Ulemanın Kürtaj Fetvasını Al Çöpe At [Ömer Sağlam]

Bu makale"Yazı İşleri"miz tarafındaredakte edilmeden,
yazarı tarafından gönderilmiş özgün hâl ile yayınlanmıştı
Kürtaj meselesi tıbbi bir meseledir. O sebeple ulemanın, yani din adamlarının vereceği fetvalarla değil, tıp adamlarının vereceği görüşler ve raporlar doğrultusunda çözülmelidir. Tıp adamlarının dini konularda söz söylemeleri nasıl haddini aşmak olarak mütalaa edilip fazla yakışı kalmıyorsa, din adamlarının hadlerini aşarak ve zamandan zamana, kişiden kişiye değişen indî yorumlarla tıbbî konularda ahkâm kesmeleri de yakışı kalmamaktadır. Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkanı Sayın Görmez'in, kürtaj konusunda kapsamlı bir araştırma yapmak için Din İşleri Yüksek Kurulu'nun görevlendirildiğini söylemesi(1)biraz garip karşılanmalıdır. Neticede Türkiye, ulemanın vermiş olduğu fetvalarla değil, modern hukuk yöntemleriyle yönetilen laik bir cumhuriyettir. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanı'nın, devlet protokolünde 50'nci sıradan alınıp 10'uncu sıraya yükseltilmesi de bu konuda ulemanın vereceği fetvalara ilave bir yaptırım gücü sağlamaz.

Buna rağmen hükümet, konuyla ilgili hiçbir yetkisi olmayan ulemanın da tazyikiyle kürtajı düzenleyen yasa maddesini değiştirme konusunda kararlı gözüküyor. Hükümetin gerekçesi, Kürtajı 10 hafta ile sınırlayan yasa maddesinin, 12 Eylül döneminde getirilmiş olmasıdır. Yani hükümet, bu maddeyi 12 Eylül askeri müdahalesinin eseri olarak gördüğünü, yasanın o dönemde üstünkörü hazırlandığını ileri sürerek, tıpkı 12 Eylül'den kalma diğer mevzuat gibi bu mevzuatın da değiştirilmesini istiyor. Oysa bize göre asıl gerekçe başkadır. Bize göre asıl gerekçe, bu konuda AKP'nin oturduğu oy tabanından ve sözüm ona ulemadan gelen baskıdır. Yani bize göre hükümet, bir anlamda oy tabanından ve ulemadan oluşan mahalle baskısı altındadır.

Ulema deyince Türkiye'de hemencecik akla geliveren isim olan Prof. Dr. Hayretin Karaman'a bakarsanız, "Kürtaj cinayettir ve haramdır"(2). Ancak biraz sonra değineceğimiz gibi, Hayrettin Karaman ve benzerlerinin, bu konuda dayandığı temel, oldukça çürük ve sakattır. Çünkü onların görüşlerinin aksini savunan görüş sahipleri de vardır. Ancak günümüz İslam dünyasında onların değil, berikilerin borusu ötmektedir.

Anlaşılıyor ki; ulemanın bu konudaki görüşü indîdir. Yani sübjektiftir. Esasen, 12 Eylül döneminin Danışma Meclisi üyesi ve akabinde kurulan hükümetlerde bakanlık da yapan İmren Aykut, ilgili düzenlemeyi yaparken tıp çevrelerinin ve kadın kuruluşlarının yanı sıra Diyanet'in görüşünü de aldıklarını, 12 hafta olarak önerilen kürtaj yaptırabilme süresini kendilerinin 10 hafta ile sınırlandırdıklarını ifade etmiştir(3).

Öte yandan hükümet ve AKP yöneticileri kürtaj konusunda kendi kendileriyle çelişki içindedirler. Bugün TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün'ün ağzından "Kadın tecavüz sonucunda hamile kalmış olsa bile kürtaj yaptırmayıp, çocuğunu doğurmalı, o çocuğuna sahip çıkmazsa devlet çıkabilir" diyen AKP yönetimi, 2004 yılında, AB'den gelen bıskalar sonucu TCK’nın 230'uncu maddesinde yapmış olduğu değişiklikle zinayı suç olmaktan çıkarmakla yapmış olduğu hatayı, 2005 yılında Türk Ceza Yasası'nın 99'uncu maddesini; "Kadının mağdur olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir" şeklinde düzenleyerek izale etmeye çalışmıştı. O bakımdan kürtajı yasaklayacak bir yasa, zinanın suç olmaktan çıkarılması konusundaki AB baskısı savunmasını ortadan kaldıracak, bu konudaki sorumluluğu tamamıyla AKP'nin omzuna yükleyecektir.

Peki bu değişiklikten sonraki 7 senede Türkiye'de ne değişti de hükümet bugün tam tersi bir çizgiye geldi? Yoksa tıpkı 4+4+4 yasası gibi, bu yeni kabul de "Dindar nesil yetiştirme" politikasının bir sonucu mudur? Esasında bizim gibi insanlar, ne 3X4 yasasına temelden karşıdırlar, ne de kürtajı kayıtsız şartsız savunma durumundadırlar. Onlar sadece bu tür yasaların, toplumun ve çağın gerçeklerinden uzak bir şekilde yeteri kadar tartışılmadan ve toplumsal konsensüs sağlanmadan, tek taraflı dayatmalarla çıkarılmasına karşıdırlar.

Kürtaja Neden Karşı Çıkıyorlar?
Hükümet ve Diyanet çevrelerinde de büyük itibar gördüğünü sandığım Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman yazmış olduğu yazıda; "Cenîn, hâmileliğin ilk gününden itibaren hâmile kadının rahmindeki çocuktur..." diyerek, erkeğin spermiyle kadının yumurtalarının kadının rahminde birlmeşmesiyle birlikte mevcut birleşimin "cenin" sıfatını kazandığını, dolayısıyla hamileliğin ilk gününden itibaren yapılacak kürtajın cinayet olduğunu ve cinayetin de dinen haram olduğunu söylemektedir(4). Üstelik o, bu konuda yalnız da değildir. Hayrettin Karaman'ın yakın arkadaşı ve 28 Şubat süreciyle birlikte televizyonların gedikli siması olarak her devrin adamı hüviyetini kazanan Prof. Dr. M.Saim Yeprem de aynı görüştedir. Şöyle diyor Saim Yeprem:
"İnsan varlığı, yumurtanın döllendiği anda başlar.(Bu sebeple) anne karnındaki bebeğe anne sağlığı söz konusu olmadıkça dokunulamaz. Din İşleri Yüksek Kurulu'nun insan varlığının spermin yumurtayı döllediği andan başladığı ve beyin ölümüyle sona erdiği yönünde kararı bulunmaktadır"(5).

Saim Yeprem biraz daha ileri gidiyor ve "tecavüz sonucunda oluşan hamileliklerde bile kürtaj yasaklanmalı. Bu hamilelik sonunca doğan çocuğa anne sahip çıkmazsa devlet sahip çıkabilir" diyen TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün'e destek çıkacak laflar ediyor açıklamasında. "Çocuk normal ilişkiler sonunda ya da tecavüz, zina yoluyla olmuş olabilir. Ancak günah, suç ve sorumluluk olarak bunu yapan kişilere aittir. Bebeğin bunda hiçbir dahli, hiçbir kabahati yoktur. O bebek masumdur, temizdir, yaşama hakkına sahiptir..."(6).

Şimdi hiç kusura bakmasınlar; bu tecavüz eylemi, insan varlığını, spermle yumurtanın kadının rahminde birleşmesiyle birlikte başladığını söyleyen ulemadan birisinin yakınlarına yönelik yapılmış olsaydı veya bu muhteremlerin eşleri, kızları ve kardeşleri zina sonucu hamile kalmış olsaydı, yine böyle rahatça fetva verebilirler miydi? Yoksa fırsatını bulduklarında tecavüzcünün veya zanilerin üstlerine mi atlarlardı. Daha doğrusu hemen İslam'daki "Recm" cezasını mı dillerine dolarlardı?

M. Saim Yeprem, DİB Din İşleri Kurulu'nun kararının da bu yönde olduğunu ifade ediyor. Neymiş o karar? Muhtemelen kendisinin de Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olduğu zamanda konuya ilişkin olarak alınan karar şu olsa gerekir:
“Henüz dört aylık olmayan gebeliğe son verilebileceği görüşünde olan bazı fakihler varsa da, gebelik gerçekleştikten sonra, dört aylık süre içinde de olsa, bir zaruret olmaksızın rahimdeki nutfe ve ceninin gerek ilaç, gerekse diğer etki ve işlemlerle düşürülmesi veya aldırılması (kürtaj) İslam bilginlerinin büyük çoğunluğu tarafından caiz görülmemiştir. Dört aylıktan sonra ise, annenin hayatının kurtarılması dışında bir sebeple gebeliğe son vermenin (kürtajın) haram ve cinayet hükmünde olduğunda İslam müctehit ve fakihleri ittifak etmişlerdir. Sonuç olarak denilebilir ki, gebeliği önleyici tedbirlere başvurarak doğumu kontrol altında bulundurmak, istenmeyen durumlarda gebeliğe engel olmak caiz ve mümkündür. Ancak, gebelikten sonra, annenin hayatî tehlikesi gibi haklı, kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak (kürtaj) yolu ile bir canlının hayatına son verilmesi caiz değildir. Gebeliği önleyici tedbirlere başvurarak doğumu kontrol altında bulundurmak, istenmeyen durumlarda gebeliğe engel olmak caiz ve mümkündür. Ancak, gebelikten sonra, haklı, kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak (kürtaj) yolu ile bir canlının hayatına son verilmesi caiz değildir.”(7).

Yukarıdaki DİYK kararından da anlaşılacağı üzere; 120 günü, yani ilk dört ayı doldurmayan hamileliklere son verilebileceğini söyleyen fakihler de bulunmaktadır. Örneğin İlahiyatçı Ali Rıza Demircan "Kürtaj haramdır. Gebelikten 105 gün sonra yapılması durumunda ise cinayettir" diyerek, 15 haftadan önce yapılacak kürtajın haram, yani dinen yasak olmakla birlikte cinayet derecesinde günah olmadığını söylemektedir.(8)

Halen Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olarak görev yapmakta olan Dr. Ekrem Keleş ise Ürdünlü din âlimi Dr. Şeref Mahmut el-Kuzât'tan yapmış olduğu "CENİNE RUH NE ZAMAN VERİLİR?" başlıklı bilimsel tercümesinin başında özet olarak şöyle demektedir:
"Bu araştırma, cenine ruhun nefh edildiği vakti ele almaktadır. Bu konu, mesela çocuk aldırma(kürtaj) gibi mühim meselelerle çok sıkı bağlantısı olan önemli bir mevzudur. ...Hadisleri inceledikten ve karşılaştırdıktan sonra, ruhun cenine, yaygın olarak bilindiği şekilde üçüncü kırk günden sonra değil, ilk kırk günden sonra nefh edildiği sonucuna vardım".(9)

Anlaşılacağı üzere; Ürdün Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Şeref Mahmut el-Kuzât ve onun yazısını tercümeye layık bularak Diylanet İlmi Dergi'de yayınlayan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Ekrem Keleş, cenine insan diyebilmek için sperm ve yumurta hücrelerinin birleştiği hamileliğin ilk gününü değil, en az 40 gün sonrasını işaret etmektedirler.

Dr. Ekrem Keleş kim mi? Dr. Ekrem Keleş, kabinenin en dindar ve tutucu isimlerinden birisi olarak tanınan Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç'ın takdir ettiği bir din adamı. Geçtiğimiz günlerde TRT kanallarından birisinin Diyanet'e tahsis edilmesi vesilesiyle düzenlenen bir toplantıda "Din adamı profilinin değiştiğini" anlatırken protokolün ön sırasında sakalıyla ve kravatıyla oturmakta olan Dr. Ekrem Keleş'i işaretle; “Bak artık profil değişti. Ekrem Keleş Hoca bile kravat takmaya başladı. Yıllarca önce umreye gittiğimizde Ekrem Keleş Hoca böyle kravat bilmezdi, çok da yakışmış, hem sakal olacak hem kravat olacak hoca'' diye espri bile yaptı Sayın Arınç(10).

Ulemanın dayandığı deliller çürüktür!
Görüldüğü gibi kürtaj ve insan hayatının başlangıcı konusunda birbirinden oldukça farklı görüşler vardır. Bunun sebebi, bu konudaki delillerin zayıf ve tartışmaya açık olmasıdır. Böyle olunca da, her ulema mevcut delillerden anladığı kadarıyla hüküm vermeye kalkışmakta, böyle olunca da ortaya sağlıklı bir netice çıkmamaktadır. Hayrettin Karaman diyor ki bu konuda: "Kur'ân-ı Kerim'de ve hadîslerde -muhtemelen nadiren uygulandığı veya hiç uygulanmadığı için-cenînin kasten öldürülmesine temas edilmemiştir..."(11).

Yani hoca diyor ki; bu konuda ayet ve hadis yoktur. Bundan anlamamız gereken şudur; konuya ilişkin oluşturulan literatür ve bilgi yığını, ancak kıyasla oluşturulmuştur. Yani yakın konulara ilişkin ayet ve hadislerden istifade edilerek hüküm verilmeye çalışılmıştır. Şu halde bu konuda verilecek bir hüküm, tartışmaya açıktır ve her zaman değişebilir. Zaten hoca da yazısında En'âm ve Mümtehine sûrelerinden (En'am: 6/98, Mümtehine:60/12) hareketle bir anlamda kıyas yaparak sonuca varmaya ve yazdıklarına değer kazandırmaya çalışmaktadır.

Devamla yazısında şöyle diyor Prof. Dr. H.Karaman; "Fıkıhta kürtajın, cenînin öldürülmesinin ve çocuk düşürmenin câiz olup omadığı araştırılırken öncelikle bu nesnenin (ceninin) canlı ve insan olup olmadığının tesbiti üzerinde durulmuştur. Cenînin canlı ve insan olduğu sabit olduğu takdirde hiçbir fıkıhçı onun imhâsına cevaz veremez; çünkü İslâm'ın nefsi, doğmuş çocuğu ve insanı öldürmeyi kesin olarak yasakladığı bilinmektedir. Bazı fıkıhçıları bu konuda tereddüde sevkeden ve kürtajın belli bir süre içinde câiz olduğu görüşüne meylettiren sebep bilgi eksikliğidir..."(12).

Arkasından bu bilgi eksikliğini gidermeye koyulan H.Karaman, bu eksikliği İmam-ı Gazali ile gidermeye çalışarak onun "İhyâu-ulûmi'd-din" isimli eserinden şu bilgileri aktarıyor:
"Bu oluşumun (ceninin) çeşitli aşamaları vardır. Varlığının ilk aşaması, erkek menisinin (spermin) rahime girerek kadının suyu ile karışması ve hayat için müsait hale gelmesidir. Bunu bozmak ve imhâ etmek cinayettir. Sonra katılaşıp et parçası haline gelirse bunu imhâ etme cinayeti daha büyük olur. Rûh üflenip insan olarak yaratma ve şekillendirme tamamlanınca cinayet daha da büyür. Cinayetin en büyük olanı ise cenînin canlı olarak ana rahminden ayrılıp çıkmasından sonra onu öldürmektir... İnsanın varoluşunun başlangıcı meninin erkekten ayrılması değil de ana rahmine düşüp kadının suyu ile birleşmesidir"dedik.(13)

H.Karaman, İmam Gazâlî'nin bu görüşlerinden sonra konuya ilişkin kendi kanaatini ise şu şekilde dile getiriyor:
"...Bütün bu eksik bilgilere rağmen Gazzâlî'nin, rahimde hâsıl olan birleşme anından itibaren hâsıl olan şeyi, "insan varlığının bir aşaması" olarak kabul etmesi ve bunu imhâ etmenin cinayet olduğunu kaydetmesi apaçık bir gerçeğin tesbiti mâhiyetindedir"(14).

Hayrettin Karaman, İmam Gazâlî'nin bundan yaklaşık 8 asır önce söylemiş olduğu "İnsanın varoluşunun başlangıcı meninin erkekten ayrılması değil de ana rahmine düşüp kadının suyu ile birleşmesidir" şeklindeki görüşüne mal bulmuş mağribi gibi sarılıyor ve onun düşüncelerinden hareketle "Kürtaj cinayettir ve haramdır" diyor ama onun cinayet kavramıyla neyi kastettiğini bir türlü açıklamıyor. Çünkü İmam Gazâlî, günahı "cinayet" kavramıyla açıklamakta ve ceninin rahimden alınmasının günahının, hamilelik süresine bağlı olarak değişeceğini anlatmaya çalışmaktadır. Onun en büyük cinayet olarak nitelediği aşama ise zaten herkesin kabul ettiği şekilde başlıbaşına bir bir insanın varlığını bilinçli olarak ortadan kaldırmak, onun hayatına son vermektir.

Arapça'da "cinayet" kavramı sadece "Adam öldürmek" anlamına gelmez. Bu kelime, "günah", "suç" ve "yasak" gibi anlamlara da gelir. Örneğin, hacıların ihram giydikten sonra uymaları gereken bazı yasaklar vardır ki; bunlara da cinayet adı verilir ve bu filleri işleyen hacı adayları yasağın çeşidine göre bedel ödemedikçe hacları makbul olmaz(15).

Ulemayı kürtaj ve ceninin insan sayılacağı zaman konusunda bocalatan hadisler:
Medyaya yansıyan haberlere göre; Diyanet İşleri Başkanlığı, kürtaj konusunda görüş oluşturmak için Din İşleri Yüksek Kurulu'nu harekete geçirmiş bulunmaktadır. Bir tarafta insan hayatını hamileliğin ilk gününden başlatan ve Diyanet'te oldukça etkili olan Hayrettin Karaman ve Saim Yeprem, bir tarafta bu süreyi 40 gün olarak kabul eden Ürdünlü din alimi Dr. Şeref Mahmut el-Kuzât'ın "CENİNE RUH NE ZAMAN VERİLİR?" başlıklı yazısını tercüme ederek Diyanet ilmi dergide yayınlamakla bir anlamda onun görüşlerine destek veren Dr. Ekrem Keleş. Diğer tarafta da bu süreyi 15 hafta, yani 105 gün olarak veren Ali Rıza Demircan gibi ekran uleması. Delillerin sınırlı, oldukça zayıf ve çelişkili olduğu, buna bağlı olarak verilen hükümlerin de birbirinden oldukça farklı olduğu bir konuda DİYK nasıl karar verecek doğrusu ben de merak ediyorum(16).


Ömer Sağlam


Dipnotlar:
_______________
1-01.06,2012 tarihli Star Gazetesi, "Kürtaj İçin Din İşleri Yüksek Kurulu görevli" başlıklı haber,
2-Hayreddin Karaman, "Kürtaj cinayettir ve haramdır" başlıklı makalesi,
3-01.06.2012 tarihli Radikal gazesi, "12 Eylül yasası hayat kurtarmıştı" başlıklı haber, s, 10,
4- H.Karaman, agm.
5- 01.06.2012 tarihli Star Gazesi, "Anne karnındaki bebeğe dokunulamaz" başlıklı haber, s,12,
6-Aynı haber.
11- H.Karaman,"Kürtaj cinayettir ve haramdır" başlıklı makalesi,
12-H.Karaman, agm.
13-H.Karaman, "Kürtaj konusunda eksik ve yanlış bilgiler" başlıklı makalesi, http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=01.06.2012&y=HayrettinKaraman,
14-Aynı makale,
16- Kürtaj, daha doğrusu insan yaşamının başlangıcı konusundaki tartışmalarda delil olarak gösterilen hadis ve diğer zrivayetler için bkz. Dr. Şeref Mahmut el-Kuzât"Cenine Ruh Ne Zaman Verilir" başlıklı makalalesi, Terc. Dr. Ekrem Keleş, http://www.diyanet.gov.tr/turkish/DIYANET/ilmi_dergi/ilmi/main.asp?makno=6 & Hayretin Karaman, "Hadislerde ve fıkıhta kürtajbaşlıklı makalesi, http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=03.06.2012&y=HayrettinKaraman

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN