Tanrıyla Güreşen Adam” Türkiye’ye Karşı [Ömer Sağlam]

Aşağıdaki yazı ayrıca redakte edilmedenyazarı   
tarafından gönderilen özgün hâliyle yayınlanmıştır
Halkımızın Hz. Yakup hakkındaki bilgisi, genelde Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılması hikâyesiyle sınırlıdır. Bu hikâyedeki Hz. Yakup, iki gözü görmeyen, yaşlı ve biricik oğlu Yusuf için sürekli gözyaşı döken çaresiz ve zavallı bir adamdır! Hatta “Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye” şeklinde bir ilahimiz bile vardır bizim. Oysa Hz. Yakup, Yahudiler ve İsrail oğulları için, bugünkü İsrail Devleti’ne de adını verecek boyutta çok önemli ve güçlü bir şahsiyettir. Çünkü İsrail Milleti, adeta Hz. Yakup ile başlar. Onun 12 oğlu, Beni İsrail’i teşkil eden 12 kabilenin de atası sayılır. Öyle ki hem kendi adı, hem de onun çocuklarına vermiş olduğu isimler, bugün Yahudilerin sıklıkla kullanmış olduğu isimlerdir. Örneğin, Yusuf’tan başka Levi, Yahuda, Ruben, Binyamin, Şimeon gibi isimler de onun oğullarına vermiş olduğu isimlerdir. Yani anlayacağınız Sayın Başbakan’ın Davos’ta “One minute” çektiği bugünkü İsrail Cumhurbaşkanı Peres de Yakup’un oğullarından Şimeon’un adını taşımaktadır; yani Şimon Peres(1).
İsrail, Hz. Yakup’un ikinci ismi veya lakabıdır. Bu lakap, Yakup isminin yerine kaim olmak üzere Kur’an’da da geçmektedir(2). İsrail kelimesinin anlamına gelince; bu konuda iki ayrı görüş vardır. Daha çok bazı İslam âlimlerinin benimsedikleri bir görüşe göre İsrail; “Gece yürüyen adam”, yani “Gece yürüyüşçüsü” demektir. Rivayete göre; Hz. Yakup, ikiz kardeşi Ays’ın kendisini öldürmesinden korktuğu için dayısının yanına giderken gündüzleri saklanıp geceleri yürüdüğü için kendisine “Gece yürüyüşçüsü” anlamında İsrail denilmiştir(3). Bilindiği gibi Arapça “İsrâ” kelimesi“Gece yürüyüşü” demek olup, bilindiği gibi Hz. Peygamber de Miraca çıkarken bir gece yürüyüşü gerçekleştirmiştir.

Ancak bu rivayet, akılcı olmakla birlikte, Tevrat kaynaklı diğer rivayet kadar meşhur olamamıştır. Hz. Yakup’un ikinci ismi veya lakabı olan “İsrail” ile ilgili Tevrat kaynaklı ikinci rivayete göre “İsrail”, “Tanrıyla güreşen” hatta “Tanrıyı yenen adam”demektir. Hangi tanrı? Elbette Yahudilerin bir anlamda Milli Tanrı pozisyonuna soktukları ve “Allah” yerine koydukları “Yehva” veya “Yehova”. Yehova’nın kelime anlamı "O, olmasına neden olur" demektir. Tıpkı İslam’da Allah için kullanılan “Kün fe yekûn-Ol dedi oldu” gibi bir kabul ve anlamlandırmadır bu. Dolayısıyla Yehova, Yahudilikte bir anlamda Allah demektir. Böylece Tevrat’a göre; Hz. Yakup, Allah ile güreşmiş ve onu yenmiştir!

Yukarıda Hz. Yakup’a, bir görüşe göre; kardeşi Ays’ın kendisini öldürmesinden korktuğu için dayısının yanına giderken gündüzleri saklanıp geceleri yürüdüğünden dolayı “İsrail” denildiğini söylemiştik. İşte O’nun, insan suretine giren tanrıyla veya onun meleğiyle güreşmesi(4), muhtemelen bu gece yürüyüşü sırasında vuku buluyor. Bu esrarengiz olay Tevrat’ta (Tekvin/ Bab32/24-32) şöyle anlatılmaktadır:
“Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti. Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıt verdi. Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Yakup.” Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.” Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı. Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel adını verdi. Yakup Peniel’den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakup’un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı.”(5)

Görüldüğü gibi; Tevrat’a göre; Hz. Yakup Tanrı (Yehova) ile gecenin bir yarısında güreşe tutuşmuş ve bu güreş sabaha kadar devam etmiştir! Tanrı, yakasını bir türlü Yakup’un elinden kurtaramamış ve güreş bir anlamda tanrının pes etmesiyle neticelenmiştir! Oysa böyle bir kabul, İslam’a göre Allah düşüncesine ters bir kabuldür, hurafedir ve uydurmadır…
İsrail Devleti’nin, bugün izlemekte olduğu siyasetin ve komşularına karşı takınmış olduğu şımarık ve umursamaz tavrın oluşmasında hiç şüphesiz bu kabulün de etkisi bulunmaktadır. Yani İsrail oğulları, kendilerini, hâşâ gerekirse Tanrı’yla bile başa çıkacak derecede güçlü hissetmekte ve kendilerine bu derece güven duymaktadırlar. İsrail’in umursamaz tavrının arkasında yatan güçlerden birisi ABD’nin tutumu ise de bence en önemli güç, işte bu Yahudi Milli Şuuru’dur. Ve bu şuur, büyük ölçüde muharref, yani tahrif edilmiş Tevrat’tan kaynaklanmaktadır.

Kendisine Tevrat gönderilen Hz. Musa, genel kabul görmüş bilgilere göre; M.Ö.14. yüzyılın sonu ile 13. yüzyılın başında yaşamıştır. Bugün elimizde bulunan Tevrat ise, yine genel kabul görmüş bilgilere göre; M.Ö.6’ncı yüzyılın sonları ile 5’inci yüzyılın başlarında yazılmıştır. Zira yaşadığı devir olarak M.Ö.604 ile 502 arasında olmak üzere muhtelif tarihler verilen Bâbil kralı Nabokadnezzar (Nabukatnezar)’ın, diğer adıyla Buhtunnassar, Kudüs’ü ve Tevrat nüshalarını yakıp yıkmış, Tevrat okuyanların büyük çoğunluğunu öldürüp bir kısmını da Babil’e sürgün ve esir etmiştir. Bu yıkım ve felâket sebebiyle Tevrat hükümleri büyük ölçüde unutulmuş ve günümüzdeki Tevrat nüshaları, yıllar sonra ve halk arasında hatırlandığı kadarıyla Yahudi bilginleri tarafından tekrar kaleme alınmıştır. İşte bu kaleme alma sırasında Rahip Ezra ve arkadaşları, Tevrat’a hem kendi düşüncelerinden, hem de Sumer ve Bâbil efsanelerinden bazı intihal ve ilaveler yapmışlardır(6).

“Yahudilerin Babil Sürgünü” başlıklı yazarı belli olmayan bir yazıda olay şöyle anlatılmaktadır:
“… Zorobabel’in önderliğinde Babil’den ana yurtlarına dönen Yahudiler, M.Ö. 515 yılında Kudüs’te ‘2. Bet-Amikdaş’ adını verdikleri ikinci tapınağı inşa etti. Yahudi tarihçilerine kalırsa; bu tapınağın yapımı, Pers Kralı’nın Yahudi asıllı karısı Ester’den doğan oğlu Kral 2. Darius’un katkısıyla başarılmıştır. Kudüs’teki ikinci tapınağı inşa eden Yahudilerin dinsel liderliğini bir sofer (Tevrat yazıcısı) ve koen (rahip) olan Ezra üstlenmişti. Tevrat’ın ilkelerini ülkeye yeniden yerleştirmeye girişti ve asimilasyona, karma evliliklere karşı topluluğu uyardı”(7).
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere; bugün elimizde olan Tevrat, Hz. Musa’ya inen orijinal Tevrat olmayıp, elbette içinde orijinal Tevrat’tan da ayetler bulunan muharref bir Tevrattır ve en iyi ihtimalle M.Ö.6’ncı yüzyılın sonu ile M.Ö. 5’inci yüzyılın başlarında Tevrat yazıcıları ve Yahudi din adamları tarafından kaleme alınmıştır.

Yahudi kaynaklarında ismi “Ezra”, sıfatı “Tevrat Yazıcısı” ve “Rahip” olarak geçen kişi, İslam kaynaklarında ismi Hz. Üzeyr olarak geçen ve Peygamber olma ihtimali çok yüksek olan bir zattır. İsmi Kur’an’da da geçen ve Peygamber olması şüpheli üç kişiden birisi olanak kabul edilen Hz. Üzeyr, İslam Tarihçisi M.Asım Köksal’a göre; Babil Sürgünü sırasında çocuk yaşta olduğu halde Tevrat tamamıyla ezberinde olan bir kimsedir. Babil hükümdarı, bütün Tevrat nüshalarını yaktırdığı ve Tevrat okuyanları öldürttüğü halde, çocuk olduğu ve onun Tevrat’ı ezberden okuyacağına ihtimal vermediği için kendisini öldürtmemiştir. Dolayısıyla, sürgün hayatı bitip de Yahudiler tekrar Kudüs’e döndüklerinde “Yüce Allah, İsrail oğulları için, Tevrat’ı yenilesin ve bu, kendileri için de, bir Mucize olsun diye, Uzeyr Aleyhisselâmı gönderdi. O da onlara Tevrat’ı okuyup yazdırdı”(8).

Görüldüğü gibi, son devrin önemli İslam âlimlerinden sayılan ve yazmış olduğu İslam Tarihi Pakistan’da bile ödül alan M.Asım Köksal, Ezra’nın, yani Hz. Üzey’in, Tevrat’a kendiliğinden bir şey katmadığını imâ etmektedir.  Bir taraftan “Tevrat ve İncil, tahrif edilip bozulduğu için onların yerine kaim olmak üzere Kur’an gönderilmiştir. …“ deyip, bir taraftan da bu hususu teğet geçen bilgileri üstelik de Diyanet yayınlarına dercederek Müslümanların bilgisine sunmak da ancak bize yakışan bir durum olsa gerekir!

Tanrıyla güreşen adam Türkiye’ye karşı... 
Özetle; bugünkü İsrail’e adını veren kişi, Muharref Tevrat’a göre Tanrı ile güreşe tutuşan ve onu yenen Hz. Yakup, bugünkü İsrail Milli Şuuru’nu oluşturan kişi ise Rahip Ezra’dır. Yani İslami kaynaklara göre; Peygamber olup olmadıkları şüpheli üç kişiden birisi olan Hz. Üzeyr’dir. Bunları uzun uzun neden anlattığıma gelince;  çünkü bunları bilmeden bugün için dünyanın en katı kurallı din devleti ve saldırgan ulusu olan İsrail’i anlayabilmemiz mümkün değildir. Bunları bilmeden, İsrail’in uluslar arası tavrını sadece ABD ve Yahudi diyasporasıyla açıklamak da galiba yetersiz kalacaktır.

Kim ne derse desin, bugün bölgemizde Türkiye’nin en önemli ve güçlü rakibi İsrail’dir. İsrail, 400 milyonluk Arap dünyasını dize getirdikten sonra şimdi de gözünü 80 küsur milyonluk İran’a ve 75 milyonluk Türkiye’ye dikmiş bulunuyor. Hele hele Sayın Başbakan biraz da Arapların gazına gelip 2009 yılında Davos’ta, Hz. Yakup’un oğlu Şimeon’un ismini taşıyan Şimon Peres’e  “One Minute” çekmesinden sonra İsrail ile Türkiye arasındaki ipler iyice gerilmiş bulunuyor. Zira Sayın Başbakan Davos’ta sadece İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e değil, Tanrıyla güreşe tutuşan ve onu pes ettiren İsrail’in (Hz. Yakup) oğlu Şimeon’a da van minıt çekmiş bulunuyor.  Bu van minıt aslında Yahudi Milli Şuuru’na çekilmiş bir resttir.

İsrail’in bugün özellikle Kıbrıs Rum Kesimi ile girmiş olduğu yakın diyalogun ve Mavi Marmara Gemisine yapmış olduğu ve 9 Türk’ün katliyle sonuçlanan operasyonun altında yatan da işte bu Yahudi Milli Şuuru’na çekilen restin cevabıdır. Reste karşı restle cevap verme girişimidir. Medyaya yansıyan haberlere göre; Türk savaş uçakları, artık Kıbrıs üzerinde İsrail savaş uçaklarıyla it dalaşına girmeye başlamıştır. İsrail, Kıbrıs Rumlarıyla ortak olarak Kıbrıs açıklarında petrol ve doğalgaz aramaya başlamış, AA’nın haberine göre; Rum kesiminde petrol boru hattı döşemek için 10.000 İsrailli işçi çalışmaya başlamış ve İsrail, bu işçilerin güvenliğini sağlamak için 20.000 komandosunu Kıbrıs’a göndermeye hazırlanıyormuş! İsrail’li iş adamlarının KKTC’deki yatırımları ve iş ilişkileri ise son zamanlarda hızlanmış bulunuyormuş! Bu demektir ki; İsrail, Türkiye’yi güneyden kuşatmaya alma niyetindedir. Hatta İsrail’in Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ile kurmuş olduğu yakın ilişkiyi ve bölgedeki varlığını, ayrıca Suriye’de iç istikrarsızlığı hesap edersek İsrail, Türkiye’yi bütün güney sınırı boyunca kuşatma kararlılığındadır. Bu gerçeği artık görmemiz gerekiyor.

Bugün için siyasiler tarafından dillere pelesenk edilen “Uludere” olayının merkezinde de yine İsrail vardır. Çünkü güvenilir gazeteci olarak bilinen Fikret Bila, bu konuda son noktayı koydu ve Uludere’deki istihbaratın WSJ’nin dediği gibi ABD yapımı Predator’lerden değil, İsrail yapımı Heron’lardan alındığını yazdı(9). Heron, muhtemelen Harun’dan geliyor. Yani Hz. Harun. İşte İsrail, krallarından veya peygamberlerinden birisi olan Harun’un adını üretmiş olduğu İHA’ya verecek kadar dinci ve milliyetçi bir devlettir. Heron’lardan alınan bilgi doğrudan bizim Genel Kurmay’a mı gelmiştir, yoksa önce İsrail’e gidip orada ayrıştırıldıktan sonra mı Türk Genel Kurmay’ına ulaştırılmıştır bilmiyoruz. Bunu elbette mahkeme safahatı ortaya çıkaracaktır. Umarız ve dileriz ki; birinci şık doğrudur. Yani Heron görüntüleri doğrudan Türk Genel Kurmayı’na gelmiş ve burada değerlendirildikten sonra harekât emri verilmiştir…

Ancak gazeteci Gökhan Hacır’ın “Kocatepe muhribini nasıl batırmıştık?” başlıklı yazısının sonunda dile getirdiği şu cümleler yine de oldukça manidardır:
“…Hava kararmaya başlamıştı. Kocatepe denize gömülürken, Adatepe ve Fevzi Çakmak (muhripleri) zikzak çizerek bölgeden uzaklaşmaya çalışıyordu. Kocatepe’nin mürettebatı ise Akdeniz’e savrulmuştu. Ve işte tam bu anda bir başka mucize gerçekleşti. Biri İsrail, bir diğeri de İngiliz olmak üzere iki hücumbot olay yerinde bitiverdi. Denize düşmüş Türk askerlerini tek tek topladılar. Deniz Kuvvetleri kendi personelinin yerini henüz bilemezken İsrail ve İngiltere hemen hücumbotlarını yollamış, denizde ölüm kalım mücadelesi veren Türk askerlerini gemisine almıştı... Olayı açığa çıkaran uluslararası haber ajansı AP (Assocotied Press) oldu. Kurtarılan 180 mürettebatın önce Hayfa limanına getirildiğini ardından Tel-Aviv'e götürüldüklerini ilk onlar dünyaya duyurdular...”(10).

Yani İsrail bu; istemediğiniz yer ve zamanda her an burnunuzun dibinde bitebilir. Hele de bu devletin, sizin Güneydoğu bölgenizde (arz-ı mev’ud safsatasından hareketle) tarihi emelleri bulunuyorsa…

Bakan Şahin Haklıdır
Uludere olayı ile ilgili olarak bildiğim kadarıyla yayın yasağı var. Ancak hiç kimsenin yayın yasağını filan dinlediği yok. Hele hele kendilerini, Van Milletvekili de olan polis tokatçısı Özdal Üçer’in ağzından Apo’nun ve Kandildekilerin yoldaşı ilan eden BDP Milletvekilleri bu konuda sınır tanımıyorlar. Devletin onca özür dileme ve tazminat ödeme girişimlerine rağmen ağızlarını geleni söylüyor bu adamlar. Hasip Kaplan “Hangi komutan vur emrini verdi? Veya hangi hayvan verdi bu emri, o da olabilir”derken, Parmaksız Zeki kod adlı azılı eşkıya başı Şemdin Sakık’ın kardeşi Sırrı Sakık, hem de pervasızca “Katliam yapan hayvandır, hayvan oğlu hayvandır” diyerek şerefli TSK mensuplarının yedi sülalesine küfür edebilmektedir(11).

Doğrusu bu konuda İç İşleri Bakanı İ.Naim Şahin gibi düşünüyor ve onun, bizim aylar önce dile getirdiğimiz hususları(12) teyit eden şu sözlerine katıldığımızı belirtmek istiyoruz:  “Bölücü terör örgütü KCK’nın kontrolündeler. Bölücü terör örgütünün sıktığı kurşun, attığı bomba, yediği ekmek parayla alınıyor. Baronların da payları var. Bu para hareketinin kaynaklarından birisi kaçakçılıktır. 34 insanımız, sadece figüranlardır… Özür dilenecek mahiyete dönüşmüş bir olay değildir. Arka planı vardır. Filmin bütününe bakıldığında özür dilenecek bir yanı yoktur. Katırlarla getirilen ağır silahlarla karakollar basıldı. Suçluluk psikolojisine girilecek bir olay olarak görmüyoruz. Gençlerimiz orada olmamalıydı…”(13)

Hüseyin Çelik ve Salim Ensarioğlu gibi AKP’nin bölge milletvekilleri, medyaya çıkıp Sayın İç İşleri Bakanı’nın görüşlerine katılmadıklarını ve bu görüşlerin bakanın şahsi görüşleri olduğunu beyan ederek onu yalnızlaştırıcı açıklamalarda bulunurken, Sayın Başbakan’ın dün gece Kazakistan dönüşü havalimanında yapmış olduğu “Biz söyleyeceğimizi söyledik, yapacağımızı yaptık. Kimse kaçakçılığı meşru gösterme gayreti içine giremez"(14) şeklindeki açıklamasını, isabetli buluyor ve İç İşleri Bakanı’na sahip çıkma şeklinde değerlendiriyoruz. Üç beş çapulcuyu memnun etme adına lütfen devleti ayağa düşürmeyelim. Orada bir hata olmuştur ve bu hata sonucunda istemeyerek de olsa kendi insanlarımız öldürülmüşlerdir. Ancak terör örgütünün bilerek, isteyerek ve planlayarak her gün yapmış olduğu katliamları görmezden gelerek “Uludere” diye ortalığı aya kaldırmanın hiçbir anlamı yoktur. CHP ise maalesef bu konuda ayrılıkçıların değirmenine sürekli su taşımakla meşguldür. Doğrusu Atatürk’ün kurmuş olduğu partiye yakışmayan hareketlerdir bunlar…



Ömer Sağlam

1-Hz. Yakup’un hikâyesi için bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, “İsrail-Beni İsrail” maddesi, c, 23, s, 193-195, İstanbul, 2001 & M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c,1, s, 263 ve devamı, TDV Yayını, Ankara, 990.
2- Âl-i İmrân, 3/93, Meryem 18/58,
3- M.Asım Köksal, age, s, 271,
4- TDV İslam Ansiklopedisi, c,23,  s, 194.
5- bkz. Prof. Dr. Süleyman Ateş, “Hz. Yakup’un unvanı ‘İsrail’dir” başlıklı yazısı,http://haber.gazetevatan.com/hz-yakupun-unvani-israildir/359549/4/Haber & Cengiz Duman, “Hz. Yakub’un İsrail lakabını alması” başlıklı yazısı, http://www.islamhukukusayfasi.com/?page_id=1765,
6- Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni, s. 102 ve devamı, 19. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008.
8- M.Asım Köksal, age, c, 2, s, 279-280,
9-bkz. Fikret Bila, “Predator 3 saat 4 dakika sonra geldi” başlıklı yazısı, Milliyet, 19.05.2012,
10-Akşam, 08 Ocak 2012,
11-24.05.2012 tarihli Milliyet; “Sakık: Katliam yapan hayvanoğlu hayvandır”  başlıklı haber,
13-24.05.2012 tarihli Milliyet, “Vur emrini olayı analiz eden komutanlar verdi” başlıklı haber,

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN