yana da redakte edilmediğinden, doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Yandaş tabir edilen medyada da yazı yazanlar oldu Enver Ören hakkında. Bunlardan birisi de Fehmi Koru’dur. Fehmi Koru, 25 Şubat tarihli Star gazetesinde, Taha Kıvanç imzasıyla yazmış olduğu yazısında; Enver Ören’in Japonya’daki uygulamadan esinlenerek, abonelik sistemiyle gazete pazarlama yöntemini Türkiye’ye getiren ilk kişi olduğundan, bu yöntemle bir ara bir milyondan fazla gazete sattığından, aynı yöntemi şu anda Zaman gazetesinin uyguladığından filan bahsediyordu yazısında.
Oysa yapılması gereken, tıpkı Uzan ailesinin üstüne gidildiği gibi Ören ailesinin de üstüne gidilmesiydi. Bu manzara karşısında şimdi “Türkiye’de adalet vardır" mı diyeceğiz. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Böyle bir ikiyüzlülük Müslüman’a yakışan bir tavır asla değildir. Çünkü senin suçlun kötü, benimkisi iyidir anlayışı bu ülkeye zarar vermektedir.
Dolayısıyla; “Faizsiz bankacılık yapıyorum” diye ortaya çıkıp, gülücükler eşliğinde Allah’ın ve Peygamber’in adını kullanarak, özellikle küçük tasarruf sahiplerinden toplanan paraları iç ettikten sonra, “battık” diyerek bu paraların üzerine yatmak, arkasından da bu paraları farklı alanlarda kullanarak hâlâ ayakta kalmak, değil İslami, en başta insani bir davranış değildir. Bu açıdan bakılınca; hayatını Allah’ın adını pazarlayarak dizayn eden Enver Bey’in cenaze namazının, Eyüp Sultan Camii’nde kılınması ve Eyüp Mezarlığı’nda defnedilmesi, oldukça anlamlıdır! Umarım, manevi iklimine sığındığı Eyüp Sultan hazretlerinin yüzü suyu hürmetine, Allah Enver Ören’in de taksiratını affeder.
Rahmetli annem ve onun gibilerinin helal etmediği hak ve dahi binlercesi elbet öte tarafta karşısına çıkacaktır. Sadece İslami kesimden diye birilerini hesapsız sahiplenirken, o kişinin farklı yönlerini de bilmemiz gerekir. Buraya yazılan da maalesef acıyı duyan kişilerin kendi açılarından bir serzeniştir. Bize vuran baltanın sapının bizden olmasına çok az ağladık. Enver Ören'e değil de onun temsil ettiği bilinçsiz ve hesapsız ticari anlayışa kurban olanlara, yıllar önce yaşadıklarından dolayı geçmiş olsun diyorum. Ben beddua etmemek ile dinimce üzerime düşeni yeteri kadar yaptığıma inanıyorum. Rahmete ise elbette onu dağıtan ‘Er-Rahman'ür-Rahim’ karar verir."
Diyanet de İhlâs Finans’a para yatırmıştır!
İhlâs Finans’a para yatıranlardan birisi de Diyanet (TDV) tüzel kişiliği idi. Elbette hac ve umre paralarından artan önemli bir miktarı, 1990’lı yıllarda İhlâs Finans’a yatırmıştı Diyanet. Duyduğumuza göre; o tarihlerde İhlâs Holding bünyesinde çalışan TOBB Eski Başkanı Ali Coşkun ve Diyanet çevrelerinin de büyük itibar gösterdiği ilahiyat profesörü Orhan Karmış’ı, Ankara’ya gönderen Enver Ören, dönemin Diyanet (TDV) yöneticilerini ikna ederek önemli bir miktar paranın İhlâs Finans’a aktarılmasını sağlamıştır. Daha doğrusu Diyanet önemli miktarda “İhlâs Finans hissesi” almak durumunda kalmıştır. Bu hisseleri temsilen de o günkü TDV Genel Müdürü Mehmet Kervancı İhlâs Finans Yönetim Kurulu’na alınmış, kendisine yüksek miktarlı hakkı huzur ücretleri ödenmiştir. Ayrıca adı geçen, bu sayede kendi kızını da İhlâs Finans’a idareci olarak yerleştirmiştir!
Gelin görün ki; zaman içinde birbirine düşen Diyanet yöneticileri, 2006 yılına gelince, bu hisseleri dava konusu yapmış, bütün şirketleri ve tabiatıyla hisseleri bünyesinde toplayan şirketin o tarihlerde görev yapan Yönetim Kurulu üyelerini mahkemeye vermiştir. Sebep, “Siz nasıl olur da iflas eden İhlâs Finans’a ait 300 milyarlık hisseyi satın alırsınız?”. Oysa yukarıda izah edildiği gibi bu hisseler, piyasadan veya İhlâs Finans’tan satın alınan hisseler değil, Diyanet’in (TDV) elinde kalmış hisselerdi. Söz konusu hisseler Diyanet’in (TDV) olduğu gibi, bu hisseleri bünyesinde toplayan şirket de, sermayesinin %99’u ve bütün yönetim ve denetim kurulu üyeleri Diyanet’in çalışanları olan bir şirket idi. Yani tabiri caizse Diyanet, bu işlemle sağ cebindeki hisseleri, sol cebine koymuştu. Bu gerçek ortada iken, birbirine düşen Diyanetçiler, hiç çekinmeden ve tamamıyla “intikam” saikiyle kendi arkadaşlarını ve çalışanlarını gidip mahkemeye vermişlerdir. Hatta bahsedilen İhlâs Finans hisseleri, dava aşamasında aynı bedelle satıldığı halde bu insanlar “Yaşasın kötülük” hesabı ısrarla davayı sürdürmüşlerdir.
Dava sürecinde nihai “Bilirkişi Raporu”, davalılar lehine gelince bu sefer Diyanet yönetimi, fellik fellik çarpınmaya ve davanın sulhen bitirilmesi yönünde davalılar üzerinde baskı kurmaya başladı. Bu baskı öyle böyle değildi. Sonunda zaten adamların emrinde birer Diyanet çalışanı olan gariban davalılar kuzu kuzu sulha rıza gösterdiler. Ancak içlerinden birisi, davanın sulhen değil, mahkeme kararıyla neticelenmesini ve böylece inayet yoluyla ve lütfen değil, mahkeme kararıyla aklanılması gerektiğini savundu. Ancak yalnız kalmıştı adam. O da fazla direnç gösteremedi zaten. Zira ufukta asıl işini kaybetme tehlikesi baş göstermişti. Çünkü adam devlere karşı mücadele ettiğinin, yel değirmenlerine karşı savaştığının ve rüzgâra karşı abdest bozduğunun elbette farkında idi. Fakat adamın adalet duygusu ve hukuk anlayışı, böyle davranmasını gerektiriyordu. Ancak ne var ki; adamın, o güne kadar yaptığı mahkeme masraflarını ödeyerek ve gece gündüz yalvararak onu da sulha ikna ettiler ve böylece gereksiz yere, üstelik de Diyanet’i (eski para birimiyle) milyarlarca lira mahkeme harcı ve avukatlık ücreti ödeme pahasına açılan dava düşmüş oldu!
Sulha kerhen rıza gösteren adama ne mi oldu? Bu adama 2006 yılından başlayıp 2009 yılına gelinceye kadar Diyanet adına hiçbir iş vermediler. Bu üç yıl boyunca işine de son vermediler adamın. Adam, her gün 09-18 saatleri arasında düzenli olarak gidip geldi işyerine. Allah’tan adamın maaşını tıkır tıkır ödemeye devam etti hoca efendiler. Adam, bu uygulamadan son derece rahatsızdı. Çünkü hiç çalışmadan, üretmeden ücret alması vicdanını sızlatıyordu. Bu sebeple kendisine iş verilmesi konusunda çalmadık kapı bırakmadı ama yine de kendisine hiçbir iş vermeyip, adeta masaya çivilediler onu. Arkasından da 2009 yılının Haziran ayına gelince tazminatını ve diğer sosyal haklarını ödeyerek işine son verdiler! O da gitti, kendilerini mahkemeye verdi. Kazandı da. Çünkü masumdu, çünkü haklıydı adam…
Enver Ören’in vefat ettiğini ve ölümü üzerine Türkiye’de sergilenen ikiyüzlü ve riyakârca tavrı görünce nedense bu hikâye geldi adamın aklına. Çünkü satın alınmasında hiçbir dahli olmayan İhlâs Finans hisseleri yüzünden başına gelmeyen kalmadı adamın. İşini ve aşını bile o hisseler yüzünden kaybetti. Bu yüzden yaşadığı acı ve üzüntüyü, herkesten uzak gizli köşelerde ağlama nöbetleri geçirdiğini bir Allah, bir de o biliyordu. Enver Ören, “battım” diyerek geri ödemediği paralarla Kuzuluk kaplıcalarındaki köşklerinde sefasını sürerken, adam tenha köşelerde gözyaşı döküyordu efendiler.
Bu sebeple; eğer cenaze namazına katılsaydı, 2008 yılında ölen Ankaralı lastik kralı Abdülkadir Özcan’ın Kocatepe Camii’nde kılınan cenaze namazı sırasında, cenaze namazını kıldıran İmam İsmail Coşar’ın “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” şeklindeki sorusuna, onun işten atmış olduğu bir işçinin, “Hakkımı helal etmeyeceğim” şeklinde ortaya koyduğu medeni cesareti gösterebilir miydi bilinmez. Ancak musallada yatan Enver Ören değil de eğer Tayyar Altıkulaç, Ali Bardakoğlu, Mehmet Görmez ve Mehmet Kervancı’dan birisi olsaydı, herhalde o da aynısını yapardı. Çünkü cenaze namazına katılan onca ikiyüzlüye, onca riyakâra rağmen, böyle bir çıkış yapacak cesareti vardı adamın. En azından Lastik Kralı Abdülkadir Özcan’a hakkını helal etmeyen Said Açıkgöz isimli işçinin ki kadar(*).
Ömer Sağlam