Osmanlıca Ne Türkçedir Ne de Gereklidir [Ömer Sağlam]
Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Birçok kez söylediğim gibi yine açıkça söylüyorum ki; 3x4 eğitim sistemine de, ortaokul ve liselerde “Peygamberimizin Hayatı” ve “Kur’an-ı Kerim”in seçmeli ders olarak okutulmasına da karşıyım. Zira bana göre her iki düzenleme de hem yanlıştır hem de fuzulidir.
Bakınız bu ülkede; 1980 Askeri Darbesi’nden sonra okullarda zaten zorunlu din dersleri vardı. Bu derslerde temel İslami bilgilerin yanı sıra, en azından namaz kılacak derecede bazı dua ve sureler de ezberletiliyordu çocuklara. Öte yandan gerek Diyanet’e bağlı Kur’an Kursları’nda, gerekse bazı tarikat ve cemaatlerce “Öğrenci Yurdu” ve“Pansiyon” adı altında işletilen mekânlarda yoğun bir şekilde dini tedrisat yapılıyordu. Bunlara ilave olarak, özellikle 28 Şubat süreci sonrasında zorunlu temel eğitimin 11 yıla çıkarılmasıyla birlikte, özellikle yaz aylarında bu ülkenin bütün camilerinde, harıl harıl din dersi verilmekte ve Kur’an-ı Kerim öğretilmektedir.
Çünkü yaz ayları gelip de okullar kapanınca bu ülkede sayıları belki de 100.000’e yaklaşan camilerin hemen tamamı Kur’an kursuna tahvil edilmekte ve sayıları yaklaşık 130.000 olan Diyanet çalışanlarının tamamı birer Kur’an Kursu öğretmeni olmaktadır. Daha doğrusu yaklaşık 130.000 çalışanı bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, merkez personeli ile taşradaki Müftülük çalışanları dışındaki herkes Kur’an öğretmek için seferber olmaktadır. Vakıf ve dernekler tarafından maaşları ödenmek üzere istihdam edilen din dersi öğretmeni ve Kur’an öğreticileri de cabasıdır…
Seçmeli ders şeklinde olsa da ortaokul ve liselere getirilen “Peygamberimizin Hayatı”ve “Kur’an-ı Kerim” derslerinin, öğrencileri ve özellikle velileri iki arada, bir derede bıraktığını düşünüyorum. En basitinden, çocuklarına bu dersleri aldırmayan aileler hakkında muhtelif dedikodular üretilecek, kim bilir belki de bu aileler“DİNSİZLİKLE” ve “PEYGAMBER DÜŞMANI” olmakla itham edileceklerdir! Bu ailelerin ve çocuklarının üzerinde ister istemez bir mahalle baskısı kurulacaktır. Dün Yalova’da Bağlarbaşı Mahallesi’ndeki Müfettiş Hamdi Girgin İlköğretim Okulu’ndayaşananlar, bunun en bariz örneğidir(1).
Öte yandan Kur’an derslerinin, abdestli mi, yoksa abdestsiz mi verileceği ve alınacağı gibi absürt bir tartışma bile yaşanacaktır okullarda. Bu durum, kızlar konu olunca çok daha büyük önem taşıyacaktır. Mesela kızlar, Kur’an derslerine girerken başlarını kapatıp kapatmama sorunu yaşayacaklardır. Öte yandan yetişkin kızlar, aybaşı hali yaşarlarken Kur’an derslerini nasıl takip edecekleri konusunda da sorunlar yaşayacaklardı. Bu kızlar, ya hayızlı iken Kur’an’a dokunmak durumunda kalacaklar, ya da bu durumda Kur’an’a dokunmayarak kendiliklerinden hayızlı olduklarını ifşa etmiş olacaklardır! Bu durum ise özellikle karma sınıflarda kızların, erkek arkadaşları tarafından alay konusu yapılmalarına sebep olacaktır.
Dolayısıyla ben, bu ve benzeri sebeplerle; ortaokul ve liselerde seçmeli de olsa özellikle Kur’an derslerinin verilmesini doğru bulmuyorum.
Arap Alfabesiyle Türkçe Yazılmaz ve Öğrenilmez!
Arap ve Latin alfabesini bilen bir kişi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; Arap alfabesine kıyasla, Latin alfabesi Türk Dili’ne çok daha uygundur. Allah, Cumhuriyeti kuranlardan ve harf inkılâbını yapanlardan razı olsun ki; Türk Milleti’ni Arap kültürünün, Türkçeyi de Arap alfabesinin zulmünden ve tasallutundan kurtarmışlardır. Onlar için ne kadar dua etsek yine azdır.
Bilmeyenler için söyleyelim; Arap alfabesi, ta İslam’ın ilk devirlerinden beri bu dini kabul eden Araplar dışındaki bütün milletler için problem yaratmıştır. Zira Arapça, başlangıçta kolay öğrenilen bir dil ve alfabe değildi(gerçi hala öyledir). Onun için de Araplar dışındaki Müslümanlar, Arapça inen Kur’an-ı anlamakta hep güçlük çekmişler ve bu sebeple Kur’an tercümesi ve çeviri işi ta Hz. Peygamber döneminde başlamıştır. Örneğin Hz. Peygamber’in yakın arkadaşı da olan ünlü sahabi Selmân-ı Fârisi, Kur’an’dan bazı sureleri Farsça’ya çevirmeye çalışmıştır. Bunun nedeni Arapçanın öğrenilmesi zor olan bir dil olması ve Kur’an’ın, İslam’ı yeni kabul eden milletler tarafından yanlış okunup yanlış uygulanma riskiyle karşı karşıya kalmış olmasıdır.
Konuyu araştıranlar bilirler ki; Kur’an’ın 33. suresi olan Ahzap Suresi’nin 40’ıncı ayetinde “Hâtemen nebiyyîne” şeklinde bir ibare geçer. Daha doğrusu; Türkler olarak bizim tercih ettiğimiz İmam Âsım kıraatine göre Ahzap Suresi’nin 40’ıncı ayetinde geçen ibare “Hâtemen nebiyyîne” şeklinde okunur. Oysa bu ibareyi “Hâtimen nebiyyîne”şeklinde okuyan kıraat âlimleri de vardır. Peki, “Hatem” ile “Hatim” arasında ne fark var mı diyorsunuz? Evet, sesler, daha doğrusu harfler aynı ama “Hatem” ile “Hatim”arasında anlam itibarıyla oldukça büyük farklar ve bu farklar etrafında üretilmiş bir sürü rivayet bulunmaktadır. İsterseniz araştırın, öğrenin.
İşte sırf bu sebeple; Milâdi 8’inci asırda Kur’an-ı Kerim’i daha kolay ve daha doğru okunur hale getirmek için “Harekeleme” denilen bazı çalışmalar yapılmış ve harflerin nasıl okunacağı bu harekeler (harflerin altına ve üstüne konulan bazı işaretler) yardımıyla tarif edilmeye çalışılmıştır. Yani harekesiz Arapçayı okumak çok zordur ve bu iş, ancak Arapların hakkıyla başarabileceği bir iştir. Dolayısıyla; harekesiz Arapça harflerle Türkçeyi yazmak ve okumak da son derece zordur ve uzmanlık gerektiren bir konudur. Bu bakımdan Arap alfabesini bilen herkes, bu harfleri kullanarak ne adam gibi Türkçe yazabilir, ne de adam gibi ve rahatlıkla okuyabilir. Ayrıca; üç türlü “Z”, üç türlü “S”, üç türlü “H”, iki türlü “T”, iki türlü “A”, iki türlü “K” ve iki türlü “D”nin bulunduğu bir alfabe ile Türkçe yazıp okumanın zorluğu da cabasıdır.
Osmanlıca Türkçe Değildir!
Bütün bu zorluklar ve sakıncalar ortada iken MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin gündeme getirdiği teklif, tam anlamıyla işin üzerine tuz biber ekmiş bulunuyor. Sayın Milletvekili okullarda “Osmanlıca” dersinin verilmesini teklif etmektedir. “Eski Türkçe (Osmanlıca) Dersi” başlıklı yazısında bu teklifinin gerekçesini şöyle açıklıyor Özcan Bey:
“Osmanlı Devleti Arap alfabesi kullanmış Türkçe devlet dili olarak varlığını 629 yıl sürdürmüştür. Cumhuriyetle birlikte Latin alfabesine geçilmiştir.Cumhuriyeti kuranlar Arap alfabesiyle konuşup yazabildikleri için onlar için yeni değişiklik sorun olmamıştır. Cumhuriyet sonrası ikinci nesil için aynı şey söylenemez… Osmanlı Türkçesini bilmemek demek; 623 yıllık salnameler, fütüvvetnameler, fetvalar, tapu kayıtları, el yazması eserler, eski Türkçeyle yazılmış on binlerce el yazması eserlerden haberdar olmamak demektir… Osmanlı Türkçesini bilmemenin yüzünden bir insana 629 yıllık bir dönem kapanıyorsa burada bir yanlışlığın olduğunu söylemeye gerek var mıdır?Türkçeyi alfabe bilmemek yüzünden tarihi bölmek ve kültürü bölmek anlamına gelmektedir... Osmanlı Türkçesi de bugünkü Türkçenin dünkü adıdır. Alfabe farkı vardır bu farkı o dönemin alfabesinin öğrenilmesi suretiyle süratli bir biçimde aşmak gereklidir. Bunun yolu da okullarda okutulacak Osmanlı Türkçesi derslerinden geçmektedir”(2)
En başta peşin peşin söyleyelim ki; başına hangi sıfatı koyarsanız koyun, Osmanlıca, asla Türkçe değildir! Çünkü Osmanlıca, hiçbir dönemde Türk halkının dili olmamıştır. Sadece saray çevresinde, devlet yazışmalarında ve aydınlar arasında kullanılan melez bir yazışma dili özelliği taşımaktadır. Türk Halkı, Farsçanın ve Arapçanın hegemonyasına maruz kalmış bu Türkçeyi hiçbir zaman anlamamış ve sevmemiştir. Örneğin halkımız; Yunus Emre’nin Osmanlıca yazdığı Divanı’nı değil, halkın kullandığı arı-duru Türkçe ile yazmış olduğu şiirlerini benimseyip sevmiştir. Türk insanı, Fuzûli’yi, Bâki’yi, Bağdatlı Rûhi’yi ve Nedim’i değil, Pir Sultan Abdal’ı, Karacaoğlan’ı ve Dadaloğlu’nu sevmiştir. Çünkü birinci gruptakilerin ne söylediklerini anlayamamıştır.
Türk halkı hukuki problemlerini çözmek için bile çoğu kere Ebussuud Mehmet Efendi’ye ve Zembilli Ali Efendi’ye gitmek yerine muhayyilesinde yaratmış olduğu Nasrettin Hoca’yı kadı yapmış ve problemlerini ona çözdürmüştür. İncili Çavuş’u kullanarak sarayla ve padişahla dalga geçmiştir. Özetle; Türk insanı, Arap harfleriyle yazılan bu son derece ağdalı ve nevzuhur (yapay) dili ne tam anlamıyla anlamış ne de sevmiştir.
O bakımdan Sayın Özcan Yeniçeri’nin gündeme taşıdığı teklifi, tamamen işgüzarlık, gündem yaratma çabası, siyasi rant peşinde koşma ve daha da önemlisi AKP’den rol çalma girişimi olarak yorumluyoruz. Cumhuriyetin kazanımlarını bir bir ortadan kaldırma ve okullarımızı sıradan medreseler haline getirme çabasına verilmiş bir destek olarak algılıyoruz.
Sümerce, Hititçe, Göktürkçe ve Uygurca Dersleri de Zorunlu Olmalıdır!
Evet; tarihçiler için, Osmanlıca belki şarttır. Ancak tarihçi olmayanlar için o kadar da gerekli değildir. Zira Türkler, tarih boyunca sadece Arap alfabesi değil, Göktürk, Uygur ve Kiril alfabeleri de kullanmışlardır. Osmanlı dönemi Türkler için ne kadar kıymetliyse, ondan önceki dönemler de en az Osmanlı yüzyılları kadar kıymetli ve değerlidir. Çünkü Türk tarihinde her devir, bir öncekinin üstüne bina edilmiştir. Bu sebeple bugün birileri çıkar Arap alfabesiyle yazılan Osmanlıcanın okullarda ders olarak okutulmasını teklif ederse, bir başkası da çıkar Göktürkçe, Uygurca ve Kirilce'yi teklif edebilir. Hatta birileri daha da ileri gidip, Ön-Türk tarihini öğrenmek için Runik yazıların ve Damgaların okullarda öğretilmesini teklif edebilir.
Öte yandan bu ülkede Sümerlerin ve Hititlerin Türk olduklarını kabul eden insanların sayısı hiç de az değildir. O zaman onlar da kalkar, Sümerce'nin ve Hititçe'nin orta öğrenimden itibaren okullarda ders olarak okutulmasını teklif edebilirler.
MHP Kendi Ayağına Kurşun Sıkıyor!
Sözün özü; bu milletin çocuklarının, Türk tarihini öğrenmeleri için ille de Türkler tarafından kullanılan bütün alfabeleri öğrenmeleri gerekmiyor. Meraklıları ve isteklileri öğrenirler, öğrendikleriyle yapmış oldukları araştırmaları halkın bilgisine sunarlar, böylece halk da kendi tarihini öğrenmiş olur. Zaten bugün için yapılan da budur. Bu ülkede hemen bütün Türk alfabelerini, hatta diğer birçok eski ve yabancı dili öğrenip o dillerdeki kaynakları araştıran yeterli sayıda uzman olmadığını herhalde kimse söyleyemez. Eğer yetersizse elbette yeterli hale getirmek gerekir.Şükürler olsun ki; Cumhuriyeti kuranlar, bu ihtiyacı görmüşler ve ihtiyaca uygun müesseseleri oluşturmuş bulunmaktadırlar. Bize düşen, geriye dönmek için manevralar ve kurulmuş müesseseleri etkisizleştirmek için çeşitli atraksiyonlar yapmak ve absürt bazı teklifleri gündeme getirmek değil, bu müesseseleri geliştirmek ve yenilerini hayata geçirmektir. Gerisi bütünüyle lâfı güzaftır, politik ayak oyunlarıdır zaten.
Osmanlıcanın okullarda ders olarak okutulmasını teklif etmek bir anlamda ölüyü diriltmeye çalışmaktan ibarettir! Oysa ölüyü diriltmek, sadece Yüce Tanrı tarafından Hz. İsa’ya verilmiş bir mucizedir.
Şu noktayı da önemle belirtmeliyiz ki; Türk Dünyası’nda ortak bir alfabe oluşturulması, ortak sözlük hazırlanması ve bütün Türk cumhuriyetlerinin Latinceye geçmesini arzu ettiğimiz bir zaman diliminde, Sayın Özcan Yeniçeri’nin gündeme getirdiği teklif, MHP için kendi ayağına kurşun sıkmaktan öte bir anlam taşımamaktadır…
Ömer Sağlam
__________
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.