Genelde internet, özelde ise şu facebook çok iyi bir şey. Ancak iyi niyetli ve doğru kullanılırsa. Ara sıra ben de yapıyorum ama şu önüne gelen her sözü ve her görüntüyü paylaşanlar yok mu? Gıcık oluyorum bu insanlara. Resmen taciz ediyorlar insanları. İtiraf etmek gerekirse bazen ben de yapıyorum aynı şeyi. Ancak ben paylaştığım her söze ve görüntüye mutlaka kendi yorumumu ekler, gerekli tenkitte bulunurum.
Son zamanlarda dikkatimi çeken bir şey de “HAYIRLI CUMALAR” ve “CUMANIZ MÜBAREK OLSUN” şeklindeki paylaşımlardır. Doğrusu bu da İslam’a ve Müslüman’a yakışan bir davranış değildir. Düpedüz din istismarıdır. Çünkü bu paylaşımın muhatapları, arasında muhtemelen Cuma ile uzaktan yakından alakası olmayan insanlar da bulunabilmektedirler. Dolayısıyla bu tür mesajlar, bu insanları da taciz etmekte ve inanç özgürlüklerine müdahale anlamına gelmektedir. Onları bir anlamda zorla Cuma Namazı kılmaya yönlendirme amacı taşımasa bile en azından mesaj sahibinin, “Bakın ben Cuma namazı kılan birisiyim. Bana o gözle bakın. Benimle ilişki kurarken bu zeminden hareket edin” düşüncesini başkalarına iletme çabasıdır. Hatta bu paylaşımı, kendilerine Cuma Namazı farz olmayan kadınlar bile yapmaktadırlar.
BİDAT NEDİR?
“Hayırlı Cumalar” dileğinin, bid’at olup olmadığına karar vermek için galiba öncelikle şu bid’at kavramını bilmek gerekiyor. Sözlüklerimiz, bid’at kavramını, “Sonradan türeyen şey” şeklinde anlamlandırdıktan sonra, dini bakımdan “İslâm dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler” şeklinde tarif etmektedirler (1). Yani “Dinin aslından olmayan ve şer'î delillere istinad etmeden sünnete aykırı olarak icad edilen şeylerdir. Başka bir ifadeyle; dinî emirlerin ikmalinden sonra, Hz. Muhammed'in sünnetine, Kur'ân'ın sarîh hükümlerine, ashab, tabiin ve müctehitlerin genel görüşlerine tamamen aykırı olarak ortaya çıkan hal, davranış ve işler” demektir. “Bu iki tanımdan da anlaşıldığı gibi, sonradan ortaya çıkan bir olay veya davranışın bid'at olabilmesi için dinin muhtevasına zıt olması gerekir.”(2)
Konunun uzmanı olanlarca yapılan bu tariflerden de anlaşılacağı üzere; sonradan ortaya çıkan bir olayın, davranışın ve uygulamanın bid’at olabilmesi için temel ayıraç, bu olayın, davranışın, uygulamanın, kabulün veya inancın, dinin özüyle çatışıp çatışmadığıdır. Bu yeni durum veya hal, dinin özüyle çatıştığı anda din ortadan kalkar ve bid’at devreye girmiş olur. İşte bu noktada karşımıza yeni bir kavram daha çıkmaktadır. O kavram Hurafe’dir. Kısaca, “dine sonradan girmiş boş inanç” demek olan Hurafe, bir anlamda dinin özüyle ve esasıyla çelişen bid’atlar demektir. Anlaşılacağı gibi bid’atlar dinin özüne ve esasına uygun olan bid’atlar, uygun olmayan bid’atlar (hurafe) şeklinde ikiye ayrılmaktadır.
Zaten Bid’atlar üzerine araştırma yapan bazı din adamları, bid’atları, “Bid'at-ı Hasene” ve “Bid'at-ı Seyyie” şeklinde bir ayrıma tabi tutmuşlardır. Bunlara göre; Bid'at-ı hasene; aslı kitap ve sünnette olmakla birlikte, uygulanış şekli itibariyle az çok değişiklikler arz eden düzenlemeler veya kabullerdir. Bid’at-ı Seyyie ise, aslı ve faslı kitap ve sünnette olmayan uygulama ve kabullerdir.
Bunun yanında bid’atları, “Âdette bid’at” ve “İbadette bid’at” şeklinde ayrıma tutanlar da bulunmaktadır. Âdette bit’at; “Sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. İbadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah sayılmaz” şeklinde tarif edilmiştir. İbadette bid’at ise “Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid'at karıştırmak büyük günahtır.” tarif edilmiştir. (3)
Bid’atların doğma veya oluşma sebepleri farklı farklıdır ve genel kabule göre; bid’atların asıl doğuş sebebi, toplumlardaki kültür değişmeleridir. Yani İslam Dairesine giren toplumların, eski inançlarına ait bazı inanç ve kabulleri, İslam Dini’nin içine taşımış ve onlara İslami bir kılıf uydurmuş olmalarıdır. Bid'atların doğuşuna ve yaygınlaşmasına sebep olan hususlar genel olarak şunlardır: 1- Bid'atın, bilinçli olarak üretilmesi, 2- Cehalet, 3- Kültür etkileşimi, 4- İslâm öncesinden kalan gelenek ve görenekler, 5- Eski dinlerden kalan alışkanlıklar, 6- Çok sevap kazanmak veya dinî vecibeleri fazlasıyla ifa etmek düşüncesi (4).
Burada bizi ilgilendiren, daha doğrusu bu yazımızda üzerinde duracağımız husus, birinci husustur. Yani, “Bid'atın, bilinçli olarak üretilmesi” hususu.
HAYIRLI CUMALAR BİDATI
“Cuma kutlamaları” da galiba son birkaç yıl içinde İslam'a bilinçli olarak sokulan bid’atlardan birisidir. Yukarıdaki tariflere göre; “Hayırlı Cumalar” bid’atı, kanaatimizce “Bidat-ı Hasene" ve “Âdette Bid’at” kavramlarının içine girmektedir. Yani “Sevap beklenilmeksizin, dünya menfaati için yapılan bir şey olmakla birlikte dinin özüyle çatışmamaktadır”.
Ancak bize göre “hasene” de olsa, yani dinin özüyle çatışmamış olsa da bidat bidattır ve böyle bir davranış asla doğru değildir. Tıpkı bazı kandil kutlamalarının da bid’at olmakla, doğru olmadığı gibi. Ancak neylersiniz ki; bugün bırakın STK’ları, kamu kurumu niteliğindeki Belediyeler bile kandil kutlamalarında bulunuyor. Bütün maksat, oy tabanını teşkil eden seçmenlerle iletişim kurmak, onlara mesajlarını iletmektir. Yani bir anlamda siyasi rant elde etmektir. Bunun adı, düpedüz dini siyasete alet etmek ve din istismarcılığıdır.
Doğrusu özellikle de biz Türklerin, İslam'a bid’at, israiliyat ve hurafe sokmakta üstümüze yoktur. Bana göre; örneğin şu kandillerin çoğu, uydurmadır. Yani bid’attır. Vakti zamanında, Müslüman ahaliyi zapturapt altına almak için uydurulmuş günlerdir. Mesela şu Regaib Kandili’ni ele alalım. Müslümanlar, daha Hz. Peygamber’in kaç senesinde doğduğunu bilmezler ama (5) “Hz. Peygamber’in ana rahmine düştüğü gündür” diyerek Regaib Kandili kutlamaktan da geri durmazlar. Sonra da gelsin Süleyman Çelebi’nin buram buram şirk, hatta inkâr kokan şiirlerinin mevlit adı altında okunması ve kandil kutlamaları. Gelsin mevlithanların ceplerini doldurma girişimleri. Gelsin bu gibi gecelerde siyasi mesaj iletme gayretleri.
Hz. Peygamber ne kadar “Ey ashabım (veya ümmetim), sizler de beni Hıristiyanların İsa’yı yücelttikleri gibi yüceltmeyin. Ben de tıpkı sizler gibi Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum. Sizden tek farkım bana kitap gönderilmiş olmasıdır” diyorsa da bizim Süleyman Çelebi Efendi, kuru ekmek yiyen bu Kureyşli anneyi olmadık ortamlara sokmak için didinir durur şiirlerinde. Onu konuşturur, doğum esnasında ellerinde alemler olan meleklere törenler düzenletir, Kevser şarabından içirir ve Hz. Amine’nin ebeliğini hurilere yaptırmakta hiçbir beis görmez. Allah rahmet eylesin, Süleyman Çelebi, tüm bunları yazarken Hz. Amine’nin henüz birkaç yaşındaki oğlu Muhammed ile Medine’deki akrabalarının yanından Mekke’ye dönerken Ebva köyünde öldüğünü ve zaten yetim olan bu küçük çocuğu çölde öksüz ve yapayalnız bıraktığını hiç düşünmez. Hem Allah’ın zamandan ve mekândan münezzeh olduğuna inanır, hem de Hz. Peygamber’i göklere uçurarak arşın bilmem kaçıncı katında oturmakta olan Allah ile görüşmeye gönderir!
Oysa en azından benim bildiğim kadarıyla Kur'an'da “Kadir Gecesi” dışında başka bir geceden bahsedilmez. Zira Kur’an’a göre; Kadir Gecesi, Kur’an’ın indirildiği gecedir ve bu sebeple bu gece bin aydan daha hayırlı kılınmıştır. Cuma günü ise gerçekten kutsal bir gündür. Çünkü bu konuda açık ayet vardır. Allah Kur'an'da"Cuma günü namaz için çağrıldığınızda alışverişi bırakın Allah'ı zikretmeye koşun… Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin…” (6) buyurur.
Ancak Kur'an'da böyle buyruluyor diye, her hafta Cuma günü geldiğinde ortalığı ayağa kaldırıp velveleye vermek, abartılı söz ve gösterişli hareketlerde bulunmak hoş şeyler değildir. Müslümanların birbirine "Hayırlı Cumalar" dilemesi ilk bakışta her ne kadar güzel bir davranış gibi gözüküyor ise de, bunu adeta insanlar arasında birbirlerini tanıma vesilesi ve bir nevi ortak şifre haline getirmek kanaatimizce fazla yakışı kalmıyor. Hele hele Cuma namazını bahane ederek, namazdan sonra işyerine gitmemek, aynı kafadaki arkadaşlarla vakit geçirip işi asmak, ya da şeyhinin Cumasını kutlayıp mübarek elini öperek hayır duasını almaya gitmek, asla Müslüman’a yakışan davranışlar değildir. Çünkü Cuma Suresi’nin 10’uncu ayeti, “namaz kılındıktan sonra artık işinize gücüne bakın” diyor.
DİYANET'İN BU KONUDAKİ TUTUMU
Bu ülkede bid’atları ve hurafeleri temizlemek ve halkı din konusunda aydınlatmakla görevli Diyanet teşkilatı, ne yazık ki ve çoğu kere bilerek hurafelere ve bid’atlara destek vermektedir. Mesela geçmişte ve günümüzde birçok Diyanet mensubu, Ramazan ve kandil gibi özel günlerde televizyon ekranlarını parsellemektedirler. Diyanet mensubu din görevlilerinin en önemli gelir kaynaklarından birisi de ne yazık ki; mevlit ve cenaze merasimleridir. Diyanet çalışanları özellikle büyük şehirlerde bu işler için özel ekipler ve gruplar kurmuşlardır. Her türlü elektronik donanımları ve ses sistemleri hazır olan bu ekiplerin rayiçleri ve fiyat tarifeleri de vardır. Eğer ekipte bulunan din adamları biraz ünlüyse, fiyatları birden tavan yapmaktadır.
1999 yılındaki Marmara Depremi’nden sonra Diyanet bilinçli olarak Cuma Namazlarına müdahale etmiş ve bu namaza bid’atlar sokmuştur. Örneğin Cumanın farzını kılıp selam verdikten sonra uzunca bur duayı okumayı, yine minberde hutbenin ikinci bölümünde Türkçe edilen duayı ve en son okunan ayetin Türkçe meâlini vermeyi, daha yakın geçmişte ihdas etmiştir Diyanet. Cumanın farzından sonra tahıyyatta okunan uzunca dua kaldırılmıştır ama diğer bid’atlar olduğu gibi devam etmektedir. Şimdi denilecektir ki; minberdeki hatibin Türkçe dua okumasının ve sondaki ayetin Türkçe anlamını vermesinin ne gibi bir sakıncası vardır? Sakıncası yoktur da, Cuma namazının gereksiz yere uzamasına sebep olmaktadır. Şu halde ya sadece Türkçesi okunmalıdır (ki; bence de doğrusu budur), ya da sadece Arapçası. Minberde birkaç dilde dua ve ayet okumanın hiçbir anlamı ya da gerekliliği yoktur. Yarın öbürgün Kürt kökenli vatandaşlar “Biz de minberde Kürtçe dua ve okunan ayetlerin Kürtçe mealinin verilmesini istiyoruz” derlerse onu da mı yapacaksınız? Lütfen ibadetleri sulandırmayınız.
Diyanet’in aynı tutumunu ne yazık ki; “Cuma kutlamaları” konusunda da görüyoruz. Bunun bir bid’at olduğunu bilen ya da en azından bilmeleri gereken müftülerimiz bile aynı bid’ata alet ve yaygınlaşmasına vesile olmaktadırlar. Mesela ben, şahsen, her hafta Cuma günü gelince bütün personelini "Cumalaşma" adı altında makamında toplayıp tebrikleşen ve el öptüren müftüler biliyorum. Hatta vaktiyle Osmaniye Müftülüğü’nde A.Çakar isminde bir vaiz efendi ile tanışmıştım. Vaiz efendinin Türkçeyi telaffuzu çok farklı idi ve bu sebeple hakkında komik şeyler anlatılıyordu.
Rivayete göre; vaiz efendi telaffuz güçlüğü çekmesinden dolayı “kızmak” fiilini “kızmek” şeklinde, “cumalaşmak” fiilini ise “cimalaşmak” şeklinde telaffuz ediyor camide cemaate vaaz yaparken örneğin “Müslüman’a yakışan kızmamasıdır”diyeceğine “Müslüman’a yakışan kızmemesidir” diyor “Arkadaşlar toplanın cumalaşalım” diyeceği yerde “Arkadaşlar toplanın cimalaşalım” diyordu. Böylece komik olaylara ve gülüşmelere sebep oluyordu.
Dolayısıyla bana göre; bir devlet memurunun, çalıştığı dairede Cuma vakti yaklaşınca gömleğinin kollarını dirseklerine, pantolonunun paçalarını da diz kapaklarına kadar sıyırıp terliklerini giydikten sonra şip şip şip lavaboya gitmesi ne kadar çirkinse, insanların internet ortamında birbirine “HAYIRLI CUMALAR” ve “CUMANIZ MÜBAREK OLSUN” mesajları çekmesi de o derece çirkindir. Tamam, anladık kardeşim, sen Cuma namazını kılan bir adamsın. Allah kabul etsin. Ancak bu durumunu herkese duyurmana ne gerek var. Bakın Mâun Sûresi’nde ne buyuruyor Allah: “…Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki; onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mani olurlar” (7). İslam akıl ve mantık dinidir. Lütfen aklımızı başımıza alalım…
_________________
1-Türkçe Sözlük, TDK Yayını, 1998, Ankara.
2- http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=560
3-bkz. http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2728.
4- http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=560
5-Bilindiği gibi, birçok dini konuda olduğu gibi Hz. Peygamber’in doğum yılı da ihtilaflıdır. Kimisi 570 yılında doğdu der, kimisi 571 yılında.
6-Kur’an-ı Kerim, 62/9-10,
7-Kur’an-ı Kerim, 107/4-7