse dış dünyada çok sayıda olumsuz tepki almıştır. Sayın savcının bu hareketi, muhalefetin yanı sıra, kendisine sonsuz destek veren iktidarı da rahatsız etmiştir. Zira Ertuğrul Günay ve Bülent Arınç gibi bazı bakanlar, hatta Cumhurbaşkanı bile bu konudaki rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. 
 
Ancak Zekeriya Öz’ün son marifeti, bu değildir. Sayın savcının son marifeti, aralarında Konya İlahiyat Fakültesi Eski Dekanı Prof. Dr. Mehmet Aydın ve Marmara İlahiyat Fakültesi Eski Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın da bulunduğu ilahiyatçıların evlerine ve bürolarına baskın düzenleyerek aratması olmuştur. İşte savcının bu kararı, bardağı taşıran son damladır. Polislerin bu kararı yerine getirdikleri sırada Savcı Öz’ün, sözde terfi ettirilerek Ergenekon soruşturmasından el çektirilmesi, Türk kamuoyunda büyük ölçüde böyle algılanmıştır.
 
Antonio Zekeriya Özdipietro! 
Her ne kadar böyle bir örgütün varlığı henüz ispat edilememiş olsa da kamuoyuna Ergenekon Soruşturması adıyla yansıyan soruşturma ile Türkiye’nin gündemine oturan Zekeriya Öz, tam dört yıldır olmadık unvanlarla ve yakıştırmalarla anılmaya başlamıştır. Kimilerine göre o, bir kahramandır. 
Taraf yazarı Emre Uslu gibi adamlara göre ise “Türkiye’de Berlin duvarını yıkan, dokunulmazlara dokunan adamdır” Zekeriya Öz... 
Birkaç gün önce bir TV kanalında katılmış olduğu programda aynen bunları söyledi emniyet kökenli gazeteci Emre(han) Uslu.
 
Kimilerine göre ise; Ergenekon Soruşturması, Türkiye’nin “Temiz Eller Operasyonu”, Savcı Öz de bu soruşturmanın “Antonio di Pietro’su” idi.  Bunlara göre; İtalyan Savcı di Pietro, nasıl binlerce kişiyi sorgulamışsa, Savcı Öz de aynısını yapmalıydı. Onun için, her nedense tıpkı hücuma kalkacak orduların yaptığı gibi, şafak vakitlerine denk getirilerek üst üste yapılan aramalar, gözaltılar, tutuklamalar normaldi ve devam etmeliydi. Ne de olsa Savcı Öz, onların biricik kahramanlarıydı ve kahramanlara her şey mubahtı. Ancak onların unuttukları bir şey vardı. Onlar,  keskin sirkenin küpüne zarar verdiğini unutmuşlar ve bu yüzden de kendi yarattıkları kahramanlarına ha bire “yürü koçum, kim tutar seni” diyerek sürekli gaz veriyorlardı… 
 
Ergenekon soruşturmasının sonu nereye varır bilmiyoruz. Hukuk usul ve erkânına uyulmak ve bir mağdurlar ordusu yaratmamak kaydıyla soruşturmanın sağlıklı bir neticeye ulaştırılmasını herkes gibi biz de istiyoruz. Ancak ortada bildiğimiz bir gerçek var. O da İtalya’daki “Temiz Eller Operasyonu”nun hiçbir işe yaramadığı, Savcı di Pietro’nun, söz konusu soruşturma sayesinde kazanmış olduğu karizmayı siyasete yansıtmada başarılı olamadığı ve kurmuş olduğu partinin İtalyan seçmenlerince hiç rağbet görmediğidir. Yani İtalyan Di Pietro, siyasette sıfır çekmiş bir eski savcı olarak tarihteki yerini çoktan almıştır. Hâlen görevde bulunan İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin, reşit olmayan kızlarla düşüp kalkmaktan, evinde cinsel içerikli toplu gösteriler ve partiler düzenlemekten yargılandığı dikkate alınırsa, di Pietro’nun yapmış olduğu soruşturmaların İtalya’da hiçbir işe yaramadığı sonucuna varırız. Umarım, Türkiye’deki soruşturmaların sonucu da İtalya’dakine benzemez.
 
İlahiyatçıların Evlerinin Aranması Tam Bir Ördek Hasan Fıkrasıdır
Aralarında Mehmet Aydın, Zekeriya Beyaz, Şahin Filiz, Abdurrahman Küçük ve Kadir Albayrak gibi akademisyenlerin de bulunduğu ilahiyat hocalarının evlerinin ve bürolarının aranması, gerçekten de tam bir Ördek Hasan fıkrasıdır. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla öğreniyoruz ki; bahse konu ilahiyatçıların evleri ve büroları, 2007 yılında Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde üç Hristiyan vatandaşın, Hristiyanlık propagandası yaptıkları ve misyonerlik faaliyetlerinde bulundukları gerekçesiyle öldürülmeleriyle bağlantılıymış! Evleri ve büroları aranan ilahiyatçıların ortak yanı ise “Misyonerlik karşıtı konuşmalar yapmaları ve yazı yazmaları” imiş!  İddiaya göre; Zirve Yayınevi katliamını yapanlar ve Trabzon’da Katolik Kilisesi Rahibi Santoro’yu öldürenler, bizim bahse konu ilahiyatçıların misyonerlik karşıtı söz ve yazılarından etkilenmişler ve bu etki ile gidip adamları öldürmüşler; iyi mi?
 
Böyle bir iddia, tabanca ile adam öldürme suçunda, tabancanın tetiğini çekip öldürme işini bizzat gerçekleştiren yerine, yasalara uygun olarak o tabancayı üreten fabrikanın sahibinin, işçisinin veya yasal yetkisine dayanarak o tabancayı satan kişinin suçlanmasından çok daha saçma bir iddiadır. 
 
Meşhur fıkradır; Ördek Hasan lakaplı bir adamın yanında bir başkası “Hava karardı” deyince bizim Ördek Hasan hemen adamın boğazına sarılmış; “Vay sen bana ördek demek istedin”  Orada bulunanlar, “Yahu Hasan Efendi ne alakası var?” deyince, Ördek Hasan, şu cevabı vermiş:  “Yahu komşular hava kararınca ne olur? Yağmur yağar. Yağmur yağınca göller oluşur. Göllerde ördekler yüzer. Demek ki; bu adam bana ördek imasında bulundu!”
 
Misyonerlik konusunda konuşma yaptıkları, makale veya kitap yazdıkları gerekçesiyle bazı ilahiyatçıların evlerinin aranması ile Zirve Yayınevi katliamı arasında ilişki kurulmasının, bu fıkradan hiçbir farkı yoktur. Savcı Zekeriya Öz, sonunda işte böyle bir komediye de imza atmış bulunmaktadır.
 
HSYK anladı ki; Sayın Savcı’nın bu soruşturmayı bitirmeye hiç niyeti yok. Sündürdükçe sündürüyor, genişlettikçe genişletiyor. Soruşturmanın içine olmadık olayları, ilişkileri ve kişileri yamamaya çalışıyor; hemen gereğini yaptı. Bence iyi de yaptı. Vatana millete hayırlı olsun. Peki, bu konuda Hükûmet'in bir etkisi söz konusu mudur? Olmadığını hiç kimse söyleyemez. Çünkü bu iş, artık iyiden iyiye Hükûmet'in ayaklarına dolanmaya başlamıştır. 
* * *
Yahu kardeşim, ilk başta, evlerini ve bürolarını arattığın kişilerin hepsi, adı üstünde ilahiyatçı. Hem de İslam ilahiyatçısı. Hepsi devlet memuru veya memurluktan emekli kişiler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu adamlara İslam Dini’ni incelensinler, araştırsınlar ve halka öğretsinler diye maaş veriyor. Yani adamların yasal görevleri, İslam’ı anlatmak, anlatacaklara öğretmek ve İslam’a yönelen yıkıcı tehlikelere dikkat çekmektir. Misyonerlik de bu yıkıcı tehlikelerden birisidir. Adamlar halkımıza bunları anlatmayacaktı da ne anlatacaktı? Misyonerliğin gayet iyi bir şey olduğunu mu anlatacaklardı?
 
Galiba burada RP’li Şevki Yılmaz’ı bir kez daha hatırlamakta fayda var. 28 Şubat arifesinde, bir hac mevsiminde Arafat’ta zikir yapıp yapmadıklarını soran gazeteciye ne demişti Şevki Yılmaz: “Arafat’ta zikir yapmayıp da dans mı edecektik?” Şimdi Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, Prof. Dr. Şahin Filiz veya bir başkası çıksa da Savcı Öz’e “Halka İslam’ı ve İslam’a yönelen yıkıcı tehlikeleri anlatmayıp da masal mı anlatsaydık” dese haklı olmaz mı?   
 
Diyanet: Misyonerlik Yıkıcı ve Muzırdır 
Diyanet İşleri Başkanlığı’nca, 2005 yılında “GENELGE-2005” adıyla yayınlanan ve o güne kadar çıkarılıp halen yürürlükte olan genelgelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan bir kitapçıkta “Va’z ve Hutbelerde Uyulacak Esaslar” başlığı altında bulunan “b” maddesinde şöyle denilmektedir:
 
“Hutbe, va’z, konferanslarda dini bütünlüğü, millî birlik ve beraberliği güçlendirecek konulara ağırlık verilecektir. Yıkıcı, bölücü propagandalara, Misyonerlik, Bahailik vb. zararlı akımlara karşı gerekli tedbirler alınacaktır”.
 
Buradan anlıyoruz ki bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanlığı misyonerliği; yıkıcı, bölücü ve zararlı yani “muzır” bir akım olarak görmekte ve kendi personelini, bu tür tehlikelerle mücadele etmeye çağırmaktadır. Hatta sadece çağırmakla yetinmemekte, bunu mevzuat (genelge) hâline getirerek personeline zorunlu bir görev olarak vermektedir.
 
Diyanet İşleri Başkanlığı bu ülkenin anayasal bir kuruluşu, bu teşkilatın çalışanları da devletin memurları değil midir? Evet öyledir. E o zaman, devletin kendisiye mücadele edilmesini yasal görev olarak memurlarına yüklediği misyonerlik faaliyetleri hakkında söz söylemek ve yazı yazmak neden kusur veya suç teşkil etsin ki? Peki, misyonerlik karşıtı söylemlerinden dolayı evleri ve büroları aranan ilahiyatçıların, misyonerlerin katledilmesi konusunda bir sözleri ve tavsiyeleri var mıdır? Sanmıyorum. Peki, o zaman bu adamların üzerinde kurulan bunca baskının sebebi nedir?
 
Diyanet İşleri Başkanlığı “Misyonerlik” hakkında sadece “yıkıcı”, “bölücü” ve “zararlı” akım demekle yetinmemiş,  ayrıca bu hususta, konunun uzmanlarına kitaplar da yazdırıp yayınlamıştır. Bu kitaplardan birisi Hristiyanlık Propagandası ve Misyonerlik Faaliyetleri” adını taşıyor. Doç. Dr. Osman Cilacı tarafından yazılan bu kitabın ilk baskısı 1983 yılında yapılmıştır. Demek oluyor ki;  DİB, misyonerliğin dinî ve millî bütünlüğümüz açısından bir tehlike olduğunu ta o zamanlar tespit etmiş ve kendine göre bazı önlemleri ta o zamandan almaya çalışmıştır.
 
Diyanet İşleri Başkanlığı, bununla da yetinmemiş 2006 yılında yine aynı konuda ikinci bir kitap daha yazdırıp yayınlamıştır. Kitabın adı direk “Misyonerlik”. Yazarı ise Prof. Dr. Şinasi Gündüz. Prof. Dr. Şinasi Gündüz’ün bu kitabı, 2008 yılında Türkiye Diyanet Vakfı tarafından da yayınlanmıştır. Adı geçen vakfın resmi internet sitesinde söz konusu kitap tanıtılırken kitapta bulunan şu sözlere yer verilmiştir: 
“Dünya üzerindeki misyonerlik faaliyetlerinin ne boyutlarda olduğu (konusunda) Kenya'nın ilk Başbakanı Jomo Kenyatta'nın şu sözü çok manidardır. -Hristiyanlık Afrika'ya geldiğinde Afrikalıların toprakları, Hristiyanlarınsa İncilleri vardı. Hristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua/ibadet etmemiz gerektiğini öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı, biz de onların İncillerini almıştık-"(1)
 
Türkiye Diyanet Vakfı’nca 2005 yılında “Misyonerlik” konusunda ikinci bir yayın daha yapılmıştır. Eserin adı “Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri”dir. Bir komisyonca hazırlandığı anlaşılan eser, muhtemelen bu konuda düzenlenen bilimsel bir toplantıya sunulan tebliğlerden oluşuyor.
 
Misyonerlik Nedir? 
Hristiyanlık Dini'nin zuhur ettiği tarihten bu yana şu veya bu isim altında hep var olan, esasen dinlerin yayılması için var olması şart olan, özellikle 1999 yılında ülkemizde meydana gelen Marmara Depremi’nden sonra sık sık kulaklarımızı tırmalayan misyonerlik acaba nedir? Bu sorunun cevabını da isterseniz, önemine binaen misyonerlik konusunda en az üç ayrı kitap hazırlatan Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan öğrenelim. Başkanlığın resmî internet sitesinde bulunan “Dinî Kavramlar Sözlüğü” bölümünde misyonerlik konusunda şu bilgiler verilmektedir:  
 
“Latince ‘missio’ kelimesinden türemiş olan misyon kelimesi sözlükte; görev, yetki, aracılık yapma, gönderme ve bir kişiye bir işi yapması için verilen özel vazife anlamlarına gelmektedir. Sözlük anlamına uygun olarak Hristiyanlığı yayma işine misyon, bu işi yapmayı kendisine vazife edinen ve kilise tarafından görevlendirilen kişiye misyoner, bu işe de misyonerlik denilmektedir… Çeşitli kiliseler tarafından kurulan ve sayıları binlerle ifade edilen misyonerlik cemiyetleri, çok büyük bütçeler oluşturarak dünyanın her tarafında misyonerlik yapmak üzere eleman yetiştirmekte ve göndermektedir.
 
Her din mensubunun kendi dinini yaymaya çalışması onun tabii hakkıdır. Ancak misyonerler, Hristiyanlığın devlet dini hâline gelmesinden itibaren masum tebliğ anlayışından uzaklaşmışlar ve başka çıkarlara alet olmuşlardır. Özellikle XVIII ve XIX. yüzyıllarda Batı'nın tüm dünyaya yayılmış sömürgeciliğinin birinci aracı misyonerlik olmuştur. Başka bir ifade ile Batılı Devletler koloni haline getirmek istedikleri bölgelere önce misyonerler göndermişler, oraları koloni hâline getirdikten sonra da yönetimlerini devam ettirebilmek için misyonerlerin hizmetlerinden yararlanmışlardır. Misyonerlerin tebliğ anlayışının dışına çıktıkları diğer bir nokta da; yalan, iftira ve karalamaya başvurmaları, fakirlik, mahrumiyet, tabii afet vb. zor şartları istismar etmeleridir.
 
Günümüzde misyonerlere, gidecekleri toplumun dil, din, tarih, millî kültür, sosyal yapı ve diğer önemli özelliklerini iyice öğrenme imkânı verilmekte, gideceği bölgede misyonerlik yapma usulleri iyice kavratılmaktadır. Bölgelere göre hazırlanmış çalışma metotları tespit edilmiştir. Mesela ‘Müslümanlar Arasında Misyonerlik Yapma Metodu’ adlı kitaplar yazılmıştır. Ayrıca bölgelerin durumları göz önünde bulundurularak sadece din adamı değil, doktor, insan hakları gözlemcisi, barış gücü gönüllüsü, mühendis, dil kursu öğretmeni, bilgisayar programcısı ve sportif bir faaliyetin organizatörü gibi çeşitli meslek mensupları misyoner olarak gönderilmekte ve çalıştırılmaktadır.”(2)
 
DİB yayını olan Prof. Dr. Şinasi Gündüz’ün, “Misyonerlik” isimli kitabının tanıtıldığı bir yazıda ise şöyle denilmektedir: 
“Son yıllarda misyonerlik faaliyetlerinin ülke gündemini fazlasıyla meşgul ettiği, pek çoğumuzca kabul edilen bir gerçektir. Başkanlığımız da halkımızın farklı kesimlerine, bilhassa gençlerimize karşı sinsi ve sistemli faaliyetlerin yürütüldüğü misyonerlik konusunda, Prof. Dr. Şinasi Gündüz’ün hazırladığı ‘Misyonerlik’ kitabını bastırarak, okuyucunun istifadesine sunmuş bulunuyor. Kitap, konunun güncelliği ve hitap ettiği hedef kitlenin durumu göz önüne alınarak ayrıca önemsenmiş ve öncelikli görülerek yayımlanmıştır. Misyonerlik ilk bakışta dinî nitelikli masum bir çalışma gibi gösterilmek istense de; işin arka planında, ülke bütünlüğü ve millî birliğimizin hedef alındığı; dinî bilgi yönüyle yetersiz vatandaşlarımızın karanlık emellere alet edilmek istendiği; ahlaki değerlerinden, millî ve dinî kimliğinden koparılmaya çalışıldığı da bir gerçektir.”(3)
 
O Hâlde Amaç Üzüm Yemek Değil Bağcı Dövmektir 
Görüldüğü gibi anayasal bir devlet kurumu olmanın yanında, din hizmeti konusunda bu ülkenin en yetkili ve en üst makamı olan Diyanet İşleri Başkanlığımız, misyonerliği, ülke bütünlüğümüzü ve millî birliğimizi bozmayı hedefleyen muzır faaliyetler cümlesinden saymaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi, söylediği her sözü, yasalar çerçevesinde ölçüp biçerek ve tartarak söylemesi gereken bir kurum bile, misyonerlik konusunda açık açık “muzır akım” derken, en azından teoride de olsa, akademik ifade özgürlüğüne ve fikir hürriyetine sahip akademisyenlerin bu konuda söyledikleri ve yazdıkları neden soruşturma konusu yapılıyor? Misyonerlik karşıtı oldukları gerekçe gösterilerek evleri ve büroları aranmak suretiyle bu adamlar üzerinde kurulan baskının başka bir amacı olabilir mi dersiniz?
 
Prof. Dr. Zekeriya Beyaz ve Prof. Dr. Şahin Filiz gibi, diğerlerine kıyasla çok daha medyatik olan akademisyenlerin anlattıkları, galiba bu konuda bizlere az da olsa bazı ipuçları vermektedir. Babası Zekeriya Beyaz adına açıklamalarda bulunan Gökçen Beyaz diyor ki; 
“Sabah erken saatlerinde bir arama kararıyla birlikte geldi polis arkadaşlar. Kararda Ergenekon operasyonu kapsamında, Doğu Perinçek ve Hurşit Tolon'un misyonerlikle ilgili kışkırtıcı söylemlerde bulundukları ve babamın da bunun içinde olduğuna dair arama kararı vardı. Evden misyonerlikle ilgili hiçbir belge alınmadı. Said-i Nursi ve Nurculukla ilgili, çıkacak olan bir kitap vardı. Polis arkadaşlar sadece onunla ilgili bilgileri incelediler ve belgeleri aldılar. Yazılan karar misyonerlik faaliyetleriyle ilgiliydi. Fakat o belgelerin hiçbirine dokunmadılar. Sadece Said-i Nursi'yle ilgili olan dokümanlar çok dikkatli bir şekilde incelendi. Onların hepsi teker teker alındı.”(4)
 
Benzer şeyler Prof. Dr. Şahin Filiz tarafından da dile getirildi. 1 Nisan 2011 akşamı Haber-Türk TV’de “Türkiye’nin Nabzı” programına katılan Şahin Filiz, hemen hemen Gökçen Beyaz’ın söylediği şeyleri söyledi. Dediğine göre onun evinde ve ofisinde de aynı şeyleri yapmış polis...
 
Aynı şeyler, aramanın yapıldığı günün ertesinde bir TV kanalında bizzat Zekeriya Beyaz tarafından da dile getirilmiştir. Hatta Zekeriya Beyaz’ın program sırasında “Vitrine, koyarsınız Kur’an’ı, Tevrat’ı ve İncil’i. İnsanlar, kendi özgür iradeleriyle hangisini almak isterse onu alırlar. Ancak misyonerler öyle çalışmıyorlar. Sokakta ücretsiz İncil dağıtıyorlar. İncil’in arasına da para koyuyorlar. Müslüman çocuklarını kilise evlerde toplayıp beyinlerini yıkıyorlar…” anlamında laflar etmiştir Beyaz Hoca...(5)
 
Anlaşılıyor ki; akademisyenlerin evlerinin aranmasının sebebi misyonerlik konusunda söyledikleri sözler ve yazdıkları yazılar değildir. Eğer sebep öyle olsaydı en başta, bu akademisyenlerin evlerinin ve işyerlerinin değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve sık sık televizyonlara çıkarak “Misyonerlik”, “Yahova Şahitleri”, “Opus Dei”, “İlluminati”, “Tapınak Şövalyeleri” gibi konularda ortalığı toz dumana çeviren Aytunç Altındal gibi yazarların aranması gerekirdi. Çünkü Başkanlık, misyonerliği ülkemiz ve dinimiz açısından muzır bir faaliyet alanı olarak görmekte, bu konuda halkımızı bilinçlendirmeye çalışmakta, bunun için kitaplar yazdırıp, bilimsel toplantılar tertip etmektedir. Dolayısıyla ilahiyat profesörlerinin evlerinin aranmasındaki amaç üzüm yemek değil, büsbütün bağcı dövmektir.
 
Savcı Zekeriya Öz; umarım, vermiş olduğu bazı kararların bu ülkeye zarar verdiğinin farkına varmış durumdadır. Ve umarım, kendisini ziyarete gelen CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun “İlahiyatçıların evlerinde arama yapılması doğru değil, sonuçta bu kişiler din adamı. Dini de kendi özgür anlayışlarıyla yorumluyorlar” şeklindeki sözlerine “Biz de üzülerek izliyoruz, size katılıyorum”(6) diyen Sayın Diyanet İşleri Başkanı, ortaya çıkar, başkanlığın misyonerlik konusundaki tavrını açıkça ortaya koyarak bu konuda hukuk üzerinden oynanan komediye bir son verir. 
 



Ömer Sağlam
____________
3- Ramazan Özalpdemir, “Misyonerlik”, Diyanet Aylık Dergi, Haziran-2005,
6- bk. 1.4.2011 tarihli Hürriyet’te bulunan “Alevi-Bektaşi klasikleri hediye” başlıklı haber, s, 18.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN