Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Halkın
oylarıyla Cumhurbaşkanı seçimlerinin yapılacağı 2014 yılı yaklaştıkça,
potansiyel adaylarda bazı kıpırdanmaların olduğu görülüyor. Sayın
Başbakan hal ve hareketleriyle 2014 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde aday olduğunu zaten deklare etmiş bulunuyor. Sergilemekte
olduğu tavırdan, onun kendisini Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek adayı,
hatta Cumhurbaşkanlığını çantada keklik gibi gördüğü bile anlaşılıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı’na “Devlette iki başlılık olmaz”
gibisinden hafif yollu giydirmelerde bulunmasından ve devlet adamlığı
öğretmeye kalkışmasından bu niyetini ve kanaatini anlamak hiç de zor
değildir. Başkanlık sistemini gündeme getirmesinden ve bu isteğini TBMM
gündemine taşımaya çalışmasından da bunu anlıyoruz. Yoksa durduk yerde,
yani 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakmasa,
neden karşısına güçlü bir Cumhurbaşkanı dikilmesine çanak tutma anlamına
gelecek manevralarda bulunsun ki. O, bu konuda kesin inançlı olduğu
için, bugünden elini güçlendirecek yasal düzenlemelerin peşindedir.
Geçtiğimiz aylarda yapılan parti kurultayında “AKP Genel Başkanlığı’na son kez adayım”
demesinin ve partilileriyle adeta helalleşmesi de gösteriyor ki; Tayip
Bey, şimdiden kendisini Çankaya’da görmeye başlamıştır bile…
Oysa
Sayın Erdoğan’ın ve AKP yöneticilerinin hesap edemedikleri, daha
doğrusu akıllarına getirmekten bile korktukları için bir türlü
dillendiremedikleri, tabiri caizse korkulu düş gördükleri bir gerçek
vardır. O da Sayın Abdullah Gül’ün, 2014 yılında Cumhurbaşkanı adayı
olacağı ve seçimleri kazanma ihtimalinin Sayın Erdoğan’dan çok daha
yüksek olduğudur. Bunu nereden çıkarıyoruz; elbette Sayın Gül’ün
sergilemiş olduğu tavırdan.
Bir kere Abdullah Gül, “Ben aday olmayacağım” şeklinde kesin bir tavır sergilememektedir. Örneğin “2007 yılında Tayip Bey kardeşim beni önererek fedakârlık yaptı, 2014 yılında da aynı fedakârlığı ben yapacağım…” demiyor. Kendisine bu yönde soru soranlara “Daha önümüzde uzun bir süre var. Ben iki yıl daha görevimin başındayım. Zamanı gelince bakarız” anlamına gelebilecek tarzda son derece diplomatik cevaplar veriyor.
AKP’lilerin
hatta AKP’nin güdümündeki basının onca zorlamalarına rağmen aday
olmayacağını bir türlü söylemiyor Sayın Gül. Hüseyin Gülerce gibi
arkasında Fethullah Gülen cemaatinin gücü olan bazı basın mensuplarının “Gül aday olmayacağını açıklamalı”(1)
şeklindeki pervasızlıklarına ve ukalalıklarına bile kayıtsız kalıyor!
Ancak Basın Müşaviri Ahmet Sever’in açıklamalarından, Abdullah Gül’ün bu
tür gayretkeşliklerden rahatsız olduğu ve üzüntü duyduğu da
anlaşılmaktadır(2). Aslına bakarsanız, partili veya partisiz bir
kısım çevreler Tayip Bey’e yağcılık yapma adına Sayın Cumhurbaşkanı’na
açıkça saygısızlık yapmaktadırlar. Hem
kendisi hem de millet bütün bunların farkındadır.
Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Basın Müşaviri Ahmet Sever’in, “Cumhurbaşkanı,
Sayın Başbakan ile bir çatışma ve çekişme görüntüsü vermemeye özen
gösterdi, hala gösteriyor. Ama aynı özeni partinin bazı önemli
isimlerinin göstermemesi ve uluorta konuşmaları gerçekten hoş olmadı…
Anayasa mahkemesi bu kararı vermiş pek ala aday da olabilir, niye
olmasın…”(3) şeklindeki sözleri, Sayın Abdullah Gül’ün, 2014
yılında tekrar cumhurbaşkanı adayı olabileceğinin işaret fişeği gibi
algılanmıştır kamuoyunda.
Abdullah Gül’den 2014 Manevraları ya da Gül-Erdoğan Çatışmasından Örnekler
Sayın
Abdullah Gül’ün, son zamanlarda Sayın Başbakanla ters düşmeyi göze
alarak bazı çıkışlarda bulunmasını da, kendisinin 2014 yılına hazırlık
babından geniş halk kesimlerinin desteğini alma manevraları olarak
değerlendirmek gerekiyor. Zira geçmişte, Fahri Korutürk’ten sonra “İkinci Çankaya Noteri”
yaftasıyla yaftalanacak derecede köşke gönderilen her şeyi imzalayan
Sayın Gül’ün, son zamanlarda tavır değişikliğine gittiği açıkça
görülmektedir. “Şike Yasası”ndan sonra “Yerel seçimlerin erkene alınmasına ilişkin kanunu” da
veto etmesi, Gül’deki tavır değişikliğinin en bariz göstergeleridir. Erken Seçim Yasası’nı veto ederken kullanmış olduğu “İçeriği olmayan bir değişiklik nedeniyle milleti sandık başına taşımanın anlamlı olmadığına karar verdim"(4) şeklindeki cümlesi de galiba kendisindeki tavır değişikliğinin derecesini ve dozunu gösteriyor bizlere.
Sayın Gül’ün, Başbakanın, gözü kapalı destek verdiği Ergenekon ve Balyoz yargılamalarını da içine alacak biçimde söylediği “Daha önce TBMM'de yaptığım konuşmamda da söyledim, …Yargı
reformunun gecikmesinden dolayı -ki adım adım görüyorsunuz bunlar da
gerçekleşiyor- birçok haksızlıklar, yanlışlıklar, üzüntüler de ortaya
çıkıyor. Bunların giderilmesi için, bunların süratle el birliği
içerisinde yapılması gerekir. Türkiye'de tutukluların sayısının
hükümlülerden çok olduğunu biz konuşmalarımızda da söylüyoruz. Böyle bir
şey Türkiye'ye yakışmayan bir şey. Ayrıca tutukluluk sürelerinin
uzaması, bunlar çok büyük haksızlıklara sebep
olabiliyor. Bütün bunların giderilebilmesi için köklü bir şekilde ve
sürekli bir şekilde, herkesin el birliğiyle yargı reformuna katkı
vermesi gerekiyor.''(5) şeklindeki sözleri de onun, Balyoz, Ergenekon, Oda TV ve KCK davalarına, bağımsız yargıya “Mahkemeye söyledim”
mantığıyla bakan Başbakan’dan farklı baktığını akla getirmektedir. Ya
da en azından bu tavrın da 2014’e bir hazırlık olduğunu
düşündürmektedir.
29
Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Ankara’nın Ulus semtinde yaşananları ve
Ulus’tan Anıtkabir’e yapılan yürüyüşü, Sayın Başbakan, CHP’nin sokakları
terörize etmesi olarak tanımlarken, Sayın Gül, aynı konuda Ankara
Valisi’ni köşke çağırarak halka hoşgörüyle yaklaşılması talimatını
vermiştir. Başbakan, Anıtkabir’e yürüyüş yapacakların önüne konulan
barikatların kaldırılması emrini ben vermedim, diyerek en azından bu
barikatların kurulmasından haberdar olduğunu ifşa ederken, Gül,
barikatların kaldırılması talimatını kendisinin verdiğini ima etmiştir.
Onun bu tavrı ise başbakan tarafından “Devlette iki başlılık olmaz” sözleriyle adeta tenkit edilmiştir.
Benzer hareketleri öteden beri sergileyen BDP’li vekillere karşı, sırf başlatmış oldukları “Kürt Açılımı”
yara almasın diye yıllardır hiçbir önlem almayan Başbakan, nedense
birdenbire Türk Milliyetçisi kesilmiş ve BDP’li vekillerin dağda
teröristlerle öpüşmesini gerekçe göstererek haklarında fezleke
hazırlanmasını istemiştir. Gül ise bu konuda “Kendimizi çıkmaz sokaklara itmememiz lazım”(6) diyerek endişelerini dile getirmiştir.
Suriye’de
Beşar Esat’ın elinde yaklaşık üç aydır esir tutulan gazeteci Cüneyt
Ünal’ın, CHP’li bir grup milletvekili tarafından kurtarılması konusunda
bile Gül ile Erdoğan ayrı düşmüş bulunuyorlar. Cüneyt Ünal’ın CHP heyeti
tarafından kurtarılması, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik tarafından “CHP’nin Şam yönetimi
ile ilişkisini herkes biliyor. Ünal’ın Türk makamlarına değil de, bir
STK’ya değil de, CHP heyetine teslim edilmesi manidar.”(7) şeklinde, Başbakan tarafından ise “…Aylar
önce CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na İsrail’e gidip arkasına Gazze’yi
alıp orada bir hatıra fotoğrafı çektirmesini tavsiye etmiştim,
hatırlarsanız. Adresi şaşırdılar. Gittiler Şam’da eli kanlı bir
diktatörün sağına soluna dizilip hatıra fotoğrafı çektirdiler. Bu
fotoğraf bir utanç vesikasıdır. Bu fotoğrafla CHP tarihine kara bir leke
daha kazınmıştır.”(8) şeklinde değerlendirilirken, Cumhurbaşkanı ''Sayın milletvekillerinin hepsinin gayretleri gerçekten çok takdir edilecek çalışmalardır''(9) diyerek kameraman Cüneyt Ünal’ı kurtaran CHP’lileri tebrik
etmiştir.
Başbakan Star TV’de yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” isimli dizinin Osmanlı’yı ve dizideki Kanuni karakterinin, Kanuni Sultan Süleyman’ı yansıtmadığını “…Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni tanımadık. Biz öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün
30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi
geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz, anlamamız lazım. Ve ben o dizilerin
yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimizin huzurunda
kınıyorum. Ve bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da
gerekli kararı vermesini
bekliyorum.
Böyle bir anlayış olamaz. Bu milletin değerleriyle oynamaya, milletçe
gereken dersin, milletçe gereken cevabın hukuk içinde verilmesi
gerekir.”(10) şeklindeki sözlerle ortaya koyarken, Sayın Gül “Başta
Osmanlı tarihi olmak üzere geçmişimiz son yıllarda merak ve ilgi konusu
olmaya başladı. Artık sinemalarda, filmlerde, dizilerde ve hikâyelerde
tarihin canlandırıldığını, tarihin esin kaynağı olduğunu görüyoruz. Bu
tabi çok sevinilecek bir şey."(11) sözleriyle aynı konuya farklı
bir gözle; daha doğrusu son derece hoşgörülü, demokrat ve düşünce
özgürlüğü penceresinden baktığını ortaya koymuş bulunmaktadır.
Oysa
bilindiği gibi hem Sayın Gül, hem de Sayın Başbakan, Mehmet Akif Ersoy,
Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Sabahattin Zaim ve
Necmettin Erbakan gibi insanların fikirlerinin harmanlandığı Milli Görüş
terbiyesi ile yetişmiş iki insan, hatta iki yakın arkadaştırlar. Kendi
tabirleriyle söyleyecek olursak; arkadaştan öte kardeştirler. O zaman
neden bu fikir ayrılıkları? Demek ki; 2014 her iki şahsın düşüncelerini
birbirinden ayıran bir ayıraç görevi görmeye başlamıştır artık.
CHP’nin 2014 Köşk Adayı Abdullah Gül mü?
Sayın
Cumhurbaşkanı’nın 30 Kasım 2012 tarihi itibarıyla Sivas olaylarını
araştırma konusunda emrindeki Devlet Denetleme Kurulu’nu görevlendirmiş
olması, Erdoğan ve Gül arasındaki düşünce farklılıklarının gün yüzüne
çıkmış son halkası olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü Sivas’ta
yaşananlar, bütün milleti rahatsız etmiştir ama en çok da Alevi
vatandaşlarımızı ve bu ülkenin solcu aydınlarını rahatsız etmiştir.
Dolayısıyla; Milli Görüş geleneğinden gelen bir Cumhurbaşkanı’nın,
Sivas’ta hedef tahtasına oturtulanlardan birisi olan Milli Görüş’ün
aleyhine sonuçlanma ihtimali bulunan bir konuyu araştırma konusunda
devreye girmiş olmasını tarihi derecede önemli buluyorum ben. Sayın
Gül’ün bu tavrı, Alevi kesimde kesinlikle memnuniyet yaratacak ve bu
memnuniyet, aday olması durumunda 2014
yılında kendisine destek olarak sandığa yansıyacaktır.
Bu
konuda en belirleyici tavır galiba CHP’nin tavrı olacaktır. CHP lideri
Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına bakılırsa; CHP’nin Cumhurbaşkanı
adayının Gül olmaması için hiçbir engel bulunmuyor ortada! Zira bu senenin Mart ayı içinde konuyla ilgili olarak kendisine sorulan bir soruya “Öne
çıkan bir isim yok. 2014’de CHP’nin göstereceği adayın Cumhurbaşkanı
olacağına inanıyorum. Aday göstereceğimiz isim Türkiye’nin arzuladığı
bir isim olacaktır. O isim Türkiye’nin adayı olacaktır"(12) şeklinde cevap veren CHP lideri, bu açıklamasının üzerinden yaklaşık bir
ay geçtikten sonra “Cumhurbaşkanı için bir profil belirlediniz mi?” şeklinde sorulan bir soruya şu şekilde cevap vermiştir:
“Profili
çizelim; halkın sevdiği, saygı duyduğu, geçmişiyle halka güven veren,
dünya liderleriyle çok rahat ilişki kurabilecek, merkez sağın rahatlıkla
oy verebileceği bir aday… Bu aday merkez sağdan da olabilir, sosyal
demokrat da olabilir. Toplumun her kesimi tarafından benimsenebilen bir
model düşünüyoruz… Bizim göstereceğimiz adaya MHP’lilerin de oy
vereceğine inanıyorum.”(13).
Başkası
Sayın Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından nasıl bir profil çıkarır
bilmiyorum ama ben Kılıçdaroğlu’nun tam da Abdullah Gül’ün profilini
çizdiğini sanıyorum. Neden mi? Çünkü bu ülkede Recep Tayip Erdoğan’la Abdullah Gül’ün
yarıştığı bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde, AKP dışındaki partilere oy
verenlerin tamamının Abdullah Gül’ü destekleyebileceklerini düşünüyorum
ben. 2011 Genel seçimlerinden hareketle; AKP’nin %48 oy aldığını
düşünürsek geriye %52’lik bir oy çoğunluğu kalmaktadır. Bu
çoğunluğa ilave olarak AKP içindeki Gülcüleri de hesaba katarsak, seçim
yarışını Sayın Gül’ün göğüsleyeceğinden hiç şüphem yoktur.
CHP’nin
göstereceği adaya MHP tabanı oy verir mi? Eğer CHP Abdullah Gül’ü aday
gösterirse Gül’ün MHP tabanından da oy alacağı muhakkaktır. 2007’de
MHP’nin Meclis Genel Kurulu’na gelerek Gül’ün seçilmesine destek verdiği
düşünülürse, Gül’ün MHP tabanından da ciddi şekilde oy alacağını
düşünüyorum ben. Hele hele Başkanlık rejiminin kabulüyle Erdoğan’ın
büsbütün tiranlaşacağını düşünenlerle AKP’nin parçalanıp zayıflamasını
hesap edenlerin de “Ehveni şer” kabilinden Sayın Gül’ü destekleyeceğini düşünürsek 2014 seçimleri Abdullah Gül için çantada kekliktir bile diyebiliriz.
Kılıçdaroğlu’nun “Halkın
sevdiği, saygı duyduğu, geçmişiyle halka güven veren, dünya
liderleriyle çok rahat ilişki kurabilecek, merkez sağın rahatlıkla oy
verebileceği bir aday…” tanımına gelince; bu tarife cuk oturan kişi,
bence yine Abdullah Gül’dür. Çünkü Cumhurbaşkanı oldukça sevimli ve
üstelik sevilen bir kişidir. Erdoğan’a göre çok daha insancıl bir
görüntü vermektedir. Akademisyendir, yabancı dili vardır. Ortada merkez
sağ diye bir şey kalmadığına ve Erdoğan’la ters düşmüş bir Gül’ün artık
Milli Görüş kimliği kalmayacağına göre seçilecek olanla seçecek olanlar
belli bir noktada buluşmuş olacaklardır.
CHP’nin
kendi zihniyetine mensup bir adayı göstermesi halinde ülkücülerin bu
adaya oy vermeyecekleri, CHP’nin ise ülkücü bir kişiyi aday
göstermeyeceği, ayrıca bu ülkede Tayip Bey’in önünü kesebilecek tek
kişinin Abdullah Gül olduğu düşünülürse; CHP’nin Abdullah Gül’e eli
mahkûm demektir. Cumhurbaşkanının halkoyu ile seçileceğinin yasaya
bağlanmasıyla 5+5 olmak üzere iki kez daha Cumhurbaşkanı seçilme şansını
ve toplamda 17 yıl Cumhurbaşkanı olarak Türk tarihine geçme imkânını
yakalayan Gül’ün, muhalefetten kendisine uzatılan bu eli geri
çevirmeyeceği beklenmelidir. Bunun aksi ise en başta Kayserililiğe
yakışmayacaktır! Kardeşlik başka, Kayserililik ise bam başka bir şeydir
efenim!
Ahmet
Sever’in yukarıdaki açıklamaları hakkında görüşü sorulan CHP’nin etkin
ismi Gürsel Tekin’in şu sözleri de aslında bizim yukarıdaki öngörümüzün o
kadar da imkânsız olmadığını göstermektedir. Şöyle demiş Gürsel Tekin: “Her
ne kadar AKP bir yasal manevrayla Sayın Cumhurbaşkanı'nın önünü kesmeye
çalışsa da yargı Sayın Cumhurbaşkanı'nın önünü açtı. Belli ki
önümüzdeki süreçte Sayın Gül de aday olabilir. Sayın Gül, siyasetin
içinde de olabilir yani önümüzdeki süreçte çok sürprizlerle karşı
karşıya gelebiliriz…
Ne
kadar medyamız gizlemiş olsa da bunu, kamuoyuyla paylaşmamış olsa da,
Sayın Cumhurbaşkanı ile Sayın Başbakan'ın arasındaki gerilim toplum
tarafından biliniyor. Bu çok gizlenmiş olsa da şimdi görünen o ki seçim
süreci yaklaştıkça bu tablo biraz daha netleşecek. Sayın Cumhurbaşkanı
da siyasetin içinde olacak''(14).
…
Bana göre Gül’ün eksileri, eşinin
başörtüsü sebebiyle devleti AİHM’e şikâyet etmesi, Güroymak’a Norşin
demesi, RP’nin kayıp Trilyon davasına adının karışmış olması ve Suud
Kralı’yla Çankaya Köşkü yerine Ankara’da bir otel odasında görüşerek
Türkiye’nin resmi devlet protokolünü Suud kralına çiğnetmesidir. Bu
kadar kusur ise kadı kızında da bulunur...
Ömer Sağlam
_______
3-Aynı haber.