Diyanet’e Göre: Hz. İbrahim’i Ateşe Atanlar Kürtlerdir [Ömer Sağlam]

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Terör örgütü PKK’nın lider kadrosunun “Kürtlerin dini Zerdüştlüktür” açıklaması yapmasından ve bu konuda yayın yapmak üzere “Çıra TV” adı altında bir TV kanalı kurmasından sonra (1) Türkiye’de pek çok kişi şaşkınlık yaşadı. Hatta başbakan bile salon ve meydanlarda bu konuyu diline dolayıp, PKK’ya ve BDP’ye bu noktadan bazı bindirmelerde ve giydirmelerde bulundu.

Oysa PKK en azından bu konuda doğru söylüyordu. Çünkü Kürtlerin geçmişinde Zerdüştlük, yani Mecûsilik geleneği bulunmaktadır. Kaynaklar, M.Ö. 3500 yıllarında İran’da ortaya çıkan Zerdüştlüğün, M.Ö. Med ve Pers imparatorluklarının resmi dini olduğunu, Farsların yanı sıra Kürtler’in Müslümanlıktan, Ermeniler’in de Hıristiyanlıktan önce bu dine inandıklarını söylüyor bize(2). Hatta Arap İslam Orduları’na mağlup olarak dağılan İran’daki Sasaniler de Mecûsi, yani Zerdüşt idiler. Üstelik o dönemde İran Tahtı’nı elinde bulunduranlar, 1. Hüsrev’in, yani Anu Şirvan’ın torunlarıydı ve bu insanlar, Anuşirvan’ın Batı Göktürk Hükümdarı İstemi Han’ın kızıyla yapmış olduğu evlilikten geliyorlardı.

Prof. Dr. A.Bican Ercilasun’un, geçenlerde “Milli Düşünce Merkezi”nde vermiş olduğu konferansta belirttiğine göre: “Göktürk Hükümdarı İstemi Kağan, 17 yaşındaki (Ermeni kaynaklarına göre Kayen, İran kaynaklarına göre Begüm, tam adı muhtemelen Kayen Begüm olan) kızını, eş olarak Sasani hükümdarı I.Hüsrev’e (Nûşi Revân, Anûşi Revan ve Anuşirvan olarak da bilinir) vererek onu kendisine damat yapıyor. Maksadı akrabalık yoluyla Sasani devletinin idaresinde söz sahibi olmaktır. Kayen Hatun (ya da Kayen Begüm), asil bir aileden gelmekle, kısa zamanda Sasani Sarayı’nda ve devlet idaresinde söz sahibi oluyor. I. Hüsrev’den sonra, yerine Türk Kayen Hatun’dan olma oğlu Hürmüz (lakabı Türk-zat-Türk-zade olan IV.Hürmüz) ve ondan sonra da torunu II. Hüsrev geçiyor.

İslami kaynaklarda, ismi Hz. Peygamber’in göndermiş olduğu “İslam’a Dâvet” mektubunu parçalayıp, elçisine hakaret eden İran Kisrası olarak geçen Hüsrev Perviz’dir bu adam. İstemi Han’ın ikinci kuşak torunu II. Hüsrev (Hüsrev Perviz)’den sonra İran’da 14 yıl süreyle bir fetret dönemi yaşanıyor ve sonunda II. Hüsrev’in torunu, Yani İstemi Han’ın  4. kuşak torunu olan III.Yezdigirt duruma hakim oluyor. Fakat son Sasani hükümdarı da o oluyor. Onun zamanında İslam Orduları İran’ı büsbütün ele geçirip, Sasani devletine son veriyorlar. 

Yani demem o ki; İslam Dini’nin bölgede egemen olmasına kadar geçen zaman diliminde İran’a hâkim olan, bir anlamda İran’ın Milli Dini özelliğini taşıyan Zerdüştlüğün hamileri, damarlarında bir miktar Türk kanı da taşıyan adamlardır! Tıpkı bugünün İran’ı gibi, o günün İran’ı da damarlarında bir miktar Türk kanı taşıyan Farslar tarafından yönetiliyordu(3).

Bu açıdan bakılınca; Kürtlerin bir zamanlar Mecûsiliğe, yani Zerdüştlüğe mensup olmaları, onlar adına bir nakısa teşkil etmez. Bu yüzden Kürtler, kınanamaz, yerilemez ve asla hor görülemezler. O bakımdan Sayın Başbakan’ın, elbette siyasi rant elde etme adına celâllenmesine hiç lüzum yoktur. Hele hele, bugün bile dünyada Yahudi dinine inanan (Karaimler), Hıristiyan olan (Gagauzlar) ve Şamanist ve Budist olan Türklerin bile bulunduğunu düşünürsek, Kürtler’e 1400 sene önceki inançlarından ötürü saldırmanın insafsızlık olduğunu söylemek icap eder. Saçma ve absürt olan, PKK’nın Zerdüştlüğü, diğer adıyla Mecûsiliği canlandırmak için bir TV kanalını devreye sokmuş olmasıdır.

Kürtlerin Ateşle Dansı!
Ayrılıkçı Kürtlerin, ateşle oynadıkları ve tam 30 yıldır ülkemizi büsbütün ateşe verdikleri malum! Adamlar, adeta ateşle dans ediyorlar 30 yıldır. Ülkenin her yeri alev alev! Bırakın evlerin, işyerlerinin ve arabaların kundaklanmasını, yüreklerimizi yakıyor ve dağlıyorlar çeyrek asrı geçkin bir süredir!

Kürtlerin ateşle dansı yeni bir şey değil elbette. Bu adamlar, binlerce yıldır ateşi kutsal kabul eden bir gelenekten geliyorlar. Elbette o da önemlidir ama biz bu insanların, geçmişi 15.000 yıl öncesine kadar giden Nevruz kutlamaları çerçevesinde rast gele sağa sola yaktıkları ateşlerden bahsetmiyoruz. Biz onların yaktıkları kutsal ateşten bahsediyoruz. Örneğin bir zamanlar bu adamların mensubu bulundukları Zerdüştlükte ateş, toprak, su ve hava gibi kutsal kabul edilirdi. Ateşe, aydınlığa veya güneşe bakarak ibadet ediyordu Zerdüştler. Işık ve aydınlıkların, Tanrı Ahura Mazda’nın fiziksel temsili olduğuna inanıyorlardı. Buradan hareketle ateş, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran Tanrısal bir güce sahipti. Bu inanca göre, ateş bütün varlıklarda bulunur ve canlı ve cansızlarda farklı biçimlerde zuhur ederdi. İnsanda, hayvanda, bitkilerde, gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda görmek mümkündü. En kutsal olan ateş ise, Tanrı Ahura Mazda ile insan arasındaki ateşti(4).

Diyanet’e Göre Hz. İbrahim’i Ateşe Atanlar da Kürtlerdir!
Hz. İbrahim’in yaşadığı yıllar olarak M.Ö.1900-1800 yılları kabul edilir. Ve Kur’an- Kerim’in kısaca değindiği(5), ancak Tevrat’ı esas alan kaynaklarda ayrıntılı olarak anlatıldığı üzere; Hz. İbrahim Nemrut tarafından ateşe atılmıştır. Peki, Nerede? Kürtlerin uzun tarihlerdir meskûn olduğu bölgede. Genel kabul görmüş düşünceye göre; Harran’da. Yani bugünkü Şanlıurfa ilimizin sınırları içinde…

Zerdüştlüğün geçmişi M.Ö. 3500’lere kadar gittiğine ve İslam’dan önce tıpkı Farslar ve Ermeniler gibi Kürtler de Zerdüşt olduklarına göre; Hz. İbrahim’in Harran’da ateşe atıldığı sırada bölgede yaşayanlar, muhtemelen Zerdüşt dinine mensup Kürtler idiler. Yani Ateşperest Kürtler demek istiyoruz. O halde, eğer Hz. İbrahim denildiği gibi bugünkü Şanlıurfa ilimiz sınırları içinde ateşe atıldıysa, o zaman Zerdüşt olan Kürtler, bir şekilde bu olayın içinde oldular demektir. Ya odun çekerek, ya ateşi yakarak, ya ateşi söndürmeye gelenleri engelleyerek, ya da mancınığı kurarak Nemrut’a hizmet ettiler demektir.  Hiçbir şey yapmadıysalar, olaylara sessiz ve seyirci kalarak Nemrut’a destek verdiler demektir.

Sizler gibi ben de hep merak etmişimdir bu olayı. Örneğin şu Hz. İbrahim’i ateşe atan Nemrut’un kim olduğunu. Akılama hemen geliveren isim Babil Kralı Hammurabi’dir. Ancak bu adamın M.Ö. 1793-1750 yılları arasında yaşadığı söyleniyor. Hz. İbrahim ise M.Ö.1900-1800 yılları arasında yaşamış. Ancak Tevrat kaynaklı haberlere göre Hz. İbrahim’in 137 yıl yaşadığı dikkate alınırsa, Hz. İbrahim ile Babil Kralı Hammurabi birbirinin çağdaşı oluyorlar. Yani Hz. İbrahim M.Ö.1900 yılında doğmuş olsa bile en azından hayatının son 30 yılını Hammurabi döneminde yaşamıştır. Eğer, Hz. İbrahim’in ateşe atılması hadisesi doğruysa, bu işi yapsa yapsa Babil Kralı Hammurabi veya ondan bir ya da iki önce aynı bölgeye hâkim zorbalardan birisi yapmıştır diye düşünüyorum ben. Elbette bu şimdilik tamamıyla bir faraziye ya da fantezidir.

Ancak Hz. İbrahim’i ateşe atanlara yardım edenlerin Kürtler olduğu, en azından bizim için bir faraziye veya fantezi değildir. Kürtlere hakaret amacı da taşımıyor. Bu, tamamıyla bir tespittir. Örneğin bir Diyanet yayınında bu konuda şöyle denilmektedir:
“Hz. İbrahim’i ateşe atarak cezalandıran Nemrud’a ‘Onu, ateşte yakınız!’ diye tavsiyede bulunan adam, Fars Bedevilerinden Heyzen isimli bir Kürttür. Ebulfida’ya göre Hz. İbrahim’in ateşe atılmasında kullanılan mancınığı yapan ve kuran da bu Kürt Heyzen olup kendisi, Mancınık yapanların piridir. Hz. İbrahim’i yakmak için kurulan ateş ocağı Guta karyesinde inşa edilmiştir ve tam üç ay boyunca bu ocağa odun taşınıp yığılmıştır. Yakıldıktan sonra ateş o derece alevlenmiştir ki; uçan kuşlar, oradan geçerken kavrulup düşmüşler, Guta halkı ateşin sıcağından ve dumanından korunmak için yeraltı sığınaklarına sığınmışlardır”(6)denilmektedir.  

Yine aynı kaynakta şöyle bir bilgi daha veriliyor: “İbn Asâkir’e göre; İbrahim (a.s), Irak toprağında Babil’in Kûsâ köyünde hâlen kendisine nispet edilen Makamda doğmuştur. Kûsâ; Babil toprağındaki Irak köylerindendir ve Fırat’tan, Irak’a akıtılan ilk ırmağın da adıdır”(7).
  
Genel kabul görmüş düşünceye göre; Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer olarak bilinen mevki, bugün Şanlı Urfa şehir merkezinde Balıklı Göl olarak da bilinen mevkiidir. Ancak yapmış olduğumuz araştırmada Şanlı Urfa’nın tarihinde Guta şeklinde bir isme rastlayamadık. Mesela internette bulunan PEYGAMBERLER ŞEHRİ ŞANLIURFA” başlıklı yazıda geçen Arapların, Diyar-ı Mudar adını verdikleri Şanlıurfa, bu dönemde Ruha diye anılmaktaydı.”(8) cümlesindeki “Ruha” ile “Guta” kelimeleri arasında bir ilişki var mı emin değilim. Ancak bu ilişkinin olması muhtemeldir.

İnternette Hz. Muaz kaynak gösterilerek iki rivayete yer verilmiş. Bu rivayetlere göre; Guta, bugünkü Şam civarında bir yerlerde imiş. Söz konusu rivayetler şöyle: “Size dünya feth olunacak. Eğer bir menzilde muhayyer kılınırsanız Şam denilen şehre bakın. Zira orası melhamelerde Müslümanların toplandığı yerdir. Onun karargâhı da ‘Guta’ denilen yer olacaktır… Melhame-i Kübra gününde Müslümanların merkezi Şam şehrinde Guta denilen yerdedir. O gün Müslümanların menzillerinin en hayırlısı orasıdır”(9). Bu Guta’nın, söz konusu rivayetlerde geçen Guta olup olmadığını bilmiyoruz ama bugün Şam’da Guta isimli bir bölgenin olduğu biliniyor(10).

Ancak şahsen biz, burasının Şanlıurfa olabileceğini kuvvetle muhtemel görüyoruz. Eğer öyle olmasaydı, bugün Şanlıurfa’ya ve büsbütün Harran’a bu kadar büyük önem atfedilmezdi. Örneğin, bugün İsrail’in bölgeye gösterdiği yakın ilginin ve Tevrat’ta Yahudiler için “kutsal yurt” veya “Vaat edilmiş topraklar” olarak belirlenen coğrafyanın içine bugünkü Harran bölgesinin de girmesin en önemli sebebi bence budur. Anlaşılan, Yahudiler de Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer olarak bugünkü Şanlıurfa’yı kabul ediyorlar ve ataları kabul ettikleri Hz. İbrahim’in hatırasına sahip çıkma adına bu bölgeye ayrı bir önem veriyorlar.

Görüldüğü üzere; eski adı Ruha, Guta veya Harran olan ve bugün aynı adla bir üniversiteye sahip olan Şanlıurfa ilimiz, eski kaynaklarda enine boyuna tarif edildiği halde ismi bir türlü zikredilmemektedir. Çoğu Arap kökenli olan eski İslam tarihçilerini bir tarafa koyacak olursak, M.Asım Köksal gibi bazı günümüz Türk ve İslam tarihçileri bile buna yaklaşmamaktadır. Bunun sebebi, olsa olsa, herhangi bir hata yapmama kaygısıyla eskiden yazılmış eserlere körü körüne bağlı hareket edilmesi ve ilave bir bilgi vermektense eski bilgilerin olduğu gibi tekrar edilmek istenmesidir. İslami çevrelerde, bilimsel inkişafın bir türlü istenilen seviyede olmamasının önemli bir sebebi de bu olsa gerektir. Düşünmek ve akıl yürütmek yerine, eskiden söylenenleri olduğu gibi tekrarlamak! 

Diyanet’in yayınına kaynaklık eden ve “Hz. İbrahim’i ateşe atarak cezalandıran Nemrud’a ‘Onu, ateşte yakınız!’ diye tavsiyede bulunan adam, Fars Bedevilerinden Heyzen isimli bir Kürttür. Hz. İbrahim’in ateşe atılmasında kullanılan mancınığı yapan ve kuran da bu Kürt Heyzen olup kendisi, Mancınık yapanların piridir.” diyen Ebu’l Fidâ’nın da bugün Suriye sınırları içinde bulunan Hama halkına mensup bir Kürt olduğunu(11) ekleyerek bitirelim yazımızı...




Ömer Sağlam
____________
3-Bilindiği gibi bugün İran’ı yöneten mollalar içinde Türkler de vardır ki; bunların başında şu anda İran’ın en yetkili din adamı pozisyonundaki Ayetullah Ali Hamaney gelmektedir. İslam Devrimi’nin gerçekleştirildiği sıradaki en yetkili dini lider pozisyonundaki Ayetullah Şeriat Medari de aslen Türk’tü.  Hatta, şu anda İran cumhurbaşkanı olan Mahmut Ahmed-i Nejat ile ondan iki önceki Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin de Türk olduğu söylenmektedir. Anlaşılan ülkemizi yöneten Türkler gibi, İran’ı yöneten Türkler de Türklüklerini gizleme derdine düşmüşlerdir. Demek ki; ilm-i siyaset bunu gerektirmektedir!   
5-Örn. Bk. Enbiyâ 21/68-69, Saffât 37/97,
6-M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c.1, s. 156, TDV. Yayınları, Ankara, 2004.
7-M.Asım Köksal, age, s, 141, 144.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN