Korkma Ertuğrul Özkök! Türk’üz, Türk Kalacağız [Ömer Sağlam]

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve 
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
4’üncü göbekten büyük dedem (dedemin dedesi) Osman Efendi, Osmanlı döneminde Türk toprağı olan Bağdat’ta (19’uncu yüzyılın ikinci yarısında) 18 sene süreyle askerlik yaptığı için “Bağdatlı Osman” lakabıyla anılırmış! Büyüklerimizin anlattığına göre; o dönemde başkasının yerine askerlik yapmak mümkün olduğu için ve bizim büyük dede de tıpkı benim gibi biraz saf olduğu için kardeşlerinin yerine de askerlik yapmış Arap çöllerinde. Onun için de tam 18 sene kalmış yâd ellerde! Büyük ninem ve çocukları tam 18 sene beklemişler yolunu. Ancak nafile. O bir türlü bitirememiş vatan vazifesini. Uzattıkça uzatmış…

Büyük dedem, tıpkı benim gibi bahtsız bir adam olduğu için, 18 yıllık askerlik süresince Bağdat’ta şehit olmak yerine, askerden geldiği günün ertesinde, kardeşi Hacı Omar’ın yaptırdığı köy odasının üzerine çökmesi sonucunda enkaz altında kalarak ölmüştür! Hem de kendi hatası yüzünden.

Rivayete göre; bizimki, kendince, taşıyıcı direklerden birisinin yamuk olduğuna karar vermiş ve eline bir tokmak alarak düzeltmeye kalkışmış! Direğe henüz birkaç tokmak darbesi indirir indirmez, taşıyıcı direk yerinden kurtulmuş ve toprak damlı köy odası çökmüş bizimkinin üstüne. Sonuç; ver elini tahtalıköy…

Hani derler ya; “Bu dünyada her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir” diye; o hesap, büyük dedem kardeşlerinin yerine filan askerlik yapacağım derken, yerine askerlik yaptığı kardeşlerinden Hacı Omar, köyde çok zengin olmuş. Büyük sürüler yapmış, çifter çifter çobanlar tutmuş sürülerine.

Ertuğrul Özkök ve Bizim Sarıbaşın Kel Oğlan
Hacı Omar’ın “Sarıbaşın Kel Oğlan” lakabıyla bilinen bir çobanı varmış.  Hacı Omar günün birinde oğullarından birisini evlendirmek için hazırlıklara başlamış. Elbette düğün dediğin davullu zurnalı olur ve bizim köyde ise bu sanatı icra eden hiç kimse yokmuş. Başka yerlerden getirmek gerekiyormuş davulcu ve zurnacıyı.

İşte bu iş, bizim çoban “Sarıbaşın Kel Oğlan” ın kafasını meşgul etmeye başlamış. Öyle ya; birkaç gün sonra düğün başlayacak, ancak ortada ne davulcu vardır ne de zurnacı! Mevsim kış, kar ise diz boyudur. Davulcu getirmek için köyden çıkacak kişiyi boş arazide kurtların parçalaması, işten bile değildir. İşte böyle bir ortamda, bizim çoban Sarıbaş’ın Kel Oğlan, bir sabah kendi kendisine sesli düşünerek şöyle mırıldanmış;
-“Yahu iyi, güzel. Düğün dernek yapacaksınız da ortada ne davulcu var ne zurnacı. Davulcuya kim gidecek şimdi davulcuya?”
Tesadüf ya; çobanın bu şekildeki mırıldanmasını duyan Ağa Hacı Omar şöyle azarlamış çobanını;
-“Lan Sarıbaşın Keloğlan, sen davarını gütmeye bak. Hacı Omar’ın davarını ağıla say koy, say çıkar. Senin nene gerek elin davulcusu, zurnacısı!”
Ertuğurul Özkök’ün “Bu ülkenin adı ne olacak” başlıklı yazısını okuyunca, her nedense yukarıdaki olayı hatırladım ve içimden şu karşılığı verdim Ertuğrul Özkök’e:
-“Hey gidinin Çakma Müslüman’ı Ertuğrul; senin neyine gerek bu türlü ciddi işlerle kafa yormak. Sen var git köşe yazını yaz. Doldur boşalt türü yazılar yazmaya devam et köşende. Merak etme, bu ülke ezelde Türk’tü, el an Türk’tür, ebediyete kadar da Türk olarak kalacaktır. Bunu değiştirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu millet, Türklüğünü korumak için yedi düveli karşısına almış bir millettir. Gerekirse yine alır…”

Bu karşılığı verdim vermesine de Ertuğrul Özkök’e de hak vermedim değil hani. Anlaşılan bu ülkenin gelecek kaygısı, Ertuğrul Özkök’e kadar ulaşmış bulunuyor! Demek ki; durum bir hayli ciddi dostlar. Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök konuya ilişkin kaygısını şu şekilde dile getirmiş:
"-BİR: Medyada esen havaya bakılırsa, yeni anayasada ‘Türk’ kelimesi yer almayacak.
O takdirde, bu ülkenin adı ne olacak?
- İKİ: Devletin adı ‘Türkiye’ olduğuna ve bu da ‘Türklerin devleti’ veya ‘ülkesi’ anlamına geldiğine göre... Devletin adı anayasada nasıl izah edilecek? İzah etmeye gerek var mı..."(1).

Başbakan’ın “Mart sonuna kadar uzlaşma olmaz ise hazırlanacak olan yeni anayasayı halka götürürüz” şeklindeki çıkışını düşününce, Ertuğrul Özkök’ün yukarıdaki kaygılarına katılmamak mümkün değil. Zira benim bu halka güvenim bir hayli sarsılmış bulunuyor! Yarın öbürgün, bu halk, içinden “Türk”“Türkiye” ve “Atatürk”kavramları çıkarılmış Anayasa’ya da “EVET” der diye korkudan dinim titriyor, ödüm kopuyor! Çünkü bu halk, sırf 12 Eylülcüler yargılanacak diye, TSK’deki subay kadrosunun %10’unun kodese tıkılmasına sebep olan ve artık Başbakan’ın ve Genel Kurmay Eski Başkanı Hilmi Özkök’ün bile yakınır hale geldiği yargılamaların önünü açan 2010 yılındaki referandumda bile “EVET” oyu vermiş bir halktır. Çünkü bu halk,“HAYIR” demesini bilmeyen bir halktır. “EVET” demeyi, cömertlik, büyüklük ve âlicenaplık olarak kabul eder(2). Onlar Tayyip Bey’in başkan olmasına evet dedik zannederler. Türk kimliğinin anayasadan çıkarılıp kimliksiz kaldıklarını düşünmezler bile… 

Türklük  ve Türkiye Üstüne
Sizi bilmem ama ben Ertuğrul Özkök’e teşekkür bile ettim. Sırf “kral çıplak” dediği ve benimle aynı kaygıları paylaştığı için. Çünkü CHP’li bayan vekil Birgül Ayman Güler’in meclisteki çıkışı üzerine 25 Ocak günü şu yorumu yapmışım facebook sayfamda:
“-Türk bir ulusun adıdır, Kürt bir milliyetin adıdır- lafı biraz absürt kaçsa da bayanın çıkışını beğendim. Umarım korkup da geri adım atmaz...”

“Absürt” dememin sebebi ise “ulusun adı” tabiriyle “milliyetin adı” tabirinin aşağı yukarı aynı şeyler olduğundan hareketle Prof. titri taşıyan bir vekilin, bu iki kavramın hemen hemen  aynı şeyler olduğunu bilmeden ve elbette farkında olmadan karşı çıkacağım derken Türk ve Kürt kavramlarını eşitlemiş olmasıydı. Bayan aslında “Kürt küçük bir etnik grubu, Türk ise geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan ve en az bin yıldır Kürtlüğü de içine alan büyük bir kültürel yapıyı ve kültürel kimliği ifade eder” demek istiyordu ama anlaşılan bunu ifade etmekte zorlanmıştı. Çünkü kullanmış olduğu “Ulus” kavramı, “Millet” yerine kaimdi ve “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği bulunan insan topluluğu” anlamına geliyordu. “Milliyet” ise millet kavramı ile yakından alakalı bir kavramdı ve “Millete özgü olma durumu veya milli olma durumu. Bağlı bulunulan millet, tabiiyet” demekti(3). Ne var ki; Birgül Ayman Güler, iki kavram arasındaki bu akrabalığı bilmeden konuşmuştur.

Mehmet Necati Güngör’ün “Türk diyemeyeceksek, ne diyeceğiz”(4) başlıklı yazısını okuduktan sonra ise 26 Ocak günü şu notu düşmüşüm facebook sayfama:  Yarın öbür gün (yeni anayasa ile birlikte) Türk kimliğini tarihin çöplüğüne atarsalar büsbütün kimliksiz kalacağım diye hayıflanıp duruyorum uzun zamandır! Çünkü benim, onlar gibi Türklükten başka gölgesine sığınacağım hiç bir alt kimliğim de yok! Sahi Türklüğünüzü yitirirseniz sizin gölgesine gireceğiniz bir alt kimliğiniz var mı? Sizin de mi yok? O halde ne halt etmeye Türklüğünüze sahip çıkmıyorsunuz bre gafiller!”

CHP’li Birgül Ayman Güler’in çıkışı üzerine, kendi partisi dâhil adı geçen hakkında yürütülen yaygın linç kampanyası üzerine Prof. Dr. Süheyl Batum’un Zonguldak’ta;
Değerli arkadaşımız Birgül Ayman Güler, kral çıplak dedi. Bize sakın, kaba etnik bir milliyetçiliği ve etnik bir Kürt milliyetçiliğini ilericilik ve solculuk diye yutturmaya kalkışmayın dedi. Hepimiz oradaydık. Dedi ki bizim millet anlayışımız partimizin ve bizlerin anlayışımız. Irka dayanmayan Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi Sünni, ırka dayanmayan, etnik kökene, cinsiyete, mezhebe, dile, dine dayanmayan hepsini içeren Türk Milleti anlayışıdır dedi. Bunun için biz anayasa teklifi verdik. CHP olarak bir ay önce. Ne dedik orada. Irka, din, etnik köken, mezhep, cinsiyet ayırımı olmaksızın eşitlik temelindeki hukuksal bağ dedik. Bizim Türk milleti anlayışı hepsini içerir dedi. Sakın bundan sırf Kürt milliyeti diyerek millet demedi dikkat edin. Sadece etnik bir bağa dayanan sizin anlayışınızı aynı görmemiz mümkün değildir dedi. Bizde ırk, etnik köken yok dedi... Bu sözlerin sonuna kadar arkasındayız. Arkadaşımızı kimseye yem etmeyiz. Çünkü Birgül Ayman Güler hiç kimseye sen benden eşitsin dememiştir. Kaba Kürt milliyetçiliği yapıyorsunuz biz yutmayız, yutanınız yutsun demiştir…”(5) şeklindeki çıkışı üzerine ise 27 Ocak günü şu uzunca notu düşmüşüm facebook sayfama:
Bana kalırsa, CHP'li bayan vekilin anlatım bozukluğu vardır. Eğer demek istediği, -Etnik kökeni ne olursa olsun, bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes eşittir. Ancak “Türk” kavramı, şemsiye bir kavramdır ve bütün alt kimlikler, bu arada Kürt alt kimliği de bu şemsiye kavramın içine girer- şeklinde ise, bakın ben de bu şekilde düşünüyorum…

Ancak neylersiniz ki; bu ülkede Kürt kavramını Türk kavramı ile eşitleme çabaları da bu milletin canını sıkmaktadır. Tamam, Kürt kavramını reddetmiyoruz. Ancak, bu devletin ve bu toprakların Türk karakteri her şeyin üzerindedir. Ne üzücüdür ki; bu hususu dillendirmek de Birgül Ayman Güler gibi bir Boşnak ile Süheyl Batum gibi bir Gürcü'ye düşmüştür. Tıpkı II. Abdülhamid'in, kendisinin padişahlıktan alındığına ilişkin Meclis’i Umumi kararını tebliğ etmek için gelen azınlık mensuplarına söylediği gibi...

Oysa “Türk” kavramı, bir ulusun adı olmaktan öte çok daha kapsayıcı ve derin anlamlar içerir. En başta “Türk” kavramı, bizim varlık sebebimizdir. Dünya milletleri arasında bizi biz yapan, bizi dünya milletler topluluğunun şerefli bir üyesi kılan ayırt edici kavramdır. Türkistan yerine kaim olmak üzere kullanılan ‘Türkiye’ kavramı ise, sadece780.500 km. karelik Anadolu ve Doğu Trakya topraklarını değil, aslında coğrafi alanı milyonlarca km’ye ulaşan bütün Türk Dünyası’nı ifade etmektedir. Bu iki kavramdan vazgeçmek veya örneğin “Kürt” kavramını Türk kavramına eşitlemek, ecdadımıza, geçmişimize ve milli kültürümüze hakarettir. Yozlaşmak, mankurtlaşmak bir yana, hem coğrafya, hem de tarih ve kültür olarak büsbütün küçülmek demektir. Dolayısıyla“Türk” ve “Türklerin oturduğu ülke” anlamına gelen “Türkia-Türkiye”kavramları, bizim için tartışılmaz, vazgeçilmez ve herhangi bir alt kimliğe kurban edilemez kavramlardır.



Ömer Sağlam
___________
2-12 Eylül 2010 referandumu öncesinde yazmış olduğumuz ve Türk Milleti’nin bu karakterini ele aldığımız “Deli Fadik Tavrı ve Çapanoğlu Anayasası” başlıklı yazımızı okumak için lütfen şu linke tıklayınız: http://www.turkishnews.com/tr/content/2010/03/29/deli-fadik-tavri-ve-capanoglu-anayasasi/,
3- “Millet” ve “Milliyet” tanımları, TDK yayını olan “Türkçe Sözlük” ten alınmıştır.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN