Kahraman İsmet Paşa ve Küçük Enver Meselesi [Ömer Sağlam]

Makale ayrıca redakte edilmemiş, yazarının
gönderdiği orijinal görünümle yayınlanmıştır

Büyük Adamları Büyük Milletler Yaratır 
1.Petro olarak da bilinen Büyük Petro'yu bilir misiniz? Elbette bilirsiniz. O, Rusya'nın en büyük Çarlarından ve devlet adamlarından birisidir. Belki de birincisidir. Türk Milleti olarak her ne kadar "Deli Petro" diye aşağılasak da 1.Petro, Ruslar için büyük bir devlet adamıdır. Örneğin, birkaç gün önce 11 tane Rus Savaş Gemisi, sanki bir savaş varmışçasına boğazlarımızdan geçip Akdeniz'e açıldıysa, bunun sebebi Büyük Petro'dur. Çünkü Rusların meşhur "Sıcak denizlere inme siyaseti" onun eseridir. Oysa bizim Çorumlu (Osmancıklı) Baltacı Mehmet Paşa, 1711 yılında bu Deli Petro'yu Prut bataklıklarında kıstırıp yenmemiş miydi. Evet yenmişti. Ancak, kim ne derse desin Rus Milleti, büyük bir millet olduğu için 1.Petro'ya sahip çıkmış, o da sonunda üst üste zaferler kazanarak, milletine büyük hizmetler yaparak tarihteki yerini almıştır.

Peki, Napolyon Bonaparte'ı bilir misiniz? Elbette bilirsiniz. Fransa'nın milli kahramanlarından ve büyük devlet adamlarından birisidir. Hatta o, dünya tarihinin büyük askerlerinden birisi kabul edilir. Fransa bu gün Suriye, Lübnan, Mısır ve diğer Kuzey Afrika ülkeleri konusunda kendisinde söz söyleme hakkı görüyorsa bunu, büyük ölçüde Napolyon Bonaparte'a borçludur. Oysa bizim Cezzar(Kasap) Ahmet Paşa, 1799 yılında bu Napolyon Bonaparte'i Suriye'de Akka kalesi önlerinde yenip perişan etmemiş miydi? Evet etmişti.

Ancak Fransız Milleti, tıpkı Ruslar gibi büyük bir millet olduğu için ve Napolyon'daki devlet adamlığı kumaşını ve komutanlık ışığını gördüğü için ona sahip çıkmış, o da Napolyon Bonaparte olarak dünya tarihine geçmiştir. Halbuki; bizim Cezzar Ahmet Paşamız ve Akka Zaferimiz o kadar büyüklerdir ki; koca Napolyon Bonaparte bile uğramış olduğu bu yenilgi sonunda "Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim." demek zorunda kalmıştır. Böyle bir sözü, ancak cihangirlik iddiasında bulunan fatih ruhlu insanlar söyleyebilir. Ve siz, bu sözü söyleyene değil söyletene bakınız. Onun adı Cezzar Ahmet Paşa ve onun kumanda ettiği Türk Ordusu'dur...

Bu örnekleri neden verdiğime gelince: CHP lideri Kılıçdaroğlu Enver Paşa için "Küçük Enver" nitelemesi yaptı ya. İşte bu niteleme karşısında benim kırgınlığım ve üzüntüm geçecek gibi değildir. Çünkü böyle küçük adamların yoğunlukta olduğu bir millet büyük adamlar çıkaramaz. Oysa Türk Milleti de büyük bir millettir ve tarihte çok büyük adamlar yetiştirmiştir ki; bu büyük adamların sonuncusu Büyük Atatürk'tür...

Kahraman İsmet Paşa! 
CHP, şimdilerde hükümeti, İsmet Paşa'nın adını ders kitaplarından çıkarmakla suçluyor ve İsmet Paşa'nın bir Milli Kahraman olduğunu söylüyor. Peki, İsmet Paşa ne kadar kahramandır? "İsmet Paşa'yı tarihteki şerefli yerine göndermekten" bahsederek elindeki valililiği de yitiren Kırklareli Valisi arkadaşım Sayın Cengiz Aydoğdu'nun durumuna düşmek istemem. Ayrıca hiç gereği yokken İsmet Paşa düşmanlığı ile de nitelenmek düşüncesinde değilim. Esasen benim İsmet Paşa'ya karşı herhangi bir düşmanlığım da yoktur.

Ancak itiraf etmek gerekirse; İsmet Paşa, öyle CHP'lilerin vasfını tasvir ettikleri gibi büyük bir kahraman da değildir. Belki büyük bir devlet ve siyaset adamıdır ama, İsmet Paşa'ya asla "Büyük bir askerdi" denilemez. Çünkü İsmet Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın yanında ve gölgesinde olmak üzere; sürekli ikinci, bazen de üçüncü ve dördüncü adam olarak kalmıştır.  Örneğin Atatürk ölürken İsmet Paşa, onun çok uzağındadır ve bu iki tarihi şahsiyet küslerdir. Hatta helalleşmemişlerdir bile. Atatürk Dolmabahçe'de son nefesini verirken başında İsmet Paşa değil, Celal Bayar vardır. İsmet Paşa, her şeyini borçlu olduğu ve bir zamanlar "Velinimetim-efendim" olarak nitelendirdiği Atatürk'e küsmüş, daha doğrusu Atatürk, kendisini maiyetinden uzaklaştırmıştır.

İsmet Paşa'yı kahraman haline getiren olay, Batı Cephesi Komutanı olarak İnönü'de peş peşe kazandığı söylenen iki zaferdir. Peki; İsmet Paşa'nın komuta ettiği ordu tarafından İnönü'de kazanılan zaferler, askerlik tarihimiz bakımından kayda değer zaferler midir? En doğrusunu elbette askerler ve stratejistler bilir ama bana göre her iki İnönü Zaferi de örneğin Mustafa Kemal Paşa'nın sevk ve idare ettiği "Sakarya Meydan Savaşı" ve "Dumlupınar Meydan Savaşı" ölçeğinde zaferler değildir. Zira iki İnönü Zaferi arasında sadece 2.5 aylık bir süre vardır. Öyle ya; Birinci İnönü Zaferi diye bir savaş ve zafer varsa sadece 2.5 ay sonra  aynı yerde ikincisine neden ihtiyaç duyuldu?  Madem Eskişehir İnönü'de peş peşe iki zafer kazanıldı o zaman Yunan Ordusu Polatlı-Haymana hattına kadar, yani Ankara'nın burnunun dibine kadar neden ve nasıl ilerledi? O zaman bu iki savaşa sadece küçük çaplı birer muharebe nazarıyla bakmakta fayda var demektir.

Tarihlerin kaydettiği üzere; Türk Milleti, girdiği her savaşa "Ya herru ya merru" anlayışıyla girmiştir. Yani Türklerin girdiği hemen her savaş, kesin sonuçlu savaşlardır ve Türkler, aynı yerde birden fazla savaş asla yapmamıştır. Bunun tek istisnası Kosova'da yapılan iki savaştır. Ancak burada yapılan iki savaş arasında tam yarım asır ve dört kumandan(padişah) bulunmaktadır. 1389 yılında yapılan Birinci Kosova Savaşı'nda, başkumandan olan Padişah 1.Murad (Hüdavendigâr)'ın da şehitler arasında olması, Türklerin girdiği her savaşın kesin sonuçlu savaş olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla 1921 yılında 2.5 ay arayla İnönü'de yapılan savaşlara savaş değil, dense dense ancak muharebe(savaşın küçük bir parçası-çatışma) denebilir.

İsmet İsmet Bu Ne Rezalet? 
Merhum kayınpederim anlatırdı. O da, babasından duymuş. Milli Mücadele yıllarında babası Vildan Efendi askermiş. Görevi Ankara Garı'ndaymış Vildan Efendi'nin. O sırada Mustafa Kemal Paşa'nın üssü, yani Milli Mücadele'nin komuta merkezi Ankara İstasyon binasındadır. Yunan Ordusu Polatlı-Haymana hattına dayanmıştır. Top sesleri Ankara'dan duyulmaktadır. Bir grup üst düzey komutan toplanmışlar ayak üstü ve hararetli hararetli kendi aralarında tartışmaktadırlar. O sırada Mustafa Kemal Paşa öfke ve hiddetle elindeki bastonu önce İsmet Paşa'nın bağrına dürter, sonra da top seslerinin geldiği ciheti işaretle şöyle bağırır Garp Cephesi İsmet Paşa'ya;

-"İsmet, İsmet! Bu ne rezalet?"

Özetle; İsmet Paşa'nın askeri dehası ve kahramanlığı bu kadardır değerli okuyucularım. Ancak İsmet Paşa, tarihimizde iz bırakmış bir siyaset ve devlet adamıdır. Şu ya da bu şekilde milletimize hizmet etmiştir. Lozan Barış görüşmeleri sırasında hizmetleri vardır. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında oynadığı rol ve bütün baskılara rağmen ülkeyi savaşa sokmaması milletimiz için önemlidir. İkinci Dünya Savaşı boyunca kıtlık yaşandığını ileri sürerek kendisini tenkit edenlere, "Çocuklarınızı aç bıraktım ama yetim bırakmadım" demiştir.  Kuzeyden gelen Rus tehdidine karşı sessiz ve Türkiye'ye sığınan bir grup Azerbaycan Türkü'nü Rusya'ya iade ederek katledilmelerine sebep olması örneğinde olduğu gibi; korkak ve tâvizkâr bir tutum izlemesini tenkit edenlere cevap verirken "Büyük devletlerle komşuluk etmek, ayıyla yatağa girmeye benzer. Ayının ne zaman ne yapacağı pek belli olmaz" demiştir. Ünlü Johnson mektubu üzerine de "Yeni bir dünya yeniden kurulur, Türkiye orada yerini bulur" şeklindeki ünlü sözünü söylemiştir. DP iktidarı için söylediği "Bana savaş çizmelerimi tekrar giydirmeyin" ve "Sizi ben bile kurtaramam!" sözleri de pek ünlüdür İsmet Paşa'nın...

Bunun yanında, özellikle dini sahada izlediği politikalar ve uygulamalarla, bu konuda Atatürk üzerinde kurmuş olduğu etki, geniş toplum kesimleri arasında onu sürekli tartışılır hale getirmiştir.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve Enver Paşa 
Yazımızın giriş bölümünde verdiğimiz Büyük Petro ve Napolyon Bonaparte örnekleri de gösteriyor ki; büyük devlet adamları ve büyük askerler de hayatlarında yenilgi ile tanışmış insanlardır. Onları büyük yapan, sebep oldukları hataları telafi etmiş olmaları ve hatalarını telafi etme imkanı bulmalarıdır. Oysa Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve Enver Paşa örneğinde olduğu gibi bizim tarihimizde de büyük askerler ve cihangir ruhlu komutanlar vardır. Ancak ne çare ki; onlar hatalarını telafi etme imkanından yoksun oldukları, daha doğrusu yoksun bırakıldıkları için sadece birer kahraman olarak kalmışlar, büyük devlet adamı seviyesine çıkamamışlardır. Belki biraz da gençliklerinden kaynaklanan hırslarına mağlup olmuşlardır.

1683 yılında İkinci Viyana Kuşatması'nı gerçekleştiren Osmanlı Orduları Başkumandanı ve Sadrazam olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, kesinlikle büyük bir asker ve kahramandır. Ancak o,  Kanuni Sultan Süleyman'ın ulaşamadığı bir başarıyı gerçekleştirme hırsına kapılıp aceleci davranmış, tedbirsizlik göstermiş ve bu sebeple başarısız olarak Osmanlı'nın Avrupa'daki gerilemesinin alt yapısını hazırlayan adam durumuna düşürülmüştür. Düşürülmüştür diyorum, çünkü eğer hemen öldürülmeyip kendisine başarısızlığını telafi etme imkanı verilseydi şüphesiz Türk ve Dünya tarihinin yönü başka türlü tecelli ederdi. Umum tarihçilerin ortak fikri, Merzifonlu'da böyle bir istidadın ve potansiyelin bulunduğudur.

Rivayete göre; İkinci Viyana kuşatması sırasında Merzifonlu, izlenecek yöntem bakımından kendisiyle ters düşen paşalardan Arnavut (Koca) İbrahim Paşa'yı öldürtmüştür. Ancak o İbrahim Paşa ki; engin bilgi ve tecrübesiyle Kara Mustafa Paşa'daki devlet adamlığı istidadını gördüğü için ölmeden önce celladına verdiği ve Padişah'a hitaben kaleme almış olduğu mektubunda şöyle demiştir;

-"Padişahım, Mustafa Paşa kulunuz, şüphesiz beni bihakkın (haksız yere) öldürtmektedir. Ancak sakın ola selameti vatan için kendisine dokunulmaya..."

Oysa savaşın seyri ve sonucu Arnavut İbrahim Paşa'yı haklı çıkarmıştır. Çünkü kendisi, Viyana Kalesi'nin kuşatılmasından önce yol üzerinde ve civarda bulunan irili, ufaklı kalelerin ve yardım güzergâhlarının ele geçirilip tutulmasını, bundan sonra şehrin kuşatılmasını teklif etmiş, ancak Merzifonlu, bir an önce Viyana'yı ele geçirerek sonuca ulaşmayı istediğinden, kendisine muhalefet eden İbrahim Paşa'ya celallenip boynunu vurdurmuştur. Anlaşılan Merzifonlu da, tıpkı Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Savaşı sırasında yaptığını yapmak istemiş, Yavuz'un savaş alanında Sadrazam Hemdem Paşa'nın kellesini vurdurduğu gibi  Koca İbrahim Paşa'nın kellesini vurdurarak kararlılık göstermek istemiş, ancak hata etmiştir. Bu hatasını ise kendi kellesini yitirerek ödemiştir. Hem de katlettirdiği muhatabının bütün karşı çıkmalarına karşın. Bütün bunlara rağmen Merzifonlu yine  de büyük bir asker ve şüphesiz o da bir kahramandır...

Küçük Enver Meselesi 
Bir önceki yazımızda da dediğimiz gibi; 
"Enver Paşa gerçek bir kahramandır. (Üstelik) bu kahramanın diğer kahramanlardan farklı yönleri de var. Enver Paşa, 'Kahraman' sınıfında sayılan insanların ortak yönleri olan, cesaret, korkusuzluk, ataklık, kararlılık, azim, sebat, yurt sevgisi gibi özelliklere sahip olmanın yanında yüksek seviyeli bir komutan olması sebebiyle sevk ve idare kabiliyeti, astlarına karşı hoşgörü, yüksek ideal sahibi (ülkücü) olma ve milletini sevme (milliyetçilik) gibi hasletleri de olan bir kahramandır. Üstelik onda diğer kahramanlarda olmayan bir özellikle daha vardır. Dindarlık! Evet, Enver Paşa, son derece dindar bir Müslüman’dır. Hayatının hiçbir devresinde içki içmeyen, harama uçkur çözmeyen, beş vakit namazını kılıp orucunu tutan, hayatı boyunca koynunda Kur’an-ı Kerim taşıyan ve onu sürekli okuyan bir kahramandır. Bütün bunları, en zor şartlar altında bile yapan bir insandır Enver Paşa. Enver Paşa’da eksik olan şey, galiba sürekli erken terfi almasından kaynaklanan bilgi ve tecrübe eksikliği ile siyasi ayak oyunlarını bilmemesidir.

Bu sebeple Enver Paşa, dünyada olan biteni yeterince değerlendirememiş ve istikbali iyi hesap edememiştir. Enver Paşa’yı başlı başına kahraman yapan da zaten bu yönüdür. İstikbal kaygısı taşımaması ve geleceği düşünmemesi. Geleceği düşünerek sürekli hesap kitap yapsaydı zaten kahraman değil, politikacı olurdu! O, bütün askerlik hayatı boyunca politikadan uzak durmuş ve sadece askerlik yapmıştır. Politikaya bulaşmış subayları ise derhal emekliye sevk etmiştir..."(*)

Enver Paşa, sürekli Sarıkamış hezimeti ile anılır ve bu sebeple hakaretlere maruz bırakılır. Oysa "Çanakkale" ve "Kut'ul Ammare" zaferlerinin başkumandan vekili de aynı Enver Paşa'dır. Edirne'yi Bulgarların elinden geri alıp vatan toprağına katan da odur, Batı Trakya'nın elimizden çıkmaması için bir tedbir olması bakımından Batı Trakya Türk Devleti'ni kuran da odur. Hatta MİT'in çekirdeğini teşkil eden "Teşkilat-ı Mahsusa"yı kurup, sırf bu teşkilat vasıtasıyla 1918'in sonuna kadar Arap yarımadasını şu yada bu şekilde Osmanlı'ya bağlı kılan da odur.

"Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğunu savaşa sokan ve böylece İmparatorluğun yıkılmasına sebep olan adamdır..." lafları tamamıyla yalan ve iftiradır. Çünkü bütün İmparatorluklar gibi Osmanlı da devrini tamamlamış ve yerini ulus devletlere bırakmak zorunda kalan bir devletti. Aynı yıllarda Rus Çarlığı, Avusturya-Macaristan ve Alman İmparatorlukları da yıkılmıştır. Dolayısıyla Osmanlı'nın yıkılması da mukadderdi ve yıkıldı. Enver Paşa ve arkadaşlarının şanssızlıkları, imparatorluğun yıkılma döneminde iktidarda bulunuyor olmalarıdır. Unutulmasın ki; Cumhuriyeti kuranlar da Enver Paşa'nın yakın arkadaşları ve aynı partinin (İttihat ve Terakki)üyesiydiler...

"Enver Paşa kurmaydır ama onda kurmaylığın gerektirdiği istidat yoktur..."diyenler kanaatince hata ediyorlar. Enver Paşa'da kurmaylığın gerektirdiği her şey vardır. Ancak o, aynı zamanda bir gönül ve ideal adamıdır da. Enver Paşa'nın Mustafa Kemal Paşa ile kıyaslanması ve Mustafa Kemal Paşa'ya paye vermek için Enver Paşa'nın kötülenmesi de yanlıştır. Oysa her ikisi de hemen hemen aynı yaştadırlar ve Enver Paşa, sürekli olarak Mustafa Kemal Paşa'dan önce terfi etmiştir. Her ikisi de Trablus ve Bingazi'de İtalyanlara karşı Milislere kumanda etmişlerdir. Aynı kıza (Naciye Sultan) aşık olmuşlardır ama hedefine ulaşan yine Enver Paşa olmuştur.

Yani Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa, hayatları boyunca tabiri caizse hep rekabet içinde olmuşlardır. Ancak sonunda şans ve baht Mustafa Kemal Paşa'ya gülmüştür. Enver Paşa Naciye Sultan'a eş olma mutluluğu ile sınırlı kalırken, Mustafa Kemal Paşa bütün bir millete lider olma şans ve mutluluğunu yakalamıştır. Daha doğrusu önüne çıkan fırsatları iyi değerlendiren, duygularından çok aklıyla hareket eden ve kazanan Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Allah her ikisine de rahmet eylesin ve onları cennetine koysun...



Ömer Sağlam
______________

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN