Hain Vahdettin Sevr'i Neden İmzalamadı? [Ömer Sağlam]

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve  
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Vahdettin hain ve alçak mıydı?
Yıl 1972. İlkokul üçüncü sınıftayım. O tarihlerde şiir ezberleme kabiliyetim olduğu için, milli bayramlarda şiir okurdum. Çocuklar arasında en uzun şiirleri okumak bir övünç sebebi olduğu için en uzun şiirleri ezberleme görevini ben alırdım. Örneğin şimdilerde küçük çocuklar arasında yarışma haline getirilen İstiklal Marşı'nın tamamını ezberleme işini ben de yaptım ilkokul yıllarında. Ancak itiraf edeyim ki; hiçbir şiir, 1972 yılındaki 23 Nisan Bayramı'nda ezberleyip okuduğum o şiir kadar zihnimde iz bırakmamıştır. Daha doğrusu o çocuksu ruhumu hiçbir şiir o şiir kadar etkilemiş ve hiçbir şiiri o şiir kadar içten okumamışımdır. Öyle olduğu için de o şiirin büyük kısmı hala ezberimdedir benim:
Güzel yurdum ellere bir mal gibi satıldı,
Atamın gür kaşları birden bire çatıldı,
Binerek, bir hamlede şahlanan kır atına,
Haykırdı “alçak,” diye Sultan’ın suratına.
Çarpsa idi damarlarında halis Türk kanı,
Satar mıydı Vahdettin keyfi için vatanı.
...
Geçenlerde tarih profesörü İlber Ortaylı'nın "Türkiye'nin Yakın Tarihi" isimli kitabını okurken yine hatırladım bu ünlü şiiri ve her nedense yine mırıldandım yukarıdaki mısralarını. Arkasından da acı acı gülümsedim tabi. Meğer bize tarihimizi ne kadar taraflı öğretmişler diye düşündüm bir süre. Şöyle diyor İlber Ortaylı kitabında:
"Türkiye, Sevres porselen fabrikasındaki müzede önüne konan anlaşmayı imzaladı. Ama bunu Ankara'daki hükümet kabul etmedi. Ankara kabul etmeyince İstanbul'da olmalan meclisin (19 Mart 1920 işgali ile Meclis-i Mebusan azaları ya tevkif edilmiş ya da bir köşede saklanıyorlardı) yerine acilen teşkil edilen Şura-ı Saltanat'ın bu anlaşmayı tasdiki fazla bir şey ifade etmedi. Padişah dahi değişen ortamda İstanbul, ama asıl Ankara'daki muhalif milliyetçilerin baskısıyla bu anlaşmayı tasdik edemedi. Birinci Dünya Savaşı'nın mağlupları içinde galiplerin dikte ettiklerini kabul etmeyen tek devlet Türkiye oldu..."(1)
Anlaşılacağı gibi; 10 Ağustos 1920 günü Fransa'da Paris'in Banliyölerinden birisi olan Sevr (Sevres)'de tarafların delegeleri ve diplomatları tarafından parafa edilen ve özellikle Orta Doğu'daki sancıları halen canlı olarak devam etmekle birçok otorite tarafından"Barışı bitiren barış" olarak isimlendirilen "Sevr Barış Antlaşması" Türk (Osmanlı) Devleti'nce onanmamıştır. Dolayısıyla Türkiye açısından "Yok" hükmündedir.
Ancak gelin görün ki; Türkiye'de bu ayrıntıyı bilen çok azdır ve yetişen nesiller, bu antlaşmanın Türk Devleti tarafından da onaylandığını, dolayısıyla bu antlaşmayı imzalayıp onaylayanların, bu arada son Osmanlı Padişahı Vahdettin'in "Vatan Haini" olduğunu öğrenerek yetişirler. Yukarıdaki şiir, işte böyle bir düşüncenin eseridir. Çünkü şairinin gözünde Vahdettin, bir "hain" ve "alçak"tır! Üstelik bu düşünce sahipleri; Mustafa Kemal Paşa'nın, bir ara askeri danışmanlığını ve yaverliğini (Fahrî Yaver-i Hazreti Şehriyarî)yapacak derecede Padişah Vahdettin'e yakın olduğunu bile bile yapmışlardır bütün bunları.
Evet, Mustafa Kemal Paşa'nın da Vahdettin hakkında hakaret içeren ithamları ve yakıştırmaları vardır ama, bunları daha sonra politika icabı söylenen sözler olarak algılamakta galiba sonsuz fayda vardır. Saltanatı ve Hilafeti ilga eden ve yepyeni bir sisteme adım atan Cumhuriyetçilerin, eskiyi kötülemeleri kaçınılmazdı, onlar da zaten onu yapmışlardır. Aksi takdirde meşruiyetlerini geniş kitlelere kabul ettirmeleri herhalde mümkün olmazdı. Aynı şeyi bugünkü siyasiler de yapıyor. Bugünküler de, başta İstiklal Mahkemesi tarafından gerçekleştirilen idamlar, harf devrimi, Türkçe ezan ve Dersim olayları olmak üzere; Cumhuriyeti kuran kadroyu alabildiğine tenkit etmiyorlar mı dersiniz?
Günümüzde, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da ulusal direnişi örgütlemesi için Padişah Vahdettin tarafından özel olarak tercih edildiğini, bizzat Padişah tarafından Anadolu'ya gönderildiğini ve üstü kapalı da olsa her bakımdan desteklenip, teşvik edildiğini söyleyenler hiç de az değildir. Esasen, böyle bir durum bize göre de uzak ihtimal değildir. Eğer öyle olmasaydı, Milli Mücadele'ye katılmak maksadıyla İstanbul'dan onca insanın ve mühimmatın Anadolu'ya nakli asla mümkün olmazdı gibime geliyor.
Türkiye'nin en yetkin tarihçilerinden birisi olan İlber Ortaylı'nın, yukarıdaki tespitini bu bakımdan önemli buluyorum ben. Bu görüş, Mustafa Armağan gibi zorla tarihçi yapılmaya çalışılan nevzuhur adamlar ve Mümtaz'er Türköne gibi (en azından fikir bazında) aslına yabancılaşan adamlar tarafından ileri sürülseydi, elbette şüpheyle yaklaşırdım ama bu görüş İlber Ortaylı gibi bir otorite tarafından dile getirilmekle benim için de muteber bir görüştür.  İlber Ortaylı'dan bir farkla ki; ben, Osmanlı Padişahı'nın, Sevr Barış Antlaşması'nı Anadolu'daki muhalif milliyetçilerin baskısı yüzünden değil, bizzat kendi hür iradesiyle imzalamadığı kanaatini taşıyorum. Bu konudaki asıl gerekçem, Türk Milleti'nin içinden hain çıkmayacağına olan sarsılmaz inancımdır. Bu noktada, her ne kadar yukarıdaki şiirde Vahdettin hakkında "Çarpsa idi damarlarında halis Türk kanı. Satar mıydı Vahdettin keyfi için vatanı" denilmiş olsa da ben, Vahdettin'in damarlarında da halis Türk kanı dolaştığına ve bu sebeple onun vatana ihanet edemeyeceğine kaniim. Bu işi yapsa yapsa İslamcı Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensubu Damat Ferit Paşa ve avanesi yapar diye düşünüyorum.
Vahdettin'in "Vatan Haini"  olamayacağı konusunda asıl gerekçem, Türk Milleti'nin içinden hain çıkmayacağına olan sarsılmaz inancım ise de elbette bu inancımı destekleyen bilgiler de var elimizde. Örneğin şu bilgi, bizim gibi adamların elini oldukça güçlendiren bir bilgidir:
"Saray Başmabeyincisi Lütfi Simavi'ye göre Vahdettin (Sevr Barış Antlaşması'nın müzakere edileceği ve büyük ölçüde dağılan Meclis'i Mebusan'ın yerine alelacele teşkil olunan Saltanat Şurası'nda) açılış nutkunu okuduktan sonra başkanlığı Damat Ferit Paşa’ya bırakarak salonda durmamış, çıkıp gitmiştir. Son Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Oktay'ın anlatımı ise şöyledir:
-Nihayet Sevr’i kabul edenler ayağa kalksın denildi. Damat Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da salondakiler Hünkâr'a bir saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki, bu ayağa kalkışın Sevr’in kabulü anlamına mı geldiği, yoksa Padişah’a hürmeten kıyam mı edilmiş olduğu açık olarak belirmedi. Hatta Ayan'dan Topçu Feriki Rıza Paşa, ‘Biz Padişaha hürmeten ayağa kalktık, Sevr’i kabul ettiğimizden değil’ diye haykırarak Damat Ferid’in oyununu açıkça protesto dahi etti.-"(2)
"Vahdettin Sevr'i İmzaladı mı" başlığıyla birinci el kaynaklardan hareketle bir yazı kaleme alan Ahmet Anapalı'ya göre Vahdettin, Avni Paşa'ya dikte ettirdiği hatıratında"Sevr Barış Antlaşması" ile ilgili olarak şöyle demiştir:
"O Sevr ki; ilk defa elime aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim. Sevr bana göre ne bir anlaşma ne de bir paktı. Kötülüğün başta ayağa ta kendisiydi.Bu belge elime geldiğinde, mecburi ve geçici bir imza taktiğiyle biraz zaman kazanmaya çalıştım. Eğer işler kötü gider ve bu oyalamayı başaramazsam antlaşmayı imzalamaktansa, tahttan feragata kararlıydım."(3).
Ahmet Anapalı, Vahdettin'in ülkeyi terk ettikten sonra Mekke'de yayınladığı bildiride de aşağı yukarı aynı şeyleri söylediğini naklettiği yazısında yukarıda ismi geçen İsmail Oktay'ın da şöyle dediğini aktarıyor:
"Sultan Vahideddin Han, Ekim ayında müttefiklerin onca baskısına ve Damat Ferit Paşa'nın kanuni mecburiyet olduğunu hatırlatmasına rağmen Sevr Antlaşmasını geçici olarak dahi imzalamayı reddetmişti"(4)
Eski Başbakanlardan Merhum Bülent Ecevit'in de, akrabaları olan Sadrazam Tevfik Paşa ve onun oğlu İsmail Hakkı Oktay'dan dinlediklerine dayanarak Vahdettin'in, denildiği gibi "Hain" olmadığını ve Anadolu'daki bağımsızlık hareketini belirgin biçimde desteklediğini söylediği bilinmektedir(5).
Şurayı Saltanat'ta yaşanan ve yukarıda aktarılan olayı kimileri, şûrâda oy hakkı olmayan padişahın oylama yapılması çağrısı yapılınca dışarı çıkması, fakat Damat Ferit'in olayı oldubittiye getirmesi olarak yorumlamaktadır. Kimileri toplantının Sevr’i onaylatmak üzere taraflı bir tarzda yürütülmesini protesto mahiyetinde, belki de biraz öfkeli bir şekilde ayağa kalktığını ve çıkıp yan odaya geçmiş olduğunu iddia etmektedir. Kimi tarihçiler ise bunun, padişah ile Damat Ferit Paşa'nın antlaşmayı kabul ettirebilmek için birlikte hazırladıkları bir plan olduğunu iddia etmektedirler(6).
Her ne olursa olsun ve kim ne derse desin, Ahmet Anapalı'nın  Rauf Orbay ve yanındaki delege heyetini kasıtla dile getirdiği "Tarihin cilvesine bakın. Memleketi düşman işgaline açık hale getiren ve  parça parça işgal ettiren Mondros Mütarekenamesi`nin altına imza atan kadro,  Başbakanlığa kadar yükseliyor, büyük devlet adamı vasfını kazanıyor, fakat Sultan Vahideddin Han, imzalamadığı ama vakit kazanmak için sümen altına attığı ve 'onu elime aldığımda acı bir ürperti hissettim. Asla imzalamadım imzalayamazdım da. Kafama silah dayasalardı istifa edecektim ama imzalamayacaktım' dediği ve üzerinde de imzası bulunmadığı ve hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen ve tarihe 'kadük antlaşma ya da proje' diye geçen 'Sevr'  den dolayı vatan haini oluyor. Kader işte…"(7) şeklindeki yargısına ben de katılıyor ve bu durumu, bilimsellikten uzak, sübjektif bir değerlendirme ve ayak oyunları anlamında çirkin politika olarak yorumluyorum.
Türkiye Birinci Cihan Harbi'nde mağlup olmamıştır!
Öte yandan ben, İlber Ortaylı'nın "Birinci Dünya Savaşı'nın mağlupları içinde galiplerin dikte ettiklerini kabul etmeyen tek devlet Türkiye oldu..." şeklindeki düşüncesini de reddediyorum. Çünkü Birinci Dünya Savaşı'nda Türkiye mağlup olmamıştır. Sadece, müttefikleri mağlup olduğu için mağlup sayılmıştır. "Mağlup Olmak" başka, "Mağlup Sayılmak" ise bambaşka bir kavramdır.
Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'nda mağlup olduğunu ileri sürmek, Çanakkale Zaferi'ni, Kutul Ammare Zaferi'ni, Azerbaycan'ın Fethi'ni ve Medine Savunması'nı görmezden gelmek olur ki; bu büyük bir insafsızlık olacaktır. Hayır, Türkiye Birinci Dünya Savaşı'nda mağlup olmamıştır, sadece mağlup sayılmıştır! Üstelik Türkiye için Birinci Dünya Savaşı, 1918 yılında değil, 1922 yılında bitmiştir. Diğer bir tabirle; Birinci Dünya Savaşı, Türkiye açısından 10 Mart 1920 yılında Türkiye'nin mağlup sıfatıyla parafa ettiği ancak onaylamadığı Sevr Barış Antlaşması ile değil, 24 Temmuz 1923 tarihinde Türkiye'nin Muzaffer devlet sıfatıyla parafa edip daha sonra da Meclisinde onayladığı Lozan Barış Antlaşması ile sona ermiştir. Esasen Türkiye, Sevr'i kabul edip onaylamış olsaydı, Milli Mücadele'ye karar vermez, üstelik bu mücadele Sevr'i dayatan devletler tarafından da kabul edilmezdi. Milli Mücadele'de özellikle Fransa'nın ve İtalya'nın Ankara hükümetinden yana olan tavrı, İngiltere'nin de Yunanistan'a  yeteri kadar destek vermemesi, Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'nda mağlup olmamakla birlikte mağlup sayıldığının ve Milli Mücadele adı altında ikinci kez savaşa tutuşmasının kerhen de olsa haklı görüldüğünün  en büyük göstergesidir.



Ömer Sağlam
______________
1-İlber Ortaylı, Türkiye'nin Yakın Tarihi, s, 57-58, 2. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012,
3-Ahmet Anapalı, "Vahdettin Sevr-i imzaladı mı?" başlıklı makalesi,
4-Agm.
5- Zaman Gazetesi, "Bülent Ecevit:Vahdettin hain değildi" başlıklı haber, 16.07.2005,
7-Ahmet Anapalı, agm.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN