Sultan Abdülhamid: Unutmayın ki Ben de Türk'üm [Ömer Sağlam]

Makaleler, Nisan 2012′den beri redakte edilmemekte ve 
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
“Peygamberin Veda Hutbesi Başbakan’ın Midyat Hitabesi” başlıklı yazımızda da dediğimiz gibi; devşirme sadrazamların bazıları sayesinde Türk insanı, ikinci hatta üçüncü sınıf insan muamelesi görmüş ve saray çevresine yaklaştırılmamıştır. Devletin bütün önemli ve stratejik görevleri azınlık ve dönmeler tarafından deruhte edilir hale getirilmiştir. Anadolu’daki Türk köylüsü ise, ancak vergi toplanırken ve sefere çıkılırken hatırlanmıştır… 

Türk=Müslüman’dır!
1998 yılında vefat eden merhum babam, tıpkı benim gibi tarihi pek severdi. Babam, askerde (İkinci Dünya Savaşı yılları) okuma-yazma öğrenmişti, bu sebeple de zamanına ve oturduğu köye nispetle aydın bile sayılırdı. Hz. Ali’nin cenklerinden tutun da Battal Gazi Destanı ve Kerem ile Aslı hikâyelerini filan okumuş ve ezberlemişti. Bu yüzden çocukluğumuz babamın anlattıklarıyla geçti bizim. Özellikle lise yıllarımda, ara tatillerinde köye gittiğimde babamın yaşıtı olan eniştemle birlikte benden tarih dinlemeyi pek severlerdi. Onlara Ahmet Cevdet Paşa’nın “Kısas-ı Enbiya”sından, Arapların Türkistan’a yaptıkları seferleri okurken, ister istemez Müslüman Arapların, Türkistan’da Türkleri yönelik seferlerinden ve Müslümanların orada yaptıkları katliamlardan bahsettiğimde babam ve eniştem itiraz eder ve şu soruyu sorarlardı; 
“Oğlum, Müslüman’la Türk aynı şey değil mi? Müslümanlar nasıl olmuş da Türkleri katletmişler? Sen neler söylüyorsun böyle!”
Anlatıncaya, izah edinceye kadar akla karayı seçerdim. Anlaşılan, bütün Osmanlı asırları boyunca ve hatta yakın zamanlara kadar, Osmanlı ve Türk aydınları değil ama sıradan Türk halkı, “Türk” kavramını tıpkı Avrupalılar gibi anlamışlardır. Onların gözünde bütün Müslümanlar Türk, bütün Türkler Müslüman olarak görülmüştür. Bunun bir sebebi de Avrupalıya ve elbette sıradan halka göre; İslam coğrafyasının, uzun asırlardır Türkler tarafından temsil edilip, korunuyor olmasıydı. 

İkisinin de rahmeti rahmana kavuştuklarına inandığım merhum babamda ve eniştemdeki bu anlayış ve kabul, bugün Balkanlar’daki Müslüman topluluklar arasında bütün canlılığı ile hâlâ yaşamaya devam etmektedir. Prof. Dr. Abdurrahman Küçük anlatıyor:  
“…Benzeri bir örnek de Sancak Müftüsü’ne aittir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1996 yılında İstanbul’da düzenlemiş olduğu II. Avrasya İslâm Şûrası’nda, tarafımdan ‘Türk Dünyası’nda Misyonerlik Faaliyetleri, Metotları ve Alınması Gereken Tedbirler’ başlıklı bir tebliğ sunulmuştu. Bu tebliğ üzerine tartışmalar ve değerlendirmeler yapılıyordu. Bunlardan birisi olan Sancak Müftüsü Muammer Zukorliç,Arapça yaptığı konuşmada, özet olarak ve meâlen şöyle demişti: ‘Ben Boşnağım, ama Türküm... Bize siz ‘Türk değil Boşnaksınız’diyorlar. Biz de onlara hayır biz Türküz ve  ‘Kalu Bela’dan beri(de) Türk’üz’  cevabını veriyoruz. Biz Boşnağız, ama Türküz’… Benzer bir örnek de 14 Ağustos 2009 tarihinde Bosna’da bir cami açılışında yaşanmıştır. Bosna-Hersek Diyanet İşleri Başkanı Boşnak Mustafa Ceriç, Türk Milleti’nin bir ferdi olmaktan gurur duyduğunu belirtmiş ve  ‘Kim ne düşünürse düşünsün biz Türk’üz!’ demiştir(Rıza Zelyut,“Başbakan’a Bosna-Hersek’ten Verilen Ders”, Güneş Gazetesi,15 Ağustos 2009)”(1). 

Türksün; o halde kabasın, köylüsün, beyinsizsin, sütursun!  
Avrupalıların Osmanlılar ve eyaletleri için yaygın olarak kullandıkları “Türk” ve “Türkiye” kelimeleri bile XIX. Yüzyıla kadar Osmanlı metinlerinde bu anlamda görülmemişti. Türk terimi arada sırada “cahil Anadolu köylüsü” anlamıyla küçük düşürme yahut “Türkçe konuşan Osmanlı” ile “diğer dilleri konuşan Osmanlı”yı ayırt etmek için kullanılmıştı... Türkler, Türk ve Türkiye terimlerini kullanmazlarken Avrupalılar, Osmanlılardan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsederlerken uzun süredir Türkler ve Türkiye kelimelerini kullanıyorlardı. Aslında bu terimler sadece Türkçe konuşanları değil, imparatorluk sınırları içinde yaşayan diğer Müslümanları da içine alıyordu(2).

1897 yılında Londra’da “Impressions of Turkey” isimli bir kitap yazan W.M. Ramsay isimli bir İngiliz Seyyah, kitabının 99. sayfasında şunları yazmaktadır: “Günümüzde Türk ismi çok nadir olarak kullanılmaktadır. Bu ismi yalnız iki şekilde kullanırken duydum: Ya bir ırkı ayırt edebilmek için (Mesela bir köyün Türk köyü olup olmadığını soruyorsunuz) ya da hor görme için (Mesela İngilizce’de birisine nasıl blockhead ‘beyinsiz’ diye bağırılırsa Türkler de ‘Türk kafalı’ tabirini kullanıyorlar”(3)

Henry Charles Woods isimli bir başka İngiliz yazar da 1908 tarihinde Londra’da kaleme aldığı “Washed by Four Seas” isimli kitabının 163. Sayfasında şöyle demektedir: “Türkiye’de bir Müslüman’a ‘Türk müsün?’ diye sorduğunuz zaman size muhtemelen ‘Ben Osmanlıyım’ yahut da buna benzer bir cevap verecektir. Bir Osmanlı, eğer bir adam için ‘Türk’tür’ derse bu, o adamın köylü yahut kaba saba birisi olduğu anlamına gelir”(4). 

Aynı durum bir yıl sonra L.M.J. Garnet isimli bir İngiliz Bayan yazar tarafından “The Turkish People” isimli eserde şöyle dile getirilmektedir: “Türk kelimesinin kullanılışı Avrupalılar tarafından hiçbir zaman açık ve kesin bir şekilde belirtilmemiştir... Günümüzde Avrupalılar bu kelimeyi Osmanlılara hasrederken, Osmanlıların kendileri alay ederek bu kelimeyi kabul etmiyor, bağlı bulundukları milletin kan ve kültür yönünden Türklükten uzaklaşmış olduğunu söylüyorlardı”(5).

Türk kelimesiyle ilgili olarak birçok kişinin karşı karşıya geldiği tatsız durumlara Osmanlı basınında da rastlamak mümkündü. “Basiret”gazetesi “Türk olmaktan utanan gençlerden” bahsetmiş, bir başka sayısında da “...Kahraman ecdadımız Türk oldukları halde biz Türk ismini kabul etmez olduk; hatta birimize ‘Sen Türksün’ deseler darılıyoruz” diyerek bu durumu üzüntüyle tenkit etmişti. Şemseddin Sami de aynı şekilde “Hafta” mecmuasında Türk diliyle ilgili yazdığı makalesinde Türk adının “cahil halk tarafından kötülendiği” ni belirterek bu adın “yalnız Anadolu köylülerine verilmek istenilen bir isim olduğu” nu söylemektedir. (Kâmusu’l A’lâm isimli) Ansiklopedik sözlüğünde(c.3.s.1639) Türk soyundan olan bazı kişilerin bu ismi kabul etmediklerini ve hakaret saydıklarını da belirtir.(6)

Prof. Dr. Ercüment Kuran konu hakkında şöyle bir yargıya varmaktadır: “Tarihte Türklerin yaptıkları en büyük eserlerden biri hiç şüphesiz, Osmanlı İmparatorluğu’dur. Altı yüzyıldan fazla bir müddet varlığını koruyan bu imparatorluk ecdadımızın askerlik, idare, ilim ve san’at alanlarında üstün kabiliyetlerini açıkça ispatlar. Ancak, Osmanlı devletinde Türklüğün, İslamiyet içinde zamanla eridiği de inkârı kabil olmayan bir vâkıadır. Gerçekten, Türkler İslam Dini’nin müdafaasını gönülden benimsemişler ve giderek Türk adı sadece Anadolu köylüsü için kullanılır olmuştur. Hatta Osmanlı aydın çevrelerinde Türk, aşağılatıcı bir sıfatla birlikte kullanılmaya başlanmıştır. O kadar ki, Osmanlı Devleti’nin 1797 ile 1802 yılları arasında Paris’te daimi elçiliğini yapmış olan Moralı Seyyid Ali Efendi’nin 1 Ağustos 1801 tarihli bir yazısında, uygunsuz hareketlerde bulunan Çuhadar Ahmed’i ‘Türk-i sütur’, yani ‘hayvan Türk’ diye vasıflandırdığını hayretle görüyoruz. Halbuki; o yıllarda Fransız ihtilalinin doğurduğu milliyetçilik akımı bütün dünyada ve bu arada Osmanlı İmparatorluğunda yayılmaktaydı”(7).

Bütün bunlara karşılık II. Abdulhamid devrinin en önde gelen gazetelerinden olan “Mizan” ve “Ikdam” gibi gazeteler “Türk Gazetesi”diye lejand atmışlardı. Türk kelimesi aynı şekilde bazı yazarlar tarafından bir kalem ismi (imza) veya başlık olarak da kullanılmıştı (Ahmet Mithat Efendi’nin “Paris’te Bir Türk” ve Mehmet Selâhaddin’in “Bir Türk Diplomatının Evrâk-ı Siyâsîyesi” bu kabil eserlerdendir). Türk kelimesinin yayınlarda ve makalelerde kullanılışı asla bir küçültücü mahiyet taşımıyor, saygı ve gurura delalet ediyordu. Hatta Sultan II.Abdulhamid çeşitli vesilelerle kendisinin Türk olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden yukarıdaki tespitleri, mutlaka ya Şemseddin Sami’nin cahil kimselerine veya siyasi sebeplerle milli bir kelimeyi kullanmaktan kaçınılan halka isnat etmek gerekir(8).
Unutma ki ben de Türk’üm!
Hatta Sultan II.Abdulhamid çeşitli vesilelerle kendisinin Türk olduğunu belirtmiştir.” şeklindeki ifade oldukça önemlidir. Zira biz hep, II. Abdülhamid’i “İslamcılık” politikasının uygulayıcısı olarak biliriz. Gerçekten de devleti parçalanmaktan kurtarmak için II. Abdülhamid’in sarıldığı tutturucu ve yapıştırıcı madde, İslam idi. O, bu sebeple hilafetin verdiği manevi güce dört elle sarılmış bir hükümdardır. Anlaşılıyor ki; Abdülhamid, Türk olduğunu, resmi ortamlardan çok bazı hususi ortamlarda dile getiriyor, belki de Türk olduğunu açıkça dile getirememenin psikolojik sıkıntısını yaşıyordu! Türk olduğunu açıkça söylese ve Türk Milliyetçiliği yapanları himayesi altına alsa devletin hemen çökeceğine inanıyordu. Galiba şu diyalog, bizim ne demek istediğimizi çok güzel anlatmaktadır:
“Saray’da görevli olan bir Arnavut, bahçıvanlık yapan bir Türk’ü‘Pis Türk’ diye azarlamıştır. Saray’ın penceresinden bu hakareti gören Padişah II. Abdulhamid Han’ın, Arnavut görevliye karşı tavrı şu olmuştur; -Unutma ki ben de Türk’üm!-“(9).  Padişah Abdulhamid’e“Ulu Hakan Abdülhamid Han” diyecek kadar ileri giden ve bu isimle başlı başına bir kitap yazan Üstat Necip Fazıl’ın yetiştirmesi olan bugünkü güç odakları, herhalde Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın da bir Türk olduğunu bilebilecek bilgi seviyesine sahip bulunuyorlardır!   

Padişahtaki bu psikolojik baskı ve sıkıntıların aynısı, Osmanlı bürokratlarında da vardır. Aslında onlar da göğüslerini gere gere “Türküm”diyememenin bastırılmış hüznünü yaşamaktadırlar. Yani onlar da tıpkı padişahlar gibi, bir anlamda “nizam-ı âlem” için, milliyetlerini fedâ etmenin acısını hissetmektedirler. Örnek mi istiyorsunuz? Hadise Ahmet Vefik Paşa’nın (1823-1891) Bursa Valiliği sırasında (1879-1882) yaşanmıştır. Yine Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’e kulak verelim:

“…Ahmet Vefik Paşa, Bursa’nın ilçelerinden birini teftişe çıkmış ve halk tarafından ilçenin girişinde karşılanmıştır. Karşılama sırasında Vali Paşa, sıra ile herkese kim olduğunu sormuş ve karşılama töreninde bulunan herkes kim olduğunu (Arnavutum, Gürcüyüm, Çerkezim, Boşnakım hatta Ermeniyim, Rumum, Yahudiyim gibi) gür bir ses ile söylemiştir. Sıra soluk bir ihtiyara geldiğinde ezile-büzüle ve cılız bir sesle; Türk’üm Efendim’ demiştir. Bunun üzerine Vali Paşa, ‘Niçin saklıyorsun öyle? Türk olmak bir kabahat mi? Bak Ben de Türk’üm!’ demiştir. Çekingen davranan ihtiyar Türk’ün, Sahi mi Paşa sen de Türk müsün?  Demek Türk’ten de Paşa olurmuş ha!’şeklindeki sözleri üzerine Valinin gözleri dolar ‘Paşa da kim oluyorTürklerden Padişah çıkar Padişah anladın mı?’ dedikten sonra rahatça ağlayabilmek için tenha bir yere çekilir”(10).

Türk kelimesinin yaygın olarak kullanılmamasının en önemli sebeplerinden birisi, yukarıda da kısmen değinildiği gibi ülke bütünlüğünün korunması kaygısından hareketle ayrılıkçı fikirlerin yeşermesini ve ırkçı siyasi yaklaşımların güçlenmesini önlemekti. Ancak, bu konuda aşırıya kaçıldığı ve zaman zaman Türk olmanın hakir görüldüğü ve Türk insanının aşağılanarak hakaretlere mâruz bırakıldı anlaşılıyor. Tıpkı bugün olduğu gibi…




Ömer Sağlam

___________

1- bk. Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, “Ben de Türküm” başlıklı makalesi, Kutlu Sesleniş/Aylık Fikir ve Kültür Dergisi, sayı,70, s, 17-25, Ankara-2009
2- David Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu 1876-1908,  s. 3-12, Kervan Yayınları, İstanbul,1979.
3- Age, s.29.
4- Age, s. 30.
5- Age, s. 30.
6- Age, s. 30.
7- Prof. Dr. Ercüment Kuran, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, s.61, TDV. Yayınları, Ankara,1994.
8- David Kushner, age, s. 31. (Paragrafta bulunan bazı parantezler yine yazarın dipnotta belirtmiş olduğu kaynakçadan istifade edilerek tarafımızca konulmuştur. Ö.Sağlam)
9- Prof. Dr.Abdurrahman Küçük, agm.
10-Abdurrahman Küçük, agm. (Akıcılığı sağlamak için geçmiş zaman kipindeki bazı fiiller, tarafımızca geniş zaman kipine çevrilmiştir. Affınıza mağruren. ö.s.)

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN