İşte size aynı konuda, üç ayrı din adamından sâdır olan söz ve fetvalar. Peki, siz hangisinin sözüne itibar edersiniz? Bu adamların ortak yanı ise her üçünün de Diyanet’in yetiştirmesi olmalarıdır. Çünkü her üçü de Diyanet kadrolarında İmam-Hatip olarak göreve başlamışlar. İlk ikisi imamlıktan sonra akademik hayata atılırken, üçüncüsü olan Ali Rıza Demircan, emekli olana kadar Diyanet’te çalışmış. 12 sene süreyle Süleymaniye Camii’nde vaizlik yapmış ve sözüm ona halka İslam’ı anlatmıştır. Zaten “Namaz” konusunda en enteresan görüş de onun görüşüdür! Ali Rıza Demircan’a göre; “Eşlerle kurulan cinsel ilişki ibadettir. Hem de namaz kılmak kadar sevabı vardır!”(1). E bu durumda bize düşen görev, “Allah ibadetinizi kabul etsin hocam” demektir.
Peki, sizce hangisinin görüşü daha isabetlidir? Daha doğrusu, size göre hangi Diyanet doğru söylüyor? Zira her üç din adamı da Diyanet kadrolarından çıkmakla, karşımızda üç farklı Diyanet var demektir! İşte bu yüzden biz diyoruz ki; “din konusu, din adamlarına ve Diyanet teşkilatına bırakılamayacak derecede önemlidir!”. Çünkü ulema kisvesine bürünmekle birlikte gerçekte ulemalıkla ve ilimle alakası olmayan insanlar yüzünden İslam Dini tam anlamıyla maskaraya çevrilmiştir ki; Akif merhum bu hususu şöyle ifade eder:
“Çalış” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
***
Aşere-i Mübeşşere hadisi sahihtir!
Cehennemde yanmamıza gönlü razı gelmeyen ve bu sebeple bizi günahtan sakındırmayı kendisine vazife edinen bir başka İlahiyatçı dostumuz, yapmış olduğu yorumda; “Çok konuda kendisini takdir ettiğim Ömer Sağlam Bey’in ‘Aşere-i Mübeşşere Uydurması’ başlıklı yazısını okudum” diyor ve konuya ilişkin hadisin geçtiği temel hadis kaynaklarını sıraladıktan sonra bu kaynakların, söz konusu hadise “Sahihtir” notunu verdiklerini belirtiyor.
Ayrıca kaynaklarda cennetlik oldukları topluca belirtilen bu kişilerden başka Hz. Hatice, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Selam gibi sahabelerin de cennetle müjdelendiklerini söylüyor. Arkasından da bizim konuya ilişkin hadislere “Uydurma” nazarıyla bakmamızın ve yazımıza “Aşere-i Mübeşşere Uydurması” başlığını atmamızın yakışı kalmadığını belirtiyor.
Yorumunun altına ismini yazmamakla birlikte, üslubundan DİB Emekli Başmüfettişi olduğunu anladığım bu dostuma vermiş olduğum uzunca cevabı söz konusu yazımızın altında bulabilirsiniz(2). Bahse konu cevabi yazıda kullanmış olduğum birkaç cümleyi izninizle burada da kullanmak istiyorum:
“…Bu sebeple siz ve Türk kamuoyu herkes bilsin ki; Diyanet ‘Hadis Projesi’ adı altında bir proje başlatarak sözüm ona sahih hadisleri uydurmalardan temizlemeyi istiyordu. Ancak gelin görün ki; proje bir anda uydurma ve zayıf hadisleri derleme projesine dönüştü. 2009 yılında Diyanet'ten ayrılırken bizzat projenin başındaki adam olan Prof. Dr. M.Saim Yeprem'den işitmiştim 180.000 hadis toplandığını ve bu sayıyı 250.000'e ulaştırmayı hedeflediklerini. Dolayısıyla; egemen olan zihniyete bakıldığında Diyanet yayınlarına tarafsızdır ve doğrudur denilemez.
Öte yandan, biz de zaman zaman iyiliksever insanlara ‘Cennetliksin’ tabirini kullanırız. Muhtemelen Hz. Peygamber de bazen ashabından çok güzel hareketler sadır olduğunda onlara bu şekilde iltifatlarda bulunmuş olabilir… Ayrıca siz de bilirsiniz ki; Hz. Peygamber bazen sahabelerine ‘Anam babam senin yoluna feda olsun’ şeklinde iltifatlarda da bulunmuştur. Bu söz, bir nevi deyimdir ve Hz. Peygamber de bu Arap deyimini kullanmıştır. Örneğin okçuluğu ile bilenen Sad b. Ebî Vakkas'a Uhut Savaşı sırasında ‘Ey Saad, anam babam sana feda olsun, ok at...’ buyurmuştur”(3).
Vah zavallı kâfir!
“Aşere-i Mübeşşere uydurması” başlıklı yazımda, bu gruba giren kişilerle ilgili olarak dedim ki;
“…Aleyhlerinde ise asla söz söyletmeyiz. Aleyhlerinde söz edenleri ve onları kötüleyenleri, tekfir bile ederiz. Yani kâfirlikle suçlarız. Hz. Peygamber ‘Ashabım yıldızlar gibidir, onlardan hangisine uyarsanız hidayete erersiniz…’ dedi ya, artık ne deseniz boş. Ashaptan birisi aleyhine bir söz mü söylediniz? Yandınız demektir. Zira siz toplumun gözünde artık bir cehennemliksinizdir...”(4). “Hz.Ebu Bekir’le başlayan İslam darbe geleneği” başlıklı yazıma yorum yapan bir okuyucuma ise şu cevabı vermiştim: “…Evet, ne yazık ki; önce uydurma rivayetlerle insanları adeta melekleştirdiler, arkasından da onlar hakkında söz söyleyenleri günahkâr ilan edip öldürdüler. Gerçek İslam'ı ve İslam tarihini öğrenmemizi her şekilde engellediler…”
Doğrusunu söylemek gerekirse; bugünkü Türkiye şartlarında insan sadece ne zaman öleceğini bilemez. Örneğin, ortalama zekâ seviyesine sahip bir insan eğer Türkiye’de yaşıyorsa, başına neler gelebileceğini az çok önceden kestirebilir. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki; yukarıda bahsi geçen yazımız, geniş halk kitlelerince beğeni ile okunmuş ve birçok destek ve tebrik mesajı almıştır. Ancak bu yazı sebebiyle bize “Vah zavallı” diyenler olabildiği gibi, “ahlaksız”, “sahtekâr” ve “müfteri” diyen bazı zıpçıktılar da olmuştur. Bunları bir tarafa atacak olursak; internet ortamında kendisini “Din Bilimci” diye pazarlayan ve birbirimizi hiç görmeksizin telefonla konuşacak kadar ilişkileri ilerletip, yazmış olduğumuz kitapları birbirimize gönderecek kadar yakınlaştığımız bir ilahiyatçının yediği herzeyi doğrusu hiç hak etmediğimi düşünüyorum.
Göndermiş olduğu uzunca ve “Yüce Rabbimizin adı ve selamıyla” başlayan e-postasında “Aşere-i Mübeşşere uydurması” başlıklı yazımızı “dedikodu” özellikli bulduğunu söyledikten sonra geçiyor haddimizi bildirmeye ve “Kuran'ı Kerim'i iyi özümsemiş olsaydınız böyle bir yazıyı yazmazdınız, inancındayım...” diyor. Sonra da Kur’an’dan Hz. Peygamber’in arkadaşları olan ashaba işaret ettiğini söylediği birçok ayetin anlamını aktardıktan sonra sözlerini şöyle bağlıyor:
“Sevgili kardeşim, gördüğünüz gibi Kuran'ı Kerim, Aşere-i Mübeşşere denilen kişiler de dahil; sizin sözünüzü ettiğiniz Ensar da dahil özelliklerini saydığı ashabın neredeyse büyük çoğunluğunun cennetlik olduğunu beyan ve ilan etmiştir. Bu yüzden Aşere kapsamındaki kişilerin cennetlik olmadığını ileri süren kişiler küfre girerler. Bu nedenle Allah rızası için sizi uyarmayı ve tövbeye çağırmayı bir Mümin kardeşin olarak görev bildim... Sünnet konuusnda da "Sünnet Peygamber Mesajlarının Türkçesi/Konu ve Kaynaklarıyla Sahih Hadisler” adlı 10.ciltlik çalışmamda da kuşku duyduğunuz noktalara açıklık getirdim. Kitabın birinci cildi yayınlandı çok şükür(Kargo ücreti karşılığında dilerseniz hediye ederim.)...”
Bu kişi, telefon görüşmemizde kendisinin “TURANCI” olduğunu söylemiş ve bana iki tane kitabını göndermişti. Kitaplardan birisi Kur’an meali, diğeri de Kur’an’da Türkler’le ilgili ayetlere ilişkindi. Onun dediğine bakarsanız; Kur’an-ı Kerim tamamıyla Türklerden bahseden bir kitaptı! Ona göre bütün üstün hasletler sadece Türkler’de vardı. Oysa yaptığı şuydu; önce Kur’an ayetlerine kendisine göre anlamlar veriyor, arkasından da “bu üstün özellikler Türkler’de var” deyip, ayetin Türkleri işaret ettiğini söylüyordu...
Bu dostumuza vermiş olduğum cevaptaki bazı cümleleri siz aziz okuyucularımla da paylaşmak isterim:
Sevgili Ahmet hocam,
...Öncelikle şunu söylemeliyim ki; ‘Bu nedenle Allah rızası için sizi uyarmayı ve tövbeye çağırmayı bir Mümin kardeşin olarak görev bildim.’ şeklindeki ikazınız için teşekkür ederim ama böyle bir uyarıyı hak ettiğimi sanmıyorum. Dolayısıyla bu ikazınızı, şahsıma yapılmış bir haksızlık ve hatta hakaret olarak algılıyorum.
Yazmış olduğunuz kitaplar için sizi kutlarım. Umarım amacınıza ulaşırsınız. Ancak sağ olun, lütfen ben almayayım! Telefon görüşmemizde, yanılmıyorsam bana ‘TURANCI’ olduğunuzu söylemiştiniz! Hem katı dindarlık hem Turancılık nasıl bir arada duruyor bir türlü anlayamadım!
Bana göndermiş olduğunuz kitaplardan birisi, hatırladığım kadarıyla Türklerle ilgiliydi ve Türklere ilişkin Kur'an ayetlerini mercek altına alıyordunuz. Şunu bilin ki; o kitabınızı hiç tutmadım. Zira olmadık çıkarımlarla bazı ayetlerin Türkleri konu aldığını söylemek, Kur'an'ın tabiriyle ‘Allah'ın ayetlerini eğip, bükmek’(5) veya yine Kur'an tabiriyle ‘Ucuza satmak’(6) anlamına gelir...Oysa Allah'ın ayetleri ne eğilip bükülür, ne çarpıtılır, ne de satılır. Ancak ne yalan söyleyim, sizin bana göndermiş olduğunuz kitaptan, Allah'ın ayetlerini satmasanız bile oldukça eğip büktüğünüz ve çarpıttığınız anlaşılıyor! Bu sebeple galiba öncelikle sizin tövbe etmeniz gerekiyor diye düşünüyorum.
Ben ilk yazımda dedim ki; ‘Ben ilahiyatçı değilim. Sadece İlahiyatçıların yalancısıyım’. Dolayısıyla siz itibar etmeseniz de ben, benim yaşım kadar kitabı olan onca İlahiyatçıya itibar etmek zorundayım. Üstelik benim yaptığım, (tıpkı sizin yaptığınız gibi)Kur'an ayetlerini, yani Allah kelamını eğip bükmek ve onlardan kendi işime gelen anlamlar çıkarmak değil, kul imalatı olan rivayetleri tenkit etmek(ve o rivayetleri Kur’an ayetleriyle karşılaştırmaktır).
Dolayısıyla, zaafları olan insanlar tarafından yapılan rivayetlere ‘Uydurma’ dediğim için tövbe etmem gerekmiyor. Ayrıca ‘Uydurma’ lafını ben demiyorum, diyenlerin sözlerini naklediyorum. Ben sadece Allah'ın ‘Siz hiç düşünmez misiniz?’ şeklindeki sorusuna ‘Düşünüyorum Allah'ım’ diyebilmek için çalışıyorum. Öte yandan ben İslam'ın ibadet ve ahlaka yönelik ahkâmından çok, toplum hayatına yönelik tarafıyla ve hassaten İslam Tarihi ile ilgileniyorum. Selam ve saygılarımla...
Ömer Sağlam
_____________
3-Oysa o sırada Hz. Peygamber’in, Sad b. Ebî Vakkas’a kurban edeceği ne bir annesi vardır ne de babası. Babası O doğmazdan önce, annesi ise henüz 5-6 yaşında iken vefat etmiştir. Yani Hz. Peygamber, bir anlamda mümkün olmayan bir şeyi vaat etmiştir arkadaşına. Tıpkı ona ve diğerlerine Cennet’i vaat ettiği gibi. Dolayısıyla; eğer varsa bile Hz. Peygamber’in bu tür sözlerine, bir vaat, bir taahhüt veya müjde gibi değil, ashabını teşvik anlamında veya onlara olan sevgisini belirtmek üzere teşekür sadedinden söylenmiş güzel sözler olarak bakmakta fayda vardır. Tıpkı kültürümüzdeki “Başımın üstünde yerin var”, “Başım gözüm üstüne” veya “Ben sana kurban omlayım” sözlerinde olduğu gibi,
5-Âl-i İmrân-3/78,
6- Bakara Suresi-2/41, Tevbe-9/9,