İsrail’in Salkım Göğüslü Kızları [Ömer Sağlam]

Bu makale"Yazı İşleri"miz tarafındaredakte edilmemiş
yazarı tarafından gönderilmiş özgün hâliyle yayınlanmıştır
“Ey sen kadınlar arasında güzel kadın,
Göbeğin yuvarlak bir tas,
Onda karışık şarap eksik değil,
Karnın buğday yığını,
Zambaklarla kuşanmış,
İki memen sanki bir çift geyik yavrusu,
İkiz ceylan yavrusu.
Senin boynun hurma ağacına,
Memelerin de salkımlara benziyor.
Hurma ağacına çıkayım,
Dallarını tutayım, dedim;
Memelerin üzüm salkımları gibi olsun,
Soluğunun kokusu da elma gibi,
Ve ağzın en iyi şarap gibi,
O şarap ki; uyuyanların dudaklarından kayıp,
Sevgilim için dümdüz akar.
Beni kendi ağzının öpüşleriyle öpsün
Çünkü okşamaların şaraptan daha iyidir.
Kokuca ıtrın ne güzel;
Senin adın kabından dökülen ıtır gibidir;
Bundan ötürü kızlar seni seviyor.
Beni kendine çek, biz senin ardınca koşarız;
Kral beni iç odalarına götürdü;
Seninle biz ferahlanıp seviniriz;
Senin okşamalarını şaraptan ziyade anarız;
Seni sevmekte onların hakkı var.
Kaptın gönlümü, kız kardeşim, yavuklum!
Gözlerinin bir bakışı ile,
Gerdanının tek zinciri ile gönlümü kaptın,
Okşamaların ne güzel, kız kardeşim, yavuklum!
Şaraptan ne kadar hoştur okşamaların,
Itrın güzel kokusu da her çeşit baharattan!
Ey yavuklum, bal damlatır dudakların.
Keşke sen bana,
Anemin memelerini emmiş
Kardeş gibi olaydın!
Dışarıda seni bulunca,
Ben seni öperdim”

Hayır; yukarıdaki şiir bana ait değildir. 
Ömer Hayyam veya başka bir aşk ve şarap şairine de ait değil. 
Daha doğrusu bu mısralar bir şiir değil, Âyettir!
Evet evet, yanlış duymadınız bunlar düpedüz kutsal kitapta bulunan Tanrı'nın ayetleridir! Durun hemen celallenmeyin. Bu ayetler, Kur’an’da bulunmuyor. Bunlar Tevrat’ın “Neşideler Neşidesi” veya “Süleyman’ın Şarkıları” da denilen bölümünde bulunan ayetlerden sadece bir kısmı. Ünlü Sümerolog, Muazzez İlmiye Çığ tarafından, Tevrat’ın Sümer efsanelerinden de alıntılar yapılarak başta Rahip Ezra olmak üzere; Yahudi din adamları tarafından sonradan derlendiğini anlatmak için alıntılanmış. Muazzez İlmiye Çığ, bu metinlerin aynısının veya benzerlerinin Sümerlere ait yazıtlarda (kil tabletler) da bulunduğunu, dolayısıyla Tevrat’ta bulunan bu tür metinlerin Tanrı’ya ait metinler olamayacağını örnekler vererek anlatıyor kitabında(1).

Muazzez İlmiye Çığ, ilgili Sümer Efsanesi’nin M.Ö. 2000 yıllarında yazıya geçirildiğini, buna karşın Tevrat’ın M.Ö. 500 yıllarında kaleme alındığını, dolayısıyla Sümer efsanelerinin dilden dile dolaşırken yeni çıkan kültürlerin de etkisiyle yeni motifler eklenerek Tevrat’a geçtiğini söylüyor(2). Yukarıdaki Tevrat metnini Sümer metinleriyle kıyasladıktan sonra da kanaatini şu şekilde dile getiriyor Sayın Yazar: “Görüldüğü gibi bu şiirlerin ne İsa’nın kiliseye, ne de Yahve’nin İsrail’e olan sevgisi ile ilgisi olabilir. Tamamıyla (Sümer’deki) Çoban Tanrısı Dumuzi ile Aş Tanrısı İnanna’nın evlenmesini konu alan bereket kültü eğlencelerinin bir yansımasıdır”(3).

Tarih araştırmacılarının ve arkeologların, buluntulardan ve belgelerden hareketle vardıkları bu tür kanaatler, yani bugün elimizde bulunan Tevrat’ın, bütünüyle Tanrı kelamı olmayıp, Tevrat’ın, ünlü Babil sürgününden sonra Yahudi din adamlarınca yeniden derlenmesi sırasında başta Sümer, Akad ve Bâbil efsaneleri olmak üzere, çevre kültürlerden de alıntılar yapıldığı şeklinde ileri sürdükleri iddialar, din âlimleri tarafından da desteklenmektedir. Bunlardan birisi de ünlü İslam Tarihçisi Mustafa Asım Köksal’dır.

İslam Tarihçisi M.Asım Köksal ile Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ arasındaki tek fark, M.Asım Köksal’ın, tıpkı diğer İslam âlimleri gibi, arkeologların ve Tevrat’ın “Ezra” adını verdikleri  rahibi, “Üzeyr” olarak isimlendirmesi ve onun peygamber olduğunu söylemesidir. Esasen “Tanrıyla güreşen adam Türkiye’ye karşı” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz üzere(4); ismi Kur’an’da da geçen ve Peygamber olması şüpheli üç kişiden birisi olanak kabul edilen Hz. Üzeyr, İslam Tarihçisi M.Asım Köksal’a göre; Babil Sürgünü sırasında çocuk yaşta olduğu halde Tevrat tamamıyla ezberinde olan bir kimsedir. Babil hükümdarı, bütün Tevrat nüshalarını yaktırdığı ve Tevrat okuyanları öldürttüğü halde, çocuk olduğu ve onun Tevrat’ı ezberden okuyacağına ihtimal vermediği için kendisini öldürtmemiştir. Dolayısıyla, sürgün hayatı bitip de Yahudiler tekrar Kudüs’e döndüklerinde “Yüce Allah, İsrail oğulları için, Tevrat’ı yenilesin ve bu, kendileri için de, bir Mucize olsun diye, UzeyrAleyhisselâmı gönderdi. O da onlara Tevrat’ı okuyup yazdırdı”(5) demektedir.

Yani tarihçilerin ve arkeologların, Yahudi din adamları ve rahipler tarafından M.Ö. 500’lerde derlendiğini ve bu iş yapılırken içine başka kültürlerden motifler eklendiğini söyledikleri Tevrat, M.Asım Köksal ve benzeri İslam âlimlerince Hz. Üzeyr’in ezberindeki haliyle ve Allah’ın bir mucizesi olarak kitaplaştırılmıştır. Dolayısıyla bizim İslam alimlerine göre en azından M.Ö.500’lerdeki Tevrat, bütünüyle Allah kelamıdır!

Oysa yukarıda gördük ki; Tevrat’ta Tanrı kelamı olamayacak saçma bilgiler ve cinsel içerikli metinler de bulunmaktadır. Şu halde, Tevrat araştırmacılarının ve arkeologların vardıkları sonuç, kitabı Diyanet yayını olarak da yayınlanan M.Asım Köksal örneğindeki İslam Âlimleri’nin  öne sürdükleri kanaatlerden çok daha sağlıklıdır. Esasen, din âlimlerinin açıklayamadıkları bazı olayları ve ilişkileri, mucize ve bazı olağanüstü hallerle açıklamaya çalışmaları, bugün bile Müslümanların önünde duran en büyük sorunlardan birisidir.

İsrail kendi varlığını bile İran’a borçludur
“Muhannet komşu insanı mal sahibi yapar” diye bir Türk atasözü vardır. Bu söz, insanlar için olduğu kadar devletler için de geçerlidir. Örneğin, bugünkü İsrail’i ele alalım. İsrail, başta komşuları olmak üzere; 400 milyonluk Arap dünyasını kendisine düşman kabul ettiği için, askeri bakımdan onların tamamına karşı koyacak seviyede güçlenmiş bir devlettir. En başta İsrail nükleer bir güçtür. Arap dünyasını toptan dize getiren İsrail, şu anda gözünü İran’a çevirmiş bulunmaktadır. Bunun için de var gücüyle silahlanmaya devam etmektedir. Geçenlerde bir gazete haberinde gördüm; İsrail, Almanya’dan satın aldığı denizaltılara nükleer başlıklı füzeler monte etmiştir. Peki, bunca çaba sadece Arap dünyasına ve İran’a karşı mıdır? Hayır. Bence Türkiye de İsrail’in hedefindeki ülkelerden birisidir. Davos ve Mavi Marmara krizlerinden sonra İsrail’in takınmış olduğu hasmane tutum bunu göstermektedir.

Öte yandan İran da tıpkı İsrail gibi bir tutum sergilemektedir. İran da “Kötü komşu insanı mal sahibi yapar” atasözümüz mucibince alabildiğine silahlanmakta ve nükleer silaha sahip olmak için elinden geleni arkasına koymamaktadır. Bugün için dünyanın gündeminde olan krizlerden birisi İran’ın nükleer silah edinmesi meselesidir. İşin ilginç yanı İsrail İran’ı vurmakla tehdit ederken(6) İran’ın İsrail’i değil, iki de bir Türkiye’yi vurmakla tehdit etmesidir(7).

Anlaşılan İsrail ile İran arasındaki “Vururum” restleşmesi tamamıyla bir oyun. Ortak hedef Türkiye’dir! Yani bize göre İsrail ile İran’ın birbirini vurması hikâye. Her iki ülkenin hedefinde tek bir ülke vardır. O ülke, ne yazık ki; Türkiye’dir. İran, bunu açık açık zikrediyor. İsrail ise menfaatleri gereği, şimdilik genelde bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyor. Ancak tıpkı İran gibi İsrail’in ana hedefi de bence Türkiye’dir.

Dedik ki; İsrail’in bugünkü varlık sebebi İran’dır. Bunun bir sebebi, bu iki ülkenin sözde birbirini düşman olarak görüp nükleer silahlar da dâhil olmak üzere aşırı silahlanmaları ise de bizce asıl sebep tarihîdir. Çünkü bize göre İsrail,  hem kendilerine milli şuur ve ulusal bilinç veren Tevrat’ı, hem de bugün üzerinde devlet kurduğu toprakları, yani kutsal vatanını İran’a burçludur. Özetle; İsrail’in İran’a karşı vefa borcu vardır.

Çünkü İsrailoğullarını, Babil sürgününden kurtarıp bugünkü yurtlarına dönmelerini, mabetlerini yapmalarını ve Tevrat’ı yeniden kaleme almalarını sağlayan millet Perslerdir. Yani bugünkü İran (Fars) milletinin ataları olan Persler’den bahsediyorum.

Genel kabul görmüş görüşlere göre; kendisine Tevrat gönderilen Hz. Musa, M.Ö.14. yüzyılın sonu ile 13. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Bugün elimizde bulunan Tevrat ise, M.Ö.500’lerde yazılmıştır. Yine genel kabul görmüş görüşlere göre; Bâbil kralı Nabokadnezzar (Nabukatnezar)’ın, diğer adıyla Buhtunnassar, Kudüs’ü ve Tevrat nüshalarını yakıp yıkmış, Tevrat okuyanların büyük çoğunluğunu öldürüp bir kısmını da Babil’e sürgün ve esir etmiştir. Bu yıkım ve felâket sebebiyle Tevrat hükümleri büyük ölçüde unutulmuş ve günümüzdeki Tevrat nüshaları, yıllar sonra, Perslerin Babillileri yenip, İsrailoğullarının Filistin’e dönmelerine izin vermelerinden sonra halk arasında hatırlandığı kadarıyla Yahudi bilginleri tarafından tekrar kaleme alınmıştır. Konuya ilişkin bir yazıda şöyle denilmektedir:
“… Zorobabel’in önderliğinde Babil’den ana yurtlarına dönen Yahudiler, M.Ö. 515 yılında Kudüs’te ‘2. Bet-Amikdaş’ adını verdikleri ikinci tapınağı inşa etti. Yahudi tarihçilerine kalırsa; bu tapınağın yapımı, Pers Kralı’nın Yahudi asıllı karısı Ester’den doğan oğlu Kral 2. Darius’un katkısıyla başarılmıştır.Kudüs’teki ikinci tapınağı inşa eden Yahudilerin dinsel liderliğini bir sofer (Tevrat yazıcısı) ve koen (rahip) olan Ezra üstlenmişti. Tevrat’ın ilkelerini ülkeye yeniden yerleştirmeye girişti ve asimilasyona, karma evliliklere karşı topluluğu uyardı”(8).

Muazzez İlmiye Çığ, bu konuda Angelo S. Rapporat isimli yazarın eserinde bulunan bir öyküyü şöyle aktarıyor kitabında:
“Babil kralı Nabukadnezar birçok savaş yapmış, birçok yeri idaresine almış. Filistin’i de alarak çok zengin olmuş. Fakat Moradah adında haylaz, işe yaramaz bir oğlu varmış. Hazinesini ona bırakmak istemiyormuş. Onun için bakırdan bir sandık yaptırıp, içine ne kadar altını, gümüşü varsa doldurmuş ve bir gece gizlice Fırat’ın içine bırakmış. Sandık o ağırlıkla dibe çökmüş. Bir süre sonra Persler Babil’i almışlar. Kral Kirus, Babil Kralı’nın sürgün olarak getirdiği İsrail tutsaklarının ülkelerine dönmelerine izin vermiş. Buna sevinen İsrail tanrısı bu iyi kralı ödüllendirmek için, Kirus Fırat’tan geçerken, nehrin sularını yarmış, sandık ortaya çıkmış. Onu alan Kirus da çok zengin olmuş”(9)

Konuya ilişkin öykülerin mahiyeti ne olursa olsun, ortadaki gerçek şudur: Bugünkü İsrail’in varlık sebebi bizce MuharrefTevrattır.  Muharref Tevrat ise bugünkü İran halkının ataları olan Perslerin Babillileri yenip Filistin’i ele geçirmesinden ve Babil’e sürgün edilen İsrailoğulları’nın Filistin’e dönmelerine izin vermelerinden sonra kaleme alınmıştır. Dolayısıyla bugünkü İran halkının ataları olan Perslerin, bugünkü Tevrat’ın ve buna bağlı olarak bugünkü İsrail’in oluşmasında, hatta Filistin topraklarının İsrail’e peşkeş çekilmesinde önemli bir etkisi ve katkısı bulunmaktadır. Eğer, Persler olmasaydı, İsrailoğulları, Sümer ve Babil medeniyeti içinde kaybolup gideceklerdi. Bunun en büyük delili, yukarıda örneğini verdiğimiz şekilde Sümer efsanelerinin, Yahudilerin kutsal kitapları Tevrat’a Tanrı kelamı olarak yansımış olmasıdır.

İsrailoğullarının kinleri ve intikam duyguları güçlüdür, evet. Ancak onların vefâ duygularının da en azından aynı ölçekte güçlü olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bugün İsrail ve İran arasındaki gerginlik ve restleşmenin büyük ölçüde bir “Cambaza bak”oyunu olduğunu düşünüyorum ben. 
Korkarım ki; çok yakın gelecekte İsrail ile İran birbirine sınırdaş ve müttefik olup ikisi birden Türkiye’nin karşısına dikileceklerdir. 
O sebeple Türk Milleti bir an önce silkinip kendisine gelmek zorundadır…



Ömer Sağlam

Dipnotlar:
1-Muazzez İlmiye Çığ, Bereket Kültürü ve Mabet Fahişeliği, s, 64 ve devamı, 9. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011(M.İ.Ç, Sümer’de sevgiliye kız kardeş denildiğini söylüyor. Age, s, 67. Anlaşılan aynı kavram olduğu gibi Tevrat’a aktarılmıştır).
2- Age, s, 64.
3-Age, s, 70.
5-M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c,1, s, 279-280, TDV Yayını, Ankara, 1990.
6- 07.06.2012 tarihli Akşam Gazetesi, “İsrail: İran’ı vurmaya hazırız” başlıklı haber, s, 17.
9-Muazzez İlmiye Çığ, age, s,23-24.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN