Hz. Ebu Bekir’le Başlayan İslam Darbe Geleneği [Ömer Sağlam]
“İslam’da demokrasi var(mı)dır” başlıklı yazımızda dedik ki; “Demokrasi konusuna gelince; özellikle Hz. Peygamber’in vefatından sonraki uygulamalar, İslam’da demokrasi olmadığını ya da en azından İslam’daki demokrasinin, çağdaş anlamda (bugünkü anlamıyla) bir demokrasi olmadığını göstermektedir…”(1) Bu bakımdan“İslam’da demokrasi vardır” yaygarası yaparak şeriat özlemi içinde olanlar iyi bilsinler ki;
Uydurma bir rivayetle teşkil olunan “Aşere-i Mübeşşere” kavramının içine sokulan kişilerden birisi olan ilk halife Hz. Ebu Bekir, halifeliği seçimle değil, defacto bir durumla, yani oldubittiye getirerek ele geçirmiştir! Biat, yani tercih veya seçim diyebileceğimiz olay ise arkadan gelmiştir. Elbette kılıçların ve okların gölgesinde yapılan ve tek adayın bulunduğu böyle bir seçime ne kadar seçim denilebilirse.
Biliyorum; bunları söylemek, hele hele kabul ettirmek biraz zordur ama ne yapalım ki; gerçek tastamam böyledir. Zira Hz. Peygamber henüz defnedilmeden Ensar’ın Beni Saide Çardağı’nda toplanıp müminlerin emirinin kim olacağını kendi aralarında tartıştıklarını haber alan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (muhtemelen kılıçlarını kuşanıp) derhal oraya intikal ediyorlar. Yolda karşılaştıkları Ebu Ubeyde Bin Cerrah’ı da yanlarına almayı ihmal etmiyorlar(Bu üç ismin de Aşere-i Mübeşşere içinde olduklarını unutmayınız).
Rivayete göre Ensar ikna edilerek(!) Ebu Bekir halife oluyor. Bir siyaset dehası olan ve bu sebeple İslam öncesi devirde de zaten Mekke Site Devleti’nin diplomatik temsilcisi (bir nevi hariciye nazırı) olan Hz. Ömer’in, muhtemelen siyaseten “Biat” etmesiyle de ashabın biat etmesi sağlanıyor! Olayın bu şekildeki cereyan şeklini öğrenen ve o sırada Hz. Peygamber’in defin işlemleriyle uğraşan Hz. Ali ise uzun süre biat etmiyor. Hz. Ali, çok daha sonra tehdit altında biat ediyor/ettiriliyor. Hz. Ebu Bekir, uzun süre her nedense Hz. Peygamber’in mirasını kızı Hz. Fatma’ya vermiyor. Bu sebeple Hz. Fatma ve eşi Hz. Ali Ebu Bekir’e küsmüşlerdir.
Bazı İslam bilginleri, Hz. Peygamber’in, sağlığının cemaate imamlık yapamayacağı derecede bozulduğu vefatına yakın tarihlerde Hz. Ebu Bekir’i mescitte imam olarak görevlendirmesinin, Hz. Peygamber’in, kendinden sonra Halife (İslam Devletinin Başkanı) olarak Hz. Ebu Bekir’i işaret etmesi şeklinde yorumluyorsalar da bu fazla gerçekçi bir yaklaşım değildir. Zira Hz. Peygamber’in sağlığında yerine vekil bıraktığı veya vekil tayin ettiği başka sahabeler de bulunmaktadır. Bunlardan birisi iki gözü âmâ olan Abdullah b. Ümmi Mektum isimli ünlü sahâbidir ki; Hz. Peygamber, ordusunun başında sefere çıktığı zamanlarda yerine Abdullah b. Ümmi Mektum’u Medine’de vekil bırakmıştır. Bu vekâlet, herhalde siyasi ve dini anlamda bir vekâlet idi. Yani Abdullah b. Ümmi Mektum, Hz. Peygamber’in vekili sıfatıyla hem O seferden dönünceye kadar Medine’yi yönetmiştir, hem de mescitte cemaate namaz kıldırmıştır. Üstelik Kur’an’ın 80’inci suresi olan “Abese” suresinin nüzul sebebi de bu Abdullah b. Ümmi Mektum ile Hz. Peygamber’in arasında yaşanan bir olaydır. Bu olay sebebiyle Allah, Hz. Peygamber’i bir anlamda ikaz etme gereği duymuştur(2).
Bundan başka Hz. Peygamber, kendi yerine vekâleten komutanlar da atamıştır ki; bunlardan birisi azatlı kölesi Zeyd b. Hârise, bir diğeri de Zeydin oğlu Usame’dir. Dolayısıyla; Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Peygamber’in sağlığında mescitte imamlık yapmış olması, hilafet (İslam Devletinin başkanlığı) konusunda Hz. Peygamber’in, kendisini işaret ettiği anlamında yorumlanamaz diye düşünüyorum. Her ne kadar İslam Devleti’nin yararına bir hareket olmuşsa da demokrasi açısından Ebu Bekir’in yapmış olduğu hatalardan birisi de, ölürken yerine Hz. Ömer’i aday göstermiş olmasıdır.
Öte yandan Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed, Hz. Osman’ı öldürenlerin elebaşıdır. Osman’ı sakalından yakalayarak ilk o tartaklamış ve sersemletmiştir. Kızı ve aynı zamanda Hz. Peygamber’in eşi olan Hz. Aişe, Hz. Osman’ın evinin sarıldığını ve öldürülmek üzere olduğunu bile bile olaya müdahale etmek yerine Mekke’ye hacca gitmiştir. Hatta Osman’ın uygulamalarından şikâyetçi olan Müslümanların hakkını savunma adına ona hakaretler yağdırmaktan da geri durmamıştır…
Dolayısıyla; bugünkü siyaset terminolojisiyle söyleyecek olursak; Hz. Ebu Bekir, seçimle veya gönüllü biatle değil, düpedüz bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirmiş, çocukları (oğlu Muhammed ve kızı Ayşe) ise darbe girişimlerinin tam göbeğinde olmuşlardır! Bu bakımdan gerek Ebû Bekir’in, gerekse çocuklarının hareketleri, İslam’daki darbe kültürünün de temelini oluşturmaktadır…
Hz. EBU BEKİR BAŞKANLIĞINDAKİ HİLAFET KONSEYİ
Ebu Bekir’in tercihiyle halife olan Hz. Ömer, halife olduğunda Hz. Ali’nin soyuna ve Haşimîlere hiçbir kamu görevi vermemiştir. Ölürken aday göstermemiş ama “Eğer Ebu Ubeyde yaşıyor olsaydı onu aday gösterirdim” diye sayıklamıştır.
Ebu Ubeyde olmayınca Ömer başka isim gösterememiş ancak en azından tamamı rivayete göre; Aşere-i Mübeşşere içinde yer alan ve Kureyş’e mensup kişilerden oluşan altı kişilik bir seçici kurul (sözüm ona şûrâ) oluşturmuştur. O kurul da bilindiği gibi Hz. Ali’yi değil, Hz. Osman’ı halife seçmiştir. Zaten orada da dananın kuyruğu kopmuş ve Müslümanlar arasında, daha doğrusu Hz. Osman’ın mensubu bulunduğu Ümeyye oğullarıyla (Emeviler) Hz. Ali’nin mensup olduğu Haşimiler arasında bir iktidar mücadelesi ve arkası gelmez bir iç savaş başlamıştır. Bu uğurda on binlerce masum Müslüman’ın kanı akmıştır.
İşte bu çekişme sırasında Aşere-i Mübeşşere’ye dâhil olan Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr bin Avvam devreye girmiş, başlangıçta Hz. Ali’nin yanında yer alan bu iki şahsiyet, Hz. Ali’den umdukları makam ve mevkii alamayacaklarını anladıklarında karşı safa, yani Muaviye’nin tarafına geçmişlerdir. Yanlarına Hz. Aişe’yi de alıp Hz. Ali’ye karşı ünlü Cemel Savaşı’nı yaparak binlerce (yaklaşık yirmi bin) masum Müslüman’ın telefine sebep olmuşlardır. Bu arada aynı savaşta kendileri de öldürülerek saf dışı edilmişlerdir.
Hz. Ömer’in “Eğer Ebu Ubeyde yaşıyor olsaydı onu aday gösterirdim” şeklindeki sözünü doğru kabul ettiğimizde ve Ebu Ubeyde Bin Cerrah’ın, Ebu Bekir ve Ömer ile bir olup (Muhtemelen pür silah) Beni Saide Çardağı’nda Ensar tarafından yapılmakta olan toplantıyı bastıklarını dikkate aldığımızda karşımıza çıkan çıplak gerçek şudur: Bu üçlü, Hilâfet konusunda kendi aralarında (modern tabirle söyleyecek olursak) bir konsey veya bir trio oluşturmuşlardır. Tabiri caizse, sırayla halifelik yapma konusunda kendi aralarında bir centilmenlik anlaşması yapmışlardır. Bu oluşum, bir yanıyla 12 Eylül Askeri Cuntası’nı, yani Kenan Evren liderliğindeki Askeri Konsey’i de çağrıştırmaktadır.
KANLI İKTİDAR SAVAŞLARI
Aşere-i Mübeşşere’ye mensup kişilerden III. İslam Halifesi Hz. Osman’ı hep Hafızı Kur’an ve Hz. Peygamber’in iki kızı ile de evlendiği için “İki Nurlu Adam” anlamında“Zin nureyn” olarak biliriz. Öte yandan, onun zengin bir tüccar olduğu ve sahip olduğu zenginliği İslam’a hizmet yolunda sarf ettiği de söylenir. O, ayrıca Kur’an nüshalarını çoğalttığı için de saygıya layık görülür. Elhak bunların çoğu doğrudur da…
Ancak öncelikle söylemek gerekirse Hz. Peygamber’in kızlarıyla evli olmak, insana ayrıcalık ve saygı kazandırmaz. Unutmayalım ki; Peygamberlik geldiği sırada Hz. Peygamber’in iki kızı, İslam’ın en azılı düşmanı olan amcası Ebu Leheb’in oğullarıyla evliydi. Kayınpederleri olan Hz. Muhammed’e peygamberlik geldiğinde bu adamların yaptıkları ilk iş, karılarını, yani Hz. Peygamber’in kızları olan eşlerini boşamak oldu. Dolayısıyla eğer Hz. Peygamber’in kızlarıyla evli olmak bir ayrıcalık idiyse, müşriklerle mücadele edilirken amca Ebu Leheb ile onun Hz. Peygamber’in damatları olan oğullarına ayrıcalık tanınmak gerekirdi. Oysa hayır; Ebu Lehep, Allah’ın Kur’an’da lanetlediği ve bedduâda bulunduğu bir kişidir. Dolayısıyla Hz. Osman’ın, Hz. Peygamber’in kızlarıyla evlenmiş olması, onun adına bir ayrıcalık ve üstünlük vesilesi olamaz.
Öte yandan Hz. Osman, devlet dairelerine ve resmi görevlere genelde yakın akrabalarını tayin eden, bu konuda Ümeyye oğullarının (Emeviler) etkisinde kalan bir adamdır. Hilafeti sırasında, hep, Ebu Bekir’in ve Ömer’in çevresinde olanlara görev vermemekle övünmüştür. Yukarıda bir örneğini verdiğimiz üzere; büyük sahabilere bile zulüm ve işkence uygulatmış birisidir. Anlaşamadığı, sevmediği ve sürekli mücadele ettiği kişilerin başında Hz. Peygamber’in diğer damadı Hz. Ali ve eşi Hz. Aişe gelmektedir. Öldüğünde yakın çevresinde bulunanlar gibi onun da korkunç servetler edindiği yönünde bilgiler bulunmaktadır.
İbn Sa’d’e göre; Osman otuz milyon beşyüz bini kendi özel hazinesinde olmak üzere, otuz milyon altıyüz elli bin dirhem (birkaç ton altına denk) para, Ebu Zer’in bir kulübede yaşamak zorunda bırakıldığı Rebeze’de bin develik bir sürü ve bin köle bırakmıştır(3).
Daha da ilginci, Medine halkı, özellikle Medine’nin asıl yerlileri olan Ensâr, Osman’ın, Müslümanların gömülü bulunduğu Bakî’ Mezarlığına defnedilmesine izin vermemiştir. Bakî’in bitişiğinde bulunan ve Haşşukevkeb adlı bir Yahudi mezarlığına defnedilmiştir(4).
Hz. Osman’ın oğlu Sait’in, Emeviler’in Horasan Valisi ve Türkistan’a yönelik seferlerdeki komutanlarından birisi olarak, onbinlerce Türk’ün kanını döktüğü ve yapmış olduğu katliamların bir nevi soykırım niteliği taşıdığı pek çok kaynakta yer almaktadır(5).
Hz. Ali’nin ise Hz. Peygamber’den hemen sonra hilafeti ele geçiremememin vermiş olduğu üzüntü içinde “Muhammed’in mirasını bizim dışımızda birileri yiyor” (6)diye hayıflanıp iç geçirdiği, daha sonra da bu konuda güç kullanarak siyasi mücadeleye giriştiği, Hz. Aişe’nin ise Hz. Ali’ye karşı çıkıp, hilafet konusunda Hz. Osman’dan sonra Talha’yı işaret ettiği zaten biliniyor.
Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin, yani ilk halife Ebu Bekir dışındaki üç halifenin, rahat yatakları ya da cephede ordularının başında savaşırken değil ya mescitte namaz kılarken ya da evlerinde Kur’an okurken katledildikleri biliniyor. Sadece bu durum bile, Hulâfâ-i Raşidîn denilen bu insanların, genel bir biat veya seçimle değil, tam anlamıyla güce dayanarak (yani darbe ile) iktidarı ele geçirdiklerinin, dolayısıyla hoşnutsuz toplum kesimleri yarattıklarının en bariz göstergesidir.
Aşere-i Mübeşşere’ye mensup olduğu söylenen Sa’d bin Ebi Vakkas’ın, kurmuş olduğu Kûfe kentinde valilik yaparken gulûl suçu işlediği, yani hazine malından aşırdığı için Hz. Ömer tarafından görevden alındığı konusunda bilgiler vardır(7).
İşte size Aşere-i Mübeşşere’den kısa bir kesit. Allah cümlesinin ve cümle Ümmeti Muhammed’in taksiratını affetsin. Anlaşılan; bu dünyada Peygamberler dışında hiç kimse kusursuz ve suçsuz değildir. Hatta bazen onların da hata yaptıkları olmuştur. Bu sebeple, ne yalan yanlış bilgi ve rivayetlerle insanları masum görüp ilahlaştırmak doğru bir hareket tarzıdır, ne de bazı kusurlarından dolayı, onların yapmış oldukları büyük hizmetleri görmezden gelmek. İnsana salt insan nazarıyla bakmak, zaten doğru değerlendirme yapma konusundaki birçok problemin kendiliğinden bertaraf edilmesini sağlayacaktır. Umarız, biz de böyle bir yazı yazmakla hata etmiş değilizdir…
Ömer Sağlam
_______________
2-Kur’an-ı Kerim, 80/1-16,
Bir Diyanet yayınında bu konuda şöyle denilmektedir: “Bu sûrenin iniş sebebiyle ilgili olarak şöyle bir hadise nakledilmiştir: Efendimiz; Velîd, Ümeyye b. Halef, Utbe b. ‘Yâ Resûlallah! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret’ der. O esnada Resûlullah (s.a.) cevap vermez. Çünkü Kureyş’in bu ileri gelen kimseleri, zaten kendilerine özel muamele edilmesini istiyorlardı. Efendimiz onları gücendirmek istemedi. Abdullah tekrar seslenince elinde olmayarak yüz hatları değişti. Bu esnada onlar kalkıp gittiler. Biraz sonra bu âyetler geldi. Resûlullah’ın bazı davranışlarını tenkit ve onu ikaz mahiyetinde gelen bu ve benzeri âyetler…”bkz.http://www.diyanetvakfi.org.tr/meal/Abese.htm,
3-Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Âzam Ebu Hanife, s, 99-100, 6. Baskı, Yeni Boyut yayınları, İstanbul, 2009.
4-Age, s,99.
5-Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın birçok kitabında bu konuda tafsilatlı bilgiler bulunmaktadır
6-Yaşar Nuri Öztürk, age, s, 102
7-Age, s, 149.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.