Kopyacı Büyük Usta ve Saros-Bolayır Kanal Projemiz [Ömer Sağlam]

Nasreddin Hoca, Cuma namazı öncesi hutbesini okumak üzere minbere çıkmış. Cemaate o günkü gündeme uygun tavsiye ve öğütlerde bulunacaktır bulunmasına da aklına, “Muhterem Müslümanlar“dan başka bir şey gelmemiş. Zira o günkü hutbenin metnini ve konusunu unutmuştur hoca. “Muhterem Müslümanlar bugünkü hutbenizin konusu“ cümlesini birkaç kere yinelerse de gerisini bir türlü getirememiş. Bu sırada minberin dibinde oturmakta olan ve Hoca'nın müşkül durumunu gören oğlu daha fazla dayanamamış ve babasına şöyle seslenmiş;
-“Babacığım madem hutbenin konusu aklına gelmiyor. Minberden inmekde mi aklına gelmiyor?!“

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir’in durumu da aslında Nasreddin Hoca’nın durumundan farksızdır. ÖSYM’deki onca sınav yolsuzluğuna ve şaibe iddialarına rağmen aklına istifa edip ÖSYM koltuğundan inmek de gelmiyor bizim Demir Ali’nin!

Tam 21 sene boyunca bu insanları yakından takip etme imkânı bulduğum için söylüyorum; ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali  Demir, en azından fiziki görüntüsü itibarıyla tipik bir  malum cemaat mensubunu andırmaktadır. Hele hele sağa doğru eğik başı ve oldukça ezik görüntüsüyle tam da ... hazretlerini hatırlatıyor insana! Anlaşılan Ali Demir, öğrencilik yıllarında iki dizinin üstünde ve boynu eğik vaziyette çok risale dinlemiş ışık evlerinde! Elbette bizimkisi sadece bir tahmin ve benzetme. Yanılıyor da olabilirim...

Prof. Dr. Ali Demir, malum; ÖSYM Başkanı olduğu tarihten itibaren Türkiye’nin gündemine oturmuş bir bürokrat. Onun başkanlığı döneminde yapılan hemen bütün sınavlar şaibeli sınavlar olarak tarihe geçmiş bulunuyor. Türkiye, önce YGS’de tespit edilen şifrenin, bazı öğrencilere servis edildiği iddialarıyla çalkalandı ve YGS mahkemelik oldu. YGS henüz temize çıkmadan bu sefer ALES sınavına ilişkin soru kitapçığında bazı hatalar ve eksiklikler olduğu ortaya çıktı. Onun şoku geçmeden, bu sefer açıklanan YGS sonucu skandalıyla karşılaştı Türkiye. Yeni skandalın konusu, ilk açıklanan listede barajın altında puan alarak LYS’ye giriş hakkı kazanamayan bazı öğrencilerin itirazları üzerine bu kez yüksek puanlar almasıdır. Peki akıl edip de itiraz edemeyen garibanların durumu acaba ne olacak? Ali Demir, ÖSYM’yi işte böyle içinden çıkılmaz hâle getirmiş bir adamdır.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan da dahil olmak üzere; Hükûmet çevrelerinin koro hâlindeki “Tatmin olduk“ iddialarına mukabil Türkiye bu konuda asla tatmin olmamıştır. Çünkü bizzat ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir, YGS ve ALES sınavına giren öğrencilere yazmış olduğu mektuplarla bahse konu sınavlarda bazı hatalar ve usulsüzlükler olduğunu kabul etmiş ve bir nevi özür dilemiştir. Hakkını teslim edelim; aslında YGS’de usulsüzlük ve pozitif kayırmacılık yapıldığını iktidar partisinin bazı yöneticileri de kabul ve itiraf etmişlerdir. Örneğin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, konuya “acemilik, yanlışlık, hata ve pozitif ayrımcılık“ şeklinde yaklaşmıştır.(1)

Hüseyin Çelik’in “Kızlara pozitif ayrımcılık adına, sisteme ’önce kızları yerleştir’ şeklinde bir komut verilmiş. Bilgisayarlara ne derseniz onu yapar“ (2) şeklindeki sözleri, oldukça enteresandır. Mazallah; ya aynı komut bilgisayar ortamında yapılan oy sayım işlemi sırasında da veriliyorsa. Yani AKP adına pozitif ayrımcılık yapılarak oy sayım sistemine “AKP’yi iktidara getir!“ şeklinde bir komut veriliyorsa! Öyle ya, Hüseyin Çelik’e göre YGS’de ne komut verirseniz onu yapan bilgisayarlar, seçimlerde de pekâlâ aynısını yapabilirler...

KPSS’nin yinelenmesi ve öğrencilere yazılan mektuplar sebebiyle ÖSYM, belki de milyonlarca TL ilave masraf yaptı, yani zarara uğratıldı. Ancak ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir, işi pişkinliğe vurup bir türlü istifa etmeyi düşünmedi.

Onca matematik profesörü varken, bir tekstil mühendisi olduğu hâlde işi hesap kitap yapmak olan ÖSYM Başkanlığı için ısrarla onu arayıp bulanlar da kendisini bir türlü görevden almadılar. Oysa Ali Demir’in önünde çok canlı bir örnek duruyor. Kendisinden önceki ÖSYM Başkanı Prof. Ünal Yarımağan, KPSS’de yapılan toplu kopya üzerine son derece haysiyetli davrandı ve istifa ederek izzeti ikbal ile babı hükûmetten çekilip giti. Ancak Ali Demir, aynı fazileti bir türlü gösteremedi. Asfalta sümkürülmüş fukara sümüğü gibi yapıştı kaldı ÖSYM koltuğuna. Oysa istifa edip kenara çekilse, kendisini o göreve getirenleri de rahatlacaktır.

Ancak, öğrendiğimiz kadarıyla kopyacılık ÖSYM Başkanı’nın kanına işlemiş ve normal bir davranış hâlini almış bir durum. Ali Demir, vaktiyle bir Alman akademisyenin tekstil üzerine yazmış olduğu bilimsel yazıları sanki kendi yazısıymış gibi yayınlayıp akademik prim yapmak istemiş. Yani bir nevi bilgi hırsızlığı (intihal/aşırma) yapmış. Yakayı ele verince de sadece bir özür dilemekle yetinmiş! Kendisinden intihal yaptığı Alman akademisyenin eşi anlattı, geçenlerde bir TV kanalında. Ayrıca İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü olarak yapmış olduğu bir akademik sınavda da yolsuzluklar yaparak söz konusu sınavın iptaline ve yinelenmesine sebebiyet vermiş, Ali Demir. Açıkcası Ali Demir’in sınav yolsuzlukları yoluyla devleti zarara ve itibar kaybına uğratması yeni bir şey değildir. Daha da vahimi, Ali Demir’in profesörlüğü de şaibelidir. Çünkü onu profesörlüğe yükselten jürinin raporu o yöndedir. (3)

AKP İçin İntihal Meşru Bir Davranıştır! 
Akademik hayatı intihal ve kopyacılıkla iç içe geçmiş olan Prof. Dr. Ali Demir’in, kendisini atayanlar tarafından görevden alınmasını beklemek ham hayalden ibarettir. Çünkü intihal ve kopya, AKP iktidarı tarafından adeta meşru görülen ve ödüllendirilen bir davranıştır. Zira vaktiyle Başbakanlık Müsteşarı olduğu sırada Ömer Dinçer’in de bir eserinde intihal yaptığı ortaya çıkarılmış ve profesörlüğü YÖK tarafından elinden alınarak, adı geçen, doçentliğe düşürülmüştür. YÖK, intihalci/aşırmacı Ömer Dinçer’in akademik unvanını düşürmesine düşürmüştür ama AKP Hükûmeti, Ömer Dinçer’in bürokratik unvanını hep korumuş ve sürekli yükseltmiştir. Ömer Dinçer’i müsteşarlıktan alarak bu milletin vekili ve bakanı bile yapmıştır AKP yöneticileri.

Kopyacı Büyük Usta Tayyip Erdoğan!
Prof. Dr. Ömer Dinçer ve Prof. Dr. Ali Demir’e ısrarla sahip çıkmakla intihalcilerin ve kopyacıların hamisi durumuna düşen Başbakan Erdoğan, ısrarla iktidarda çıraklık ve kalfalık dönemlerini geride bıraktıklarını ve 12 Haziran genel seçimlerinden sonra ustalık dönemine geçeceklerini söylemektedir.

Bilindiği gibi söz konusu kavramlar, aynı zamanda masonik kavramlardır. “Mason“ kelimesi de zaten “Duvarcı“ veya “Duvar ustası“ anlamlarına gelmektedir. Masonlar, rivayete göre Hz. Süleyman'ın mabedinde çalıştığı söylenen duvarcı ustası Hiram Usta'yı kendileri için örnek veya pir kabul ederler. Ancak konuya ilişkin bazı söylemlerinin aksine, özellikle İsrail’in Filistin halkına yönelik politikalarını tenkit ederken kullanmış olduğu dil ve üsluba bakılırsa tipik bir anti semitist görüntüsü veren Tayyip Bey’in; bu çıraklık, kalfalık ve ustalık kavramlarını masonlardan aldığını kesinlikle düşünemeyiz.

Bize kalırsa Sayın Başbakan, bu kavramları Masonlardan değil, Mimar Sinan’ın hayatından devşirmiştir. Bilindiği gibi Mimar Sinan, Mihrimah Sultan Camii için çıraklık, Süleymaniye Camii için kalfalık, Selimiye Camii için ise ustalık eserim demiştir. Başbakan da muhtemelen Mimar Sinan’a öykünerek duble yollar için çıraklık, Marmaray için kalfalık, Kanal İstanbul Projesi için de ustalık eserim diyecektir.

Zira Başbakan, ustalık döneminin eseri olarak gördüğü ve kamuoyuna “Çılgın Proje“ olarak lanse ettiği eserini açıkladığı salona partililerinin “Büüüyük usta, büüüyük usta“tezahüratıyla girmiş bulunuyor. (4) Anlaşılan, Başbakan bu “Büyük Usta“ yakıştırmasını pek sevmişe benziyor. Artık seçim mitingi yaptığı meydanlara bile “Büyük Usta“ pankartları asılıyor ve gitiği her yerde bu tezahüratla karşılanıyor.

Ancak gelin görün ki; intihalcilerin ve kopyacıların hamiliğine soyunan bizim "Büyük Usta"nın “Çılgın Projesi“ de meğer bir kopyadan ibaretmiş ve söz konusu proje Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa’dan, Başbakan Bülent Ecevit’e kadar pek çok devlet adamı tarafından defalarca gündeme getirilmiştir. Bizim "Büyük Usta"nın kopyacı ve intihalci bürokratları sonuna kadar sahiplenmesi, meğer bu yüzdenmiş! Bu durum, milletimiz için; kısaca, “Ebemi halleden kadı, derdimi kime anlatayım“ türünden bir durumdur. Devlet'in başındaki adam kopyacı ve intihalci olunca, alttakiler haydi haydiye olurlar. Bu hususta hoca, cemaat örneğini vermeye lüzum bile yoktur. Esasen bizim Büyük Usta’nın, yaklaşık 8.5 yıldır Kemal Derviş’in ekonomi programını bire bir kopya ettiği bilinen bir gerçektir. Anlaşılacağı gibi; Sayın Başbakan da tıpkı koruma altına aldığı bürokratları gibi bir nevi intihal ve kopyalarla işi götürmektedir!

Bütün bunlara karşı, yani dün başkaları tarafından düşünülmüş ve hayal edilmiş bir projenin bugün AKP Hükûmeti tarafından hayata geçirilmesi kötü bir şey midir? Hayır, asla. Eğer hayata geçirilecek projeler, milletin ve memleketin menfaatine ise kim tarafından düşünülürse düşünülsün, bu projeleri hayata geçirenler mutlaka tarihteki şerefli yerlerini alacaklar ve projenin gerçek sahibi onlar olacaklardır. Ancak gönül isterdi ki; Sayın Başbakan, tevazu göstersin ve bahse konu projeyi, "Sokollu Mehmet Paşa’dan Ecevit’e kadar zaman zaman gündeme gelen bir ’Kanal İstanbul’ projesi var, bu projeyi yapmak da inşallah bize nasip olacaktır..." şeklinde lanse etsin. Ancak hayır, proje, halka yeni ve orijinal bir projeymiş gibi afişe edildi. Ancak medyada çarşaf çarşaf haberler çıkıncadır ki; Sayın Başbakan ve çevresi, projeyi ilk tasarlayanların haklarını teslim etmek zorunda kaldılar. (5)  

Proje gerçekleşir mi bilinmez. Şahsen biz, bu projenin tıpkı Osmanlılar döneminde olduğu gibi kadük kalacağı kanaatini taşıyoruz. Öte yandan uluslararası hukuk uzmanlarının dediklerine göre; en başta yabancı devletler, “Montrö Sözleşmesi“ ile İstanbul Boğazı’ndan ücretsiz, hatta kılavuz kaptansız geçiş yapma hakkına sahip olmakla ve Türkiye, “Montrö Sözleşmesi“ gibi çok taraflı bir anlaşmayı tek taraflı olarak değiştiremeyeceğine göre “Kanal İstanbul“ projesi, önemli hiç bir fonksiyonu olmayan fuzuli bir proje olarak kalacaktır. Yabancı devletler, geçişlerin paralı olacağı için “Kanal İstanbul“u tercih etmeyeceklerdir.

Böyle olunca, Kanal İstanbul, arazi mafyasından, emlak spekülatörlerinden, bir de AKP’nin propaganda malzemesi olmaktan öte hiçbir işe yaramayacaktır. Tıpkı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ.Melih Gökçek’in, Ankara’da kurulacak hayali "Disneyland"ın yerini, hemen her yıl başka yere alarak Ankara’daki emlak vurguncularını zengin ettiği gibi, Başbakan da hayali “Kanal İstanbul“ projesi ile İstanbul’daki emlak vurguncularını zengin etmekle iktifa edecektir. Ayrıca bana göre de Ankara ve İstanbul’daki evlerin musluklarından leş gibi sular akarken, şehirleri uyduruk su bayileri işgal etmişken ve Anadolu’nun pek çok köyünde hala eşek sırtında su taşınırken, “Kanal İstanbul“ gerçekten de bir fanteziden ve hayalden ibarettir. Bu durum, özetle ülkemiz açısından tam da “Ayranı yok içmeye faytonla gider s.çmaya“ misali bir durumdur.

Saros-Bolayır Kanal Projesi de Benim Çılgın Projemdir!
Anlatılanlardan öğrendik ki; Başbakan'ın çılgın projesinin patenti Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa’ya aittir. Bu konuyu da gündeme getiren bir adem oğlu var mı bilmiyorum ama benim de aslında bir çılgın projem var. Mesafe itibarıyla Başbakan'ın sözüm ona çılgın projesinden hem on kat daha kısa, hem de maliyet itibarıyla onun projesinden muhtemelen on kat daha ucuz bir projedir. Yani ülkemiz açısından gerçekleştirilebilirlik ihtimali Başbakan'ınkinden on kat daha mümkündür.

Bilindiği gibi İstanbul Boğazı’nda yaşanan trafik yoğunluğunun aynısı, Çanakkale Boğazı’nda da yaşanmaktadır. Trafik yoğunluğu sebebiyle gemiler, bazen günlerce Bozcaada ve Gökçeada açıklarında beklemektedir. Hele hele rüzgârlı günlerde Çanakkale Boğazı tamamen gemi trafiğine kapanmaktadır. Gökçeada’ya gidenler bile bazen günlerce adada mahsur kalmaktadırlar.  

Dolayısıyla bana göre, Saros Körfezi’nden Bolayır’a bir kanal açılması durumunda Çanakkale Boğazı’ndaki gemi trafiği kendiliğinden rahatlayacaktır. Üstelik Saros Körfezi, Çanakkale’ye göre daha az rüzgâr aldığından “Saros-Bolayır Kanalı“, 7 gün 24 saat gemi trafiğine açık olacaktır. İşte size harika bir proje! Hem daha ucuz hem daha kolay ve üstelik ayakları yere basan bir proje. 


Maksadınız ada yapmaksa işte size kutsal bir ada: “Çanakkale Şehitler Adası“. Çünkü, Saros-Bolayır Kanalı ile "Çanakkale Savaşları"nın yapıldığı alan, yarım adalıktan çıkıp tam bir ada olacaktır. Bakın proje bana ait olmasına rağmen telif filan da istemiyorum. Üstelik fizibilite için Başbakan'ın projesi gibi iki yıl çalışmaya da gerek yoktur. Gönderin dozerleri hemen yarın başlasınlar kazmaya. Muhtemelen ancak bir milyar dolar tutarındaki proje için hiç iki yıl fizibilite çalışması yapmaya değer mi? Üstelik bizim çılgın projemizin kazı çalışmaları sırasında şehit kemiklerinden başka bir şey de çıkmaz. Yani çanak-çömlek çıkıyor diye projenin gecikmesi de söz konusu olmaz. 
Şehit kemikleri mi? 
Onlar, zaten siz kazmasanız da kendiliğinden etrafa dökülüp saçılmış durumdalar. 
Birkaç kemik de siz çıkarsanız kaç yazar!



Ömer Sağlam
_______________

1- 7.4.2011 tarihli Milliyet, “Çelik, ÖSYM’yi hem eleştirdi hem savundu“ başlıklı haber,
2- Aynı haber,
3- 30.4.2011 tarihli Milliyet, “Ali Demir için ‘teknisyen bile olamaz’ denmiş” başlıklı haber,
4- 28.04.2011 tarihli Hürriyet, “Kanal İstanbul , Marmara ile Karadeniz’i bağlayacak günde 160 gemi geçecek“ başlıklı haber, s, 11,
5- bk.“Marmaray’ı Abdülmecit dedemiz çizmiş“ başlıklı haber, http ://www.hurriyet.com.tr/gundem/17667771.asp

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN