30 Ağustos Zafer Bayramınız kutlu olsun...
Güçlü Demokrasi Ancak Güçlü Ordu ile Mümkündür [Ömer Sağlam]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Türk Ordusu, savaş gücünü ve bölgedeki caydırıcılığını yitirdi mi? Bu sorunun cevabını vermek için şüphesiz asker veya askerlik üzerine derinlemesine uzman olmak gerekir. Yani böyle bir sorunun cevabını vermek, bizim gibi sıradan insanların yapacağı bir iş değildir. Ancak ne var ki; biz de bu ülkede yaşıyoruz ve kamuoyuna yansıdığı/yansıtıldığı kadarıyla olayları izliyoruz ve bu olayları az çok analiz etme kabiliyetimiz bulunmaktadır.
İsterseniz size birebir yaşadığım bir olayı anlatayım da Türk Ordusu'nun savaş gücünün ve bölgedeki caydırıcılığının azalıp azalmadığına siz kendiniz karar verin...
Türk Ordusu Caydırıcılığını Yitirdi mi?
1999 yılının sonbahar ayları idi. Meşhur Gölcük depreminin (ikinci deprem) hemen arifesindeydik. Türkiye Diyanet Vakfı, Kuzey Irak'taki Kürt Özerk Bölgesi'nde yaşayan Türkmenler için yardım kampanyası düzenlemiş ve toplanan yardımları Erbil'deki ITC (Irak Türkmen Cephesi) yetkililerine teslim etmek için üç tır dolusu malzemeyi Irak'a gönderiyordu. Yardım konvoyunun sorumlusu olarak beni münasip görmüşler. Nede de olsa ben o gün için TDV'nin Eğitim Kültür ve Sosyal Hizmetleri Müdürü idim ve bu kutsal görev bana düşerdi!
Eğer harcırahı yüksek Avrupa ülkelerine ve güvenlikli başka ülkelere gitmek gerekseydi, bu görevlere Kuzey Irak görevini bana verenler kendileri giderlerdi ama konu PKK'nın kol gezdiği ve yol kestiği Kuzey Irak ve az harcırah olunca nedense bu görev bana verilmişti! PKK yol kesip, bizi katletse haber bile olmazdık çünkü! Bizim vefatımızın haber değeri mi olurdu?! Hepsi hepsi sıradan bir Türk vatandaşı öldürülmüş olurdu o kadar!
O tarihlerde Saddam Hüseyin, halen dimdik görevinin başında idi ve Kürt Özerk Bölgesi, henüz bugünkü seviyede devletleşme sürecini tamamlamış değildi. Musul ve Kerkük bölgesi Saddam Hüseyin yönetiminde idi. Kürt bölgesinde kalan Erbil ve civarında 300.000 dolayında bir Türkmen kitlesi vardı ve götüreceğimiz yardımlar onlar içindi...
...
Konvoyumuzun güvenliğini TSK'ye mensup ve sayıları 5-6 civarında olan bir askeri tim sağlıyordu. Hepsi pür silahtı ve her nedense bizimle fazla muhatap olmuyorlardı! Habur'dan itibaren biz özel timin içinde bulunduğu bir askeri araçla önde, içi malzeme dolu üç tır arkada Kuzey Irak topraklarında olabildiğince hızlı ilerliyorduk. Güvenlik açısından gün batmadan Erbil'e varmalıydık! Zaho ve Duhok çoktan arkamızda kalmıştı. Güzergah boyunca, Barzani'nin peşmergelerini görüyorduk. Kısa aralıklarla kurulan sözüm ona karakollarda yol ve gümrük kontrolü yapıyorlardı! Ancak bizim askerleri gören peşmerge unsurları, hemen başını içeri çekiyor ve kulübesine saklanıyordu. Bazen aracımızın yanına kadar yaklaşmaya cüret edenlere ise özel timdeki kıdemli asker"hastir" dercesine elinin tersiyle işaret ediyor, bu işareti alan peşmerge, tıpkı kuyruğunu apış arası yapıp kaçan uyuz itler gibi inine dönüyordu.
Zaho, Duhok, Şaklava derken Mesut Barzani'nin karargahının bulunduğu Selahaddin şehrini gün batarken geçtik. Erbil'e vardığımızda Yatsı sularıydı. Orada bizi Türk subayları ve ITC yetkilileri karşıladılar. Yemeğimizi yedikten sonra ITC'nın Askeri Karargahının bulunduğu ve "Akıncı" adı verilen hafif silahlı Türkmen gençlerinden oluşan askeri birliğin bulunduğu binaya götürüldük. Güvenliğimiz en üst düzeyde idi. Binada elektrik yoktu! Gaz lambasının aydınlattığı loş bir odada yattık ve sabahleyin kesif bir yağda yumurta kokusuyla ve dumanıyla uyandık! Anlaşılan Türkmenlerin Akıncı birlikleri omlet ile besleniyordu!
Daha birkaç gün önce Kürt çapulcuları, Türkmenlere ait büroları basmış ve başta bilgisayarlar olmak üzere bürolardaki eşyalara zarar vermişler hatta birkaç akıncıyı şehit etmişlerdi. Erbil'de Mesut Barzani güçleri ile Talabani güçleri arasında çatışmalar olmuş, Erbil Talabani güçlerinden Barzani güçlerinin eline geçmişti.
Sabah olunca ITC Sosyal İşler Dairesi Başkanı Vacit Bey ve Türk danışmanı Yüzbaşı Kasım Bey'le tanıştık. Bizimle onlar ilgileniyorlardı. Kuzey Irak'ta hemen bütün gruplar kendi devlet(cik)lerini kurduğu için 300.000 kişilik Türkmen grubu da kendi devletlerini kurmuşlardı! Sosyal İşleri Dairesi, Siyasi İşler Dairesi, Eğitim Dairesi, Yayın Dairesi ve Askeri İşler Dairesi. Her dairenin başında eğitimli bir Türkmen Daire Başkanı ve her Daire Başkanı'nın yanında da danışman sıfatıyla bir Türk Subayı vardı. Karamanlı Kasım Yüzbaşı ITC Sosyal İşler Dairesi Başkanlığının danışmanlığını yaparken, Tokatlı Binbaşı Hamdi, Siyasi İşler Dairesi Başkanı'nın danışmanlığını yapıyordu. Bu askerler, Salahaddin kentindeki karargahta bulunan Albay'a Süleyman Bey'e bağlı idiler. Özetle; Türk Ordusu, teşkilatçılık kabiliyetini ve devlet kurma yeteneğini Kuzey Irak'ta da ortaya koymuş ve 300.000 nüfuslu Türkmen soydaşlarımız için küçük bir devlet kurmuştu.
Yüzbaşı Kasım Bey Nasıl Ahmet Dündar Oldu?
Kuzey Irak dönüşünü takip eden günlerden birisiydi. Aradan uzunca bir zaman geçmiş ve ben Kuzey Irak seyahatini çoktan unutmuştum. Ankara'nın Etlik semtinde Aşağı Eğlence mevkiinde bulunan bir alışveriş merkezinde eşim ve çocuklarımla alışveriş yaparken, kolumdan birisi tuttu ve"Merhaba Ömer Hocam" dedi. Baktım, Yüzbaşı Kasım Bey'di. "Ooo, Kasım bey" dedim ve birbirimize kenetlendik! Erbil'deki ITC Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı danışmanı bizim Karamanlı Yüzbaşı Kasım Bey işte karşımda duruyordu! Benim "Kasım Bey" şeklindeki hitabıma karşın Kasım Bey, "Hocam, ben Özel Kuvvetlerden Yüzbaşı A. Dündar!" dedi. "Kasım Bey, benim Erbil'deki kod adımdı. Şu anda ....da bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda görevliyim. Telefonum şudur, görüşelim..." dedi.
Doğrusu şaşırmıştım. Benim gibi, saklısı, gizlisi olmayan ve her şeyi kabak gibi ortada bulunan bir adam için "Kod ismi" ve "Özel Kuvvetler" adı çok yabancıydı. Sonraki günlerde galiba Kasım Bey'in, pardon Yüzbaşı A.Dündar'ın vermiş olduğu telefonu aradım, ancak bir türlü ulaşamadım. Kim bilir bana verdiği A.Dündar ismi ve telefon numarası da muhtemelen uydurma idi! Israr etmedim ve bir daha da ne aradım ne görüştüm kendisiyle...
Şimdi düşünüyorum da Özel Kuvvetler de denilen Bordo Berelilerin başı olan Sayın Korg. Engin Alan asılsız iddialarla kodeste ise, Bordo Bereli Yüzbaşı Kasım, yani A.Dündar kim bilir nerelerdedir? Çok değil, bundan sadece 13-14 sene önce Kuzey Irak'ta 300.000 Türkmen için adeta bir mini devlet kuracak kadar etkin ve caydırıcı olan TSK, bugün ne haldedir? O günlerde Kuzey Irak'a göndermiş olduğu üç-beş kahraman subayı ve sayıları bir bölük askeri bile geçmeyen askeriyle, dünün peşmerge liderleri olan Mesut Barzani'yi ve Celal Talabani'yi esas duruşa sokup hizaya getiren Türkiye Cumhuriyeti, bugün bu adamlara Devlet Başkanı muamelesi çekip, kendilerini en süt düzey devlet protokolü ile ağırlıyor! Bırakın Mesut Barzani'yi ve Celal Talabani'yi, yeğen Neçirvan bile Ankara'da başbakan olarak ağırlanıyor. İşte size Türk Ordusu'nun dünkü ve bugünkü savaş gücü ve bölgedeki caydırıcılığı konusunda küçük de olsa bir kıyaslama imkanı. Buyurun bu konuda kendi kararınızı kendiniz verin.
Orduların Personel ve Ateş Gücü Üstünlüğü
Geçenlerde medyada yer alan bir haberde Türk Ordusu'nun 612.000 kişi ile personel sayısı bakımından, Çin, ABD, Hindistan, Rusya, Kuzey Kore, Güney Kore, Pakistan'dan sonra 8. sırada olduğuna ilişkin bir haber vardı. Listede 2.285.000 kişi ile Çin Ordusu ilk sırada, 1.477.000 kişi ile ABD ordusu ikinci sırada idi. Hindistan, 1.325.000 kişi ile 3., Rusya 1.200.000 kişi ile 4., Kuzey Kore 1.106.000 kişi ile 5. sırada idi. Bu ülkeleri Güney Kore ve Pakistan izliyordu. Dikkat edin lütfen, personel sayısı bakımından Türkiye'yi geriden bırakan ülke ordularının tamamının elinde nükleer silah var. Yani silah bakımından da oldukça güçlü ordulara sahip bu ülkeler.
Küresel ateş gücü bakımından yapılan sıralamada ise Türkiye hemen gerilere düşmektedir. Ateş gücü üstünlüğü bakımından yapılan sıralamada ilk on şöyle oluşmuş: ABD, Rusya, Çin, Hindistan, İngiltere, Fransa, Almanya, Güney Kore, İtalya, Brezilya.
İlgili haberde şu ibareye de yer verilmiştir: "Her an savaşa hazır asker sayısı düşük ülkelerin, küresel ateş gücü sıralamasında başa güreşmeleri, sahip oldukları endüstriyel ve teknolojik üstünlükten kaynaklanıyor."(1).
Bu haberin anlamı şudur aslında: Türkiye, 612.000 kişilik ordusunun barındığı kışlalara ve Afyon örneğinde olduğu gibi cephaneliklerine sırf kendi askerini caydırıp korkutmak için kayıt yapmayan sahte kameralar yerleştirirken ve cephane sandıklarını karpuz niyetine taşırken infilaklara ve dolayısıyla personel zayiatına sebep olan eğitimsiz asker ve subaylara sahipken, personel sayısı bakımından Türkiye'nin oldukça arkasında bulunan İngiltere ve Fransa, uluslararası boyutta operasyonlara imza atacak derecede eğitimli ve donanımlı ordulara sahiptirler.
612.000 kişilik Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, burnunun dibindeki Akdeniz'de vatandaşlarının yabancı askeri güçlerce katledilmesi, savaş uçağının düşürülüp pilotlarının şehit edilmesi ve çok daha uzaklardaki ülkelerin gelip burnunun dibindeki Kıbrıs açıklarında petrol ve doğalgaz araması karşısında kılını bile kıpırdatamazken, personel sayısı bakımından çok daha gerilerde bulunan Fransa deniz aşırı ülkeler olan Libya'da ve Mali'de, İngiliz ordusu aynı durumdaki Falkland adalarında ve Irak'ta operasyonlar yapabilmektedir. Ve bu ülkeler, korkarım ki; pek yakında sınır komşumuz Suriye'de de askeri operasyon yapacaklardır. Yine personel sayısı bakımından Türk Ordusu'nun yanında esamisi bile okunmayan Almanya ve Hollanda gibi ülkeler, sözde Türkiye'nin savunulması için hava savunma sistemleri (Patriot) gönderecek kadar silah gücü üstünlüğü bulunan ordulara sahiptirler ki; küresel ateş gücü bakımından Almanya Ordusu, İngiltere ve Fransa ordularıyla yarışmaktadır. İtalya, Güney Kore ve Brezilya ordularını ise çok gerilerde bırakmış durumdadır.
Güçlü Demokrasi Ancak Güçlü Ordu İle Mümkündür
Yine birkaç gün önce gazetelerde geçtiğimiz YAŞ toplantısında alınan kararlar gereğince kuvvet komutanlıklarında devir teslim törenleri yapıldığına ve basına kapalı yapılan bu törenlere ilişkin olarak Genel Kurmay'ın internet sitesinde bir duyuru bulunduğuna ilişkin haberler vardı(2).
Oysa eskiden bu tür devir-teslimler, devletin zirvesinin iştiraki ile yapılan törenlerde yapılırdı ve bu merasimler kamuoyu ile paylaşılırdı ki; bu tür görüntüler, ordu-millet bütünleşmesine bile katkıda bulunurdu. Millete moral verirdi. Şimdi artık bu tür törenler basına kapalı yapıldığı için hiç kimsenin ruhu bile duymuyor. "Mısır'daki darbenin sorumlusu Mursi'dir. İktidar oldu ama muktedir olamadı. Sonunda askeri darbe ile devrildi" diyenler, Türkiye'yi örnek gösteriyorlar."Türkiye'de siyasi iktidar askeri sindirip köşesine, yani kışlasına gönderdiği için Muktedir olmuştur" diyorlar. Belki de öyledir.
Zira 12 Eylül 2010 tarihinde sırf "12 Eylül Darbesi'ni yapanları yargılayacağız" diyerek yalan söylemek suretiyle askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının yolunu açacak şekilde referandum yaptırıp arkasından da kurdukları (çok) özel yetkili mahkemeler kanalıyla TSK içindeki en milliyetçi ve Amerikan karşıtı generalleri ve gelecek vadeden küçük rütbeli subayları kodese tıkanlar, en azından kendileri adına önemli bir iş başarmışlar, Türk Ordusu'nun kimyasını ve moralini bozmuşlardır. Türk Ordusu'nda peş peşe yaşanan beklenmedik istifalar, ordunun moralsiz olduğunun en bariz göstergesidir. Allah, bizi, bu zamanda başka ülkelerle savaşa girmekten muhafaza buyursun. Yoksa Allah muhafaza; Navarinlerin ve Ayastafanosların tekrar yaşanması içten bile değildir.
Şurası muhakkaktır ki; Türk Milleti, Balkan Savaşları'ndan sonra tarihin hiçbir döneminde Ordusu'na şimdiki kadar güvensizlik duymamıştır. Eskiden Ordusuna güvenerek "Suriye'yi bir tükürükte boğarız" diyenler bile, şimdi ağızlarını açmış, ABD, İngiltere ve Fransa'nın Suriye'ye müdahale etmesini bekliyorlar. Bizim "Stratejik Derinlik" ve "Diplomatik Deha" sahibi Dış İşleri Bakanı ile hükümetin "Ağlayan Adamı" ise açık açık gerekirse tezkere çıkarmak için TBMM'ye başvurarak Beşar Esat'a karşı emperyalist ülkelerin ve El-Kaide gibi terör örgütlerinin yanında yer alabileceklerini dile getirmektedirler!(3).
Oysa "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü iç ve dış politikasının mihenk taşı yapan Türkiye'den beklenen, bölgemizde savaş çığırtkanlığı yapmak değil, sulh için elinden geleni yapmak olmalıydı. Çünkü bilinmelidir ki; özellikle komşularımıza yapılacak bu türlü müdahaleler, bizim aleyhimizedir ve neticede bizim ülkemizi de benzeri dış müdahalelere açık hale getirmektedir. Türkiye, Irak'a yapılan uluslararası müdahaleden sonra, Irak'ın istikrarsızlaşmasıyla birlikte bu ülkede üstlenen PKK'nın, terörü tırmandırdığını unutmuşa benziyor. Şimdi buna bir de Suriye eklenecektir.
Öte yandan komşuları güçlü olan devletler, komşuları zayıf olan devletlerden her zaman daha güçlüdürler. Zira Kuzey Kore ve Güney Kore örneğinde olduğu gibi; komşuları güçlü olan devletler, en azından komşuları kadar güçlü olup dengeyi sağlamak için çaba harcarlar. İstikrarsız ve zayıf bir Irak, Suriye ve İran, kesinlikle Türkiye'nin aleyhinedir. Dolayısıyla en başta Türk Ordusu güçlü olmak ve millete güven vermek zorundadır. Şu anda o güvenden büyük ölçüde eser yoktur ortada.
Doğrusu ya ben; Türk Ordusu'nun başındaki adam olan Genel Kurmay Başkanı'nın, Ankara'dan uçağa atlayıp partisince Kars'ta ve Sivas'ta düzenlenen iftar programlarına katılan bir Milli Savunma Bakanı'na bağlanmasından ancak hicap duyarım. Demokratikleşmeye evet, ancak ordunun yıpratılmasına hayır! Bugün İngiltere, Fransa, ABD ve Almanya, demokrasinin beşiği kabul edilen ülkelerdir. Ancak bu ülkeler, küresel savaş gücü ve uluslararası operasyonlar bakımından da en güçlü ordulara sahip ülkelerdir. Çünkü aklı başında herkes bilir ki; güçlü bir demokrasi ancak güçlü bir ordu sayesinde mümkündür. Gerisi ise tamamen palavra ve Türk Devleti'ni yıkmak isteyen Türk ve Türklük düşmanlarının sinsi planlarından ibarettir.
30 Ağustos Zafer Bayramınız kutlu olsun...
Ömer Sağlam
______________
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.