Bu makale redakte edilmemiş, üzerinde hiçbir düzeltme
yapılmadan, yazım kuralı uygulamasından, sözcüklerine
kadar; yazarının gönderdiği özgün hâlde yayınlanmıştır.
YAŞ Kararı mı ÖYM Kararı mı?
Malum, YAŞ kararları sonuçlandı ve YAŞ kararına göre çeşitli davalardan tutuklu bulunan 40 üst düzey rütbeli asker emekli edildi. Eğer tutuklu olmasalardı, eminim ki içlerinde bir üst rütbeye yükselecekler ve hayalini kurdukları görevlere gelebilecekler olacaktı. Dolayısıyla bunların önü kesilmiş oldu. Bir anlamda bu askerler toptan tasfiye edilmiş oldular. Bu durumda bu askerlerle ilgili olarak alınan kararlara YAŞ kararı değil, olsa olsa ÖYM (Özel Yetkili Mahkeme) kararı denebilir. Bu durumda, tutuklu bulundukları için emekli edilen askerler hakkındaki karara YAŞ kararı değil, ÖYM kararı demek daha doğru olacaktır.
Doğrusu tutuklu askerlerin toptan emekli edilmesi Türk kamuoyunda genel kabul görmemiştir. Esasen bu insanların, varlığı ve yokluğu bile hâlâ tartışmalı olan darbe planlarına bir şekilde karıştıkları iddia edilerek önce tutuklanmaları, sonra da toptan emekli edilmeleri bazı çevrelerde Cumhuriyetle, Atatürkçülükle, Milliyetçilik ve Ulusalcılıkla hesaplaşma şeklinde yorumlanmaktadır. Ayrıca bunun bir Amerikan planı olduğunu ve plan dahilinde TSK içindeki Amerikan karşıtı subayların ayıklandığını söyleyenler de var. Bunlara ilave olarak, emekli edilen tutuklu subayların umumiyetle terörle mücadelede görev yapmış insanlar olduğunu ve bu insanların emekli edilmekle bir yerlere mesaj verilmeye çalışıldığını söyleyenler de vardır. Hatta bu kararla, TSK'nın zaafa uğratıldığını ve terörle mücadelenin bundan olumsuz yönde etkilendiğini söyleyenler de vardır bu ülkede. Yani bu subayların başına gelenleri gören ve bölgede görev yapmakta olan subayların terörle mücadele ederken kararsızlık göstereceklerini ve mütereddit davranacaklarını söyleyenler vardır.
Dolayısıyla; askerlerin önce tutuklanıp, arkasından da topluca emekli edilmeleri bu milletin içine hiçbir şekilde sinmemiş gözüküyor.
Teşekkür ederim Paşam
Bu askerlerden birisi olan Korg. Mustafa Korkut Özarslan'ın durumu gerçekten de enteresandır. Zira adı geçen, 2010 yılında Elazığ'da meydana gelen depremde, Elazığ'da konuşlu 8'inci Kolordunun komutanı olarak vermiş olduğu başarılı hizmetler sebebiyle Sayın Başbakan tarafından kucaklanıp öpülerek kendisine teşekkür edilen bir generaldir. tutuklanmasaydı muhtemelen bu YAŞ toplantısında orgeneralliğe terfi edecek, en azından ordu komutanı olacaktı. Belki de ileride Genel Kurmay Başkanı bile olacaktı. O kucaklaşma anında, bugün başına gelenleri herhalde hayal etmemiş, tam aksine Başbakanın bu yakın ilgisi sayesinde belki de çok daha üst görevlere atanacağını düşünmüştü Korkut Paşa. Gerçekten de zor bir durum onunki...
Yine mi Kelle Hesabı?
Başbakanın vaktiyle "Sayın Öcalan önce almış olduğu kellelerin hesabını versin"şeklindeki sözleri sebebiyle ve şehitlere kelle dediği gerekçesiyle bağımsız Türk Mahkemeleri tarafından "Üç Kuruşluk" manevi tazminata mahkum edildiği bilinmektedir.
Hakkari'de gerçekleştirilen terörist saldırıda şehit olan Mehmetçikler sebebiyle milletin kabaran öfkesini teskin etmek maksadıyla İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin tarafından söylenen "23 Temmuz itibari ile gerçekleşen sıcak temasın sonucunda 115 bölücü terör örgütü mensubu etkisiz hale getirilmiştir."(1) şeklindeki söz, her nedense Başbakanın ünlü "Kelle" hesabını yeniden akıllara getirmiştir. Yani İç İşleri Bakanı diyor ki; "Biz onlardan kat kat fazla adam öldürdük!". Doğrusu enteresan bir yaklaşım. Oysa, milletin hükümetten beklediği şu veya bu miktarda terörist öldürmek değil, terörü kökünden kazıyıp atmaktır. Bunun için Irak'a girmek gerekiyorsa girmektir. Tezkereyse tezkere, kamuoyu desteğiyse kamuoyu desteği, silahsa silah, paraysa para. Daha ne isteniyor ki? Ancak bu, "Kuzey Irak'a girmek için ABD'den izin almak şarttır"diyen askerlerle ve bütün umudunu peşmerge reisi Mesut Barzani'ye bağlayan Dış İşleri Bakanlarıyla olmaz.
Öte yandan terörle mücadele yöntemi konusunda hükümetteki bakanlar arasında bile görüş ve anlayış birliği yoktur. İç İşleri Bakanı memleketi Ordu'da "115 terörist etkisiz hale getirildi" ve "23 Temmuz'dan itibaren 115 terörist öldürüldü"(2) şeklinde sözler söyleyerek tavrını sertçe ve açıkça ortaya koyarken, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay Van'da yapmış olduğu konuşmada "Hakkari Çukurca'da bir karakolumuz gece sahur vakti terör saldırısına maruz kaldı. Orada şehitlerimiz var. 6 asker, 2 korucu şehidimiz var. Çok sayıda terörist kaybı var. Tabi üzgünüz..."(3) diyerek tıpkı şehitler gibi, öldürülen teröristleri de "Kayıp" olarak nitelemekte ve bir anlamda üzüntülerini dile getirmektedir!
Davutoğlu'nun Erbil ve Kerkük Seyahati, hem siyasi hem de diplomatik hatadır
Davutoğlu'nun Erbil gezisi ile besleme ve yandaş medyanın "75 yıl sonra Kerkük'te"gibi başlıklar atarak ballandıra ballandıra anlattığı Kerkük ziyareti, bize göre de yanlış olmuştur. Onlara göre; Fahri Korutürk'ün 1976'da Cumhurbaşkanı olarak, Tevfik Rüştü Aras'ın da 1937'de Dış İşleri Bakanı olarak ziyaretinden sonra Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük ziyareti bir ilkti ve tarihi öneme sahipti(4).
Oysa bize göre de Davutoğlu'nun Erbil ve arkasından gerçekleştirdiği Kerkük ziyareti ne bir ilktir, ne de tarihi bir önemi vardır. Tam aksine, bu ziyaret Türkiye'nin bölgedeki saygınlığına gölge düşürmüş ve güvenilirliğini iyice tartışılır hale getirmiştir. Çünkü hükümet, bir yandan "Irak'ın toprak bütünlüğünden yanayız" ve "Komşularla sıfır sorun istiyoruz" diyor, bir yandan da Irak'ın toprak bütünlüğü için en büyük tehdit olan Mesut Barzani'yi muhatap alarak Irak'ın parçalanmasına çanak tutuyor. Komşularla sıfır sorun deyip arkasından da kukla Irak hükümetinden NOTA yiyecek kadar ilişkileri geriyor. Davutoğlu, hem Kak Mesut'unun (yani Mesut Abisinin) himayesinde Kerkük'ü ziyaret ederek Kerkük'ün tartışmalı statüsünü en azından Türkiye açısından sona erdirip, adeta "Kerkük, Irak Kürdistanı'nın bir parçasıdır" mesajı vermiştir, hem de Mesut Barzani ile ortak bildiri yayınlayarak(5) bir anlamda Barzani'nin hakimiyetini ve bağımsızlığını resmen kabul etmiştir!
Öte yandan Davutoğlu'nun Kerkük ziyareti "Tarihi" ve "ilk" sıfatlarına da uygun değildir. Medya tıpkı Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Patrikhane ziyaretinde olduğu gibi burada da karartma uyguluyor ve yalan söylüyor. Çünkü gazeteci Rafet Ballı'nın da dediği gibi; 1955'te Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, 1967 ve 1977'de Başbakan Süleyman Demirel, 1968'de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, 1976'da Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Kerkük'ü ziyaret etmişlerdir. Üstelik Davutoğlu gibi Peşmerge lideri Barzani'nin izniyle ve onun peşmergelerinin himayesinde değil, meşrû Irak hükümetinin davetlisi olarak(6).
Ancak Kerkük ziyaretlerin hiçbirisi, Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın 1937 yılında yapmış olduğu Kerkük ziyareti kadar anlamlı değildir. Zira bu ziyaret, Atatürk'ün emriyle ve Hatay'ın anavatana bağlanması çalışmalarının yoğunluk kazandığı günlerde gerçekleştirilmekle, Atatürk'ün "Misak-ı Milli" sınırlarını gerçekleştirme azim ve kararlılığını gözler önüne sermektedir. Atatürk, muhtemelen Hatay'dan sonra Musul ve Kerkük'ü de anavatana bağlamayı düşünüyordu ve bunun için Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı Kerkük'e göndermişti...
General Özkök'ün sayıklamaları
Özellikle yandaş ve dinci medya tarafından "Darbeyi önleyen adam" olarak lanse edilen Genel Kurmay eski başkanlarından E.Org. Hilmi Özkök'ün sözleri, nedendir bilinmez, gündem teşkil etmeye devam etmektedir. En sessiz ve en silik (bazılarınca en demokrat) Genel Kurmay Başkanı olarak tarihe geçen General Hilmi Özkök, her nedense muvazzaf olarak yapamadığını emekli olarak yapmaktadır. Hemen her sözü, gündem oluyor bugünlerde. Özellikle Ergenekon Davası kapsamında söyledikleri, bazı kesimlerce hayati derecede önemli bulunurken, bazılarınca "arkadaşlarını satmak"şeklinde değerlendirilmektedir. Bu anlamda dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı E.Org. Aytaç Yalman'la girmiş oldukları "Muhtıra" polemiği enteresan bir hal almış bulunuyor. Aytaç Yalman ısrarla diyor ki; "Böyle bir söz söylediğimi hatırlamıyorum". Hilmi Özkök ısrarla diyor ki; "Bazı şeyler unutulmaz. Muhtıra sözünü telaffuz eden sensin...".
Ayrıca Hilmi Özkök'ün mahkemede vermiş olduğu ifade de kullanmış olduğu "AKP iktidara geldiğinde ben de endişe ettim" şeklinde söylemiş olduğu ve sözüm ona yargılanmakta olan arkadaşlarına jest niteliğindeki sözleri de haber oldu medyada(7). Oysa Hilmi Özkök'ün böyle bir rahatsızlık duyduğunu söylemek imkânsızdır. Eğer böyle bir rahatsızlığı olsaydı Başbakan Çanakkale'de kendisini arabasına davet ederek hiç "Hocam, buyurun birlikte gidelim" diye hitap eder miydi?
Hilmi Özkök, gündem yaratacak açıklamalarına hız kesmeden devam etmektedir. En son çıkışı, "Tezkere geçseydi Irak’a çok miktarda yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı.Uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekâtı oradan sürdürecektik. PKK konusunda bugünden çok daha avantajlı konumda olacaktık"(8) şeklindeki çıkışıdır. Oysa buna kargalar bile güler Türkiye'de. Tezkere görüşmelerinin arifesinde "Amerikan ordusu Türkiye'yi işgal edecek yaygaraları yapılırken" Hilmi Özkök çıkıp böyle bir şey söylemedi/söyleyemedi Türk halkına. Eğer söyleyebilseydi, Merhum Başbakan Bülent Ecevit'in de açıkça dillendirdiği ve PKK'yı bitirecek bu projeye Türk kamuoyu şüphesiz ki destek verir, TBMM'de tezkereyi reddetme hatasına düşmezdi.
4 Temmuz 2003 tarihinde Kuzey Irak'ta, Süleymaniye kentinde Türk askerlerinin başına çuval geçirilirken kılını bile kıpırdatmayan bizim Çuvalcı Paşa'nın, bugün arkadaşları farklı iddialarla yargılanırken, hükümetin sempatisini de arkasına alarak ileri geri konuşmasını nasıl yorumlamak gerekiyor emin değilim. Ancak ben, 4 temmuz 2003 günü başı çuvallanan bizim Hilmi Efendi'nin, 2014 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için göz kırptığını, nabız yoklayıp kamuoyu desteği yaratmaya çalıştığını düşünüyorum. 2014 yılında Gül ve Erdoğan arasında çıkması muhtemel kardeş kavgasından istifade ile Cumhurbaşkanı olmayı hayal ettiğini sanıyorum. Tıpkı Fahri Korutürk ve Ahmet Necdet Sezer'de olduğu gibi, belki kendisinin de üzerinde uzlaşılacak bir adam olduğunu düşünüyordur bizim Büyük Demokrat Hilmi Paşa. Kim bilir?
Ömer Sağlam
________________
1576690/default.htm
2-Aynı haber,
tr/basbakan-yardimcisi-atalay-sehitlerimiz-var-cok-uzgunuz/siyaset/siyasetdetay/05.08.
2012/1576633/default.htm
6-Rafet Ballı, "Davutoğlu, Kerkük'ü Barzani'ye verdi" başlıklı yazısı,http://www.ulusalkanal.com.tr/davutoglu-kerkuku-barzaniye-verdi-makale,355.html,