Şehit Cenaze Namazı Kılmak Yasaktır! [Ömer Sağlam]
Makale ayrıca redakte edilmemiş, yazarının
gönderdiği orijinal görünümle yayınlanmıştır
Vakti zamanında Bayburt yine şimdiki gibi ilken, kentin işgüzar ve ilerici valisi kente Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası getirtir. Gelen ekibe ayıp olmasın düşüncesiyle de konseri izlemeyi zorunlu kılar ve genç, yaşlı bütün Bayburtluları toplar konser alanına. Polisler, askerler, zaptiyeler tuttuğunu sokar konser meydanına…
Sonra konser başlar ve saatlerce zart zurt bir şeyler çalar orkestra. Ancak ne söylenenlerden, ne çalınanlardan hiç bir şey anlamaz garibim Bayburtlular. Onlar alışmıştır;
“De get Bayburt, de get Bayburt de get sende nem kaldı,
Hasan Kalası’nda anam kunduram kaldı,
O kundura güzel eder adamı,
Ergen kızlar alsın benim gadamı”.
Şeklinde türküler söyleyip, davul zurna eşliğinde halay çekmeye. Batı Müziğini, klasik müziği, aryayı, konçertoyu, senfoniyi kim kaybetmiş ki; onlar bulsunlar.
Neyse efendim vırıltı, zırıltı kesildikten sonra halk can havliyle ve kan, ter içinde atmış kendisini dışarı. O sırada vali bey tutmuş bir yaşlı Bayburtlu’nun kolundan ve sormuş kendisine;
-“Emmi, nasıl? Beğendin mi konseri?”
Yaşlı Bayburtlunun cevabı bir kaya, heyelana maruz kalmış bir dağ gibi düşmüş valinin üzerine;
-“İlbay Paşam, sağ ol, var ol. Ancak Bayburt Bayburt olalı üçten dokuza şart olsun Ermeni zulmünden sonra böyle zulüm görmedi!”
Tıpkı onun gibi dostlarım; Kocatepe Camii, Kocatepe Camii olalı, yani 1986 yılında hizmete gireliden bu yana bugünkü gibi bir zulüm, bugünkü gibi bir işkence ve bugünkü gibi bir namaz kılma şekli, daha doğrusu namaz kılma rezaleti görmemiştir!
Anlatalım:
Malum; iki gün önce Hakkari’nin Dağlıca Bölgesi’nde teknik bir arıza sebebiyle düştüğü söylenen helikopterde şehit ve yaralı verdik milletçe. Bu şehitlerden birisi de Hav. Tek. Astsubay Çavuş Ahmet Çağlar idi. Ahmet Çağlar, benim köylümdü ve henüz 22 yaşında bir delikanlıydı. Ailenin tek erkek çocuğu idi. Ailesi fakr-u zaruret içindeydi ve o fakr-u zaruret içinde okutmuşlardı biricik Ahmetlerini. Ondan çok şey bekliyorlardı. Belki de ailenin kurtuluşu ona bağlıydı...
Ahmet’in şehadetini facebook sayfamda haberleştirdikten ve ailenin üzüntüsü köyümüzün internet sitesinde paylaştıktan sonra Ankara dışındaki evimden kalktım Ankara’daki evime geldim. Yola çıkarken almış olduğum abdestimi Ankara’ya gelince tekrar tazeledim, çift dikişli ve katmerli abdestimle gittim öğle namazını ve arkasından da cenaze namazını kılmaya. O da nesi; Kocatepe Camii’ne çıkan bütün yollar ve caddeler trafiğe kapalı. Sadece araç trafiğine değil, yaya trafiğine de kapalı!
Önce Küçükesat yönünden olmak üzere; Mimar Kemal Lisesi’nin yanındaki Binektaşı sokaktan cami yönünde hücuma geçtim! Sokakta yürürken plakasında dört yıldız bulunan son model siyah arabalar geçti birkaç tane. Anladım ki; Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanları tam tekmil gelmişlerdi cenazeye. Sokağın tam ortasına gelince bir grup polis yolumu kesti;
-“Hayırdır, nereye böyle?” dediler.
Şaşırmıştım. O şaşkınlıkla;
-“Nereye olacak, camiye Şehit Cenazesi Namazını kılmaya” dedim.
-“Bu sokaktan geçemezsin. Burası, protokol yolu. Yassak!” dediler.
Çaresizlik içinde, 40 derece sıcağın altında ve oruç ağzımla sokağın tam ortasında 180 derece çark edip, geldiğim yolu tekrar yürüdüm ve bu kez yandaki Bardacık Sokağa daldım. Hay dalmaz olaydım! Tam sokağı bitirip camiye açılan meydana inecektim ki; sokağın meydana açılan noktasındaki merdivenlerin başı korkuluklarla kapatılmış ve bir manga polis ve asker tarafından tutulmuştu. Hep birlikte “Gelme” dercesine ellerinin tersleriyle işaret yaptılar. Her ne kadar ellerimi tekbir vaziyetine getirerek namaz kılma arzusunda olduğumu belirtiysem de bu sefer “Hastir” dercesine daha sert yaptılar aynı hareketi. Çaresizlik içinde, cop ve biber gazı yeme korkusunu iliklerimde hissederek döndüm gerisin geriye. Bu sefer Esat Caddesi ile Mithatpaşa Caddesi’nin birleştiği noktadan camiye doğru taarruza geçtim.
Kocatepe Kültür Merkezi’nin önünde Olgunlar Sokak ile Mithatpaşa Caddesi’nin kesiştiği genişçe alan bariyerlerle kapatılmış sadece bir metre açık bırakılmıştı. Hakkari’yi Şırnak’a bağlayan Süvari Halil Geçidini andıran o dar geçitten sanki Esenboğa hava alanına giriyormuşçasına girdim. Bu sefer de karşıma polisler dikildi. İçlerinden yaşlıca olanı arama isteğini belirtince yaklaşıp kollarımı açtım ve elimdeki çantayı uzattım. Didik didik aradılar.
İşte tam o sırada merhum Osman Yüksel Serdengeçti’yi hatırladım. Vakti zamanında merhumun üstünü arayan polislerden birisi, bilerek veya bilmeyerek Osman Yüksel’in avret mahallini avuçlar. Bunun üzerine Osman Yüksel Serdengeçti şöyle der polise;
-“Tamam, işte şimdi buldun suç aletini!”
Arama noktasından geçip, boylu boyunca uzanan demir bariyerlere acı içinde ve iğrenerek bakarak yürüdüm. Alt geçidin bitiminde sol taraftaki merdivenden camiye çıkmak istedim ama nafile. Merdivenin camiye çıkış yeri, Osmanlılar tarafından iki defa kuşatılmakla birlikte bir türlü ele geçirilemeyen Viyana şehir kapısı gibi kalın demir parmaklıklarla kapatılmış, bununla da yetinilmeyerek merdivenlerin önüne birkaç polis daha dikilmişti. Elleriyle “Şu taraftan” diyerek, Beğendik Mağazası’nın tarafına yönlendirdiler. Tam merdivenlerden çıkarken Diyanet-Vakıfsen Eski Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi ile karşılaştım. Hazım Bey de tıpkı benim gibi zıvanadan çıkmış durumda idi. Beni görünce içindeki safrayı boşaltır gibi konuştu;
-“ Vatandaşa gelince şahin kesiliyorlar ama Suriye’ye bile gücü yetmiyor bunların. Şu mübarek günde bu ne zulümdür yahu. Neden ve kimden korkuyorsunuz…”
Kan ter içinde zor attım kendimi caminin arka mahfiline. Baktım ağabeyim ve birkaç köylümüz de vardı orada. Selamlaşıp oturdum yanlarına. Ancak sinirim tavan yapmış, kel kafamdan akan terler göçük omzumun çukurlarında küçük küçük krater gölcükleri oluşturmuştu. Cebimde terden vıcık vıcık olmuş buruşuk mendilimi çıkardım, boynumda biriken, ayrıca başımda domur domur olmuş, boynuma ve koynuma doğru akmaya hazırlanan terleri bir güzel sildim. Arkasından da öğle namazını kıldık.
Cenaze namazını kılmak için dışarı çıktığımızda bir de ne görelim; cami ile avlunun arası, yani tuvaletlerin bulunduğu bölümün önü, boydan boya bariyerlerle ve polis zinciriyle kapatılmıştı. Namaz kılınacak alana, yani musalladaki şehidin arkasına bir türlü bırakmıyorlardı. Neymiş efendim; protokolün yanına yaklaşmak yasakmış! Bir grup köylümüzle birlikte ne kadar yalvardıysak, ne kadar dil döktüysek de bizi bırakmadılar şehidin yanına. İşte o sırada Erzurum’da İç İşleri Bakanı’nın “Takla at” teklifini şıkır şıkır oynayarak savuşturan Erzurumlunun müşkül anı geldi gözümün önüne. “Takla atsak, acaba bariyerleri açarla mı İdris Naim Şahin’in polisleri?” diye geçirdim içimden.
Çaresizlik içinde, protokol ile aramızda bir tabanca atımı mesafede(!) Cenaze Namazı için saf tuttuk. Anlaşılan polisler bizi protokole yaklaştırmamakla muhtemel bir canlı bomba eylemini ucuz savuşturmuşlardı bugün!
Namazdan sonra namazı kıldıran hoca efendi “birlik beraberlik” üzerine birkaç kelime söyleyecekti ki; yanımızdaki iri yarı bir adam yüksek sesle bağırdı;
-“Böyle birlik beraberlik olur mu? Halkı yanınıza bile yaklaştırmıyorsunuz. Araya bariyerler ve polis zincirleri koyuyorsunuz…”
-“Haklısınız” diye karşılık vermiştim ki; adam bu sefer de bana cevap verdi;
-“Haklıyım ama, hiç sesiniz çıkmıyor…”
-“Ne yapalım polisle dövüş mü yapalım?” diye karşılık verince ağabeyim kolumu çekti;
-“Bırak hadi gidelim…”
İçimden şöyle devam ettim konuşmaya;
-“Vaktiyle, kafasına kantar fırlatan Bakkal Hasan’ın protestosunu bahane ederek Vekâletler Caddesi’ni trafiğe kapatan Ecevit hükümetini tenkit ediyordunuz. Peki, sizin bu yaptığınız nedir? Ecevit Vekâletler caddesini en azından sadece araç trafiğine kapattırmıştı. Ancak siz Ecevit’e de ferman okutup, cadde ve sokakları yayalara da kapattınız…”
İşte bu hava içinde ve öfke küpü olarak ayrıldım oradan. Ne yaklaşıp cenaze sahiplerine adam gibi taziyede bulunabildim, ne de gönül huzuru içinde şehidin arkasından duâ okuyabildim. Sadece bize bu zulmü reva görenlerin yedi ceddine rahmet okumakla yetindim. Bir ara 30 cm. uzunluğundaki beyaz sakalıyla torununun arkasından ağır ve vakur adımlarla yürümekte olan Hacı Kadir Amcayı fark ettim. Uzaktan öyle haşmetli, öyle yiğit, öyle vakur görünüyordu ki; bıraksalar torununun tüfeğini, tabancasını kaptığı gibi Dağlıca’da alacaktı soluğu. En azından bana öyle geldi…
Güle güle git Dağlıca şehidi Ahmet Çağlar. Şüphesiz vatan sana minnettar..
Ömer Sağlam
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.