Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
2005 yılının Şubat ayı içinde "ENVER PAŞA(SAHİPSİZ KAHRAMAN)" başlığı ile uzunca bir yazı yazmış ve bu yazıyı bir dizi halinde google gruplarından birisinde yayınlamıştım(1).
Bu yazı dizisi, oldukça dar bir kitleye ulaşmakla birlikte o tarihlerde son derece ilgi görmüş, özellikle akademik çevreden övgü dolu mesajlar gelmiştir. Hatta bu yazı, zaman içinde internet ortamında pek çok yerde yayınlanmış, daha da kötüsü kopya çekilmiş ve aşırılmıştır. Üzülerek söylemek isterim ki; bu aşırma işini yapanlar da genelde bizimle aynı dünya görüşünü paylaşanlar olmuştur. Örneğin "Ferhat Sarıkaya" isimli kişi, 01 Ağustos 2010 tarihinde yazımızı bizim koyduğumuz başlıkla ve ancak kendi ismiyle yayınlarken(2) "Bozkurtlar Dirilecek" nickini kullanan vatandaş 13 Kasım 2011 tarihinde bizim bu yazımızı "Turan Orduları Komutanı Kahraman Enver Paşa"başlığıyla yayınlamıştır(3).
Haşa, Ülkücülükle intihal, aşırma, bilgi ve emek hırsızlığı gibi sıfatları yan yana getirmek istemem ama yukarıda isimlerini ve nicklerini verdiğim kişiler "Ülkücü" sıfatını bir an önce bırakırsalar bence davalarına büyük hizmet etmiş olurlar. Çünkü tavırlarının, Ülkücülükle ve Türk Milliyetçiliği ile uzaktan yakından alakası yoktur biline.
Masamda Sayın Nevzat Kösoğlu tarafından hazırlanan ve Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanan bir kitap var. İsmi "Şehit Enver Paşa". 2008 yılında, yani bizim yazı dizimizden yaklaşık 3 yıl sonra yayınlanan kitap tam bir tuğla kalınlığında. Tam tamına 640 sayfa. Üstelik büyük boy bir kitap Nevzat Bey'in kitabı.
Duydum ki; bu kocaman kitabı yazan Sayın Nevzat Kösoğlu akciğer kanseridir ve Hacettepe Ü.Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi görmektedir. Ancak bünyesi ilaç kabul etmeyecek derece zayıf düşmüş bulunmaktadır. Allah, yardımcısı olsun Nevzat Bey'in. Rabbim kendisine acil şifalar versin. O, hiç şüphesiz Türk Milliyetçiliği'nin duayen isimlerinden birisidir. Türk Milliyetçilerinin, adeta bir sürek avıyla bir bir avlandığı karanlık dönemlerde bu mukaddes davayı sırtlayan, bu büyük davanın yükünü omuzlayan yiğit adamlardan birisidir. Dolayısıyla; 2005 yılında yayınlanan bu yazımızı, Sayın Nevzat Kösoğlu'na "VEFA" ve "SAYGI" adına bir kez daha yayınlıyoruz. Umarım beğeni ile okunur...
Sahipsiz Kahraman Enver Paşa-I
“Dünyada en çok yapmak istediğiniz meslek hangisidir?” diye sorsalar, hiç tereddüt etmeden “Film Yönetmenliğidir” derdim. Ve eğer film yönetmeni olsaydım bazı kahramanların ve tarihi şahsiyetlerin hayatını mutlaka filme çekerdim. Mesela İslam Tarihi’nden Büyük Asker ve Komutan Halit Bin Velid ile Tarık Bin Ziyad, Türk Tarihi’nden ise Çiçi Han, Bilge Kağan, Kürşad gibi isimleri mutlaka filme çekerdim. Filmini çekeceğim bir başka şahsiyet ise mutlaka, 34 yaşında Osmanlı Harbiye Nazırı olan Enver Paşa olurdu. Enver Paşa’nın “Hızlı yaşa genç öl” felsefesi mûcibince yaşamış olduğu mâceralı yaşam ve trajik, trajik olduğu kadar da kahramanca ölümü mutlaka filmlere konu olacak cinstendir.
Evet Çanakkale Zaferi’nin 89. yıldönümü vesilesiyle kaleme aldığımız bu yazı dizisinde, yaklaşık 78 sene boyunca Türkiye’de hiç kimsenin sahip çıkmadığı, belki de sahip çıkamadığı Enver Paşa hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum. Daha doğrusu bu yazı dizisinde, 1996 yılında itibarı iade edilmek suretiyle Tacikistan’daki nâşı İstanbul’a getirilerek Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nde devlet töreni ile toprağa verilen, bugüne kadar sağda ve solda yer alan kimi yazarlarca sürekli olarak aşağılanan Enver Paşa’nın hayatından bazı kesitler vermeye çalışacağız. Yaptığımız, 42 yıllık kısacık ömrüne, insanın aklı ve havsalası almayacak derecede çok şey sığdıran Şehit Enver Paşa’nın hayatını kronolojik olarak değil, hayatından bazı kesitler vererek aktarmaya çalışmaktan ibarettir. Bu konudaki tavrımız, biraz da, Türk Milleti’nin sürekli zayıfın ve mazlumun yanında yer almayı ilke edinen o eşsiz geleneğine bağlı kalan bir tavırdır. “Enver Paşa mazlum sayılmaz, o zalimin ta kendisidir. Hırsı uğruna ve egosunu tatmin etmek pahasına sadece Sarıkamış’ta 90.000 askerimizin donarak ölmelerine sebep olması onun zalimler sınıfına girmesi için yeterlidir” şeklinde düşünen ve olayları sadece sonuçlarına göre değerlendirmek suretiyle bu olaylara karışan kişiler hakkında hüküm veren kardeşlerimize, birkaç bölüm halinde yayınlayacağımız bu yazı dizisini sonuna kadar okumalarını ve sağlıklı olarak değerlendirdikten sonra karar vermelerini salık veririm.
Enver Paşa’nın hayatını kronolojik olarak kısaca şöyle özetlemek mümkündür: Enver Paşa, 1881 yılında İstanbul’da doğmuş, 1922 yılında Tacikistan’da şehit düşmüştür. Sürre Emini Ahmet Bey ile Ayşe Hanım’ın altı çocuğundan biridir. Manastır Askeri Rüştiyesi’ni (1894), İstanbul Soğukçeşme Askeri İdadisi’ni (1897), Harp Okulu’nu (1899) ve sınıf ikincisi olarak Harp Akademisi’ni (1902) bitirmiştir. Askeri rütbeleri kısa sürede geçerek 5 Ocak 1914 yılında Mirlivalığa (Generallik) yükseltilmek suretiyle Ahmet İzzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırlığı’na getirilmiş, 5 Mart 1914 tarihinde de Padişah V. Mehmet’in (Sultan Reşat) yeğeni Naciye Sultan’la evlenmek suretiyle saraya damat olmuş ve böylece gücünü bir kat daha artırmıştır.
Buradan da anlaşılacağı gibi Enver Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’le yaşıttır ve hayatları bir çok kere kesişmiştir. Mesela onunla aynı okullarda okumuştur, Trablusgarp’ta ve Balkan Savaşları sırasında birlikte görev yapmışlardır. Hatta aynı kıza aşık olmuş ve her ikisi de Naciye Sultan’la evlenmek istemişlerdir. Ancak daha atak davranarak Naciye Sultan’la evlenmek suretiyle saraya damat olma şansını yakalayan Enver Paşa olmuştur. Ayrıca Enver Paşa, o günün olağanüstü şartları içinde bir yolunu bularak ve önüne çıkan fırsatları iyi değerlendirmek suretiyle sürekli Mustafa Kemal’den önce terfi etmiştir. Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa’nın aralarının sürekli açık olmasının sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz askerlik ve özel hayatlarındaki bu kesişmelerdir...
Sağ görüşten olsun, sol görüşten olsun, bugün için Enver Paşa’ya saldırı noktası yapılan en önemli konu 1914 yılının Aralık ayı içinde yapılan ve çetin kış şartları sebebiyle Üçüncü Ordu’ya bağlı bazı birliklerin, Sarıkamış civarındaki dağlarda donarak telef olmasına sebep olan harekâttır. Oysa göz ardı edilen bir konu vardır: O da Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekatı sırasındaki pozisyonudur. Belki de bir çok okuyucumuz ve vatandaşımız, bu harekatın, tamamen İstanbul’da oturan Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın, oturduğu yerden vermiş olduğu emirlerle gerçekleştirildiğini sanıyor olabilir. Oysa, Sarıkamış Harekatı sırasında Enver Paşa cephededir ve eksi 40 derecelere varan çetin kış şartlarını emrindeki askerlerle birlikte o da yaşamıştır. Çünkü Ruslar’a karşı girişilen Sarıkamış Harekatı sırasında, Üçüncü Ordu Kumandanlığı’nı bırakan Hasan İzzet Paşa’nın yerine bu ordunun kumandanlığını bizzat Harbiye Nazırı Enver Paşa üstlenmiş ve bölgeye gelerek ordunun başına geçmiş, ordunun sevk ve idaresini ele almıştır. Tıpkı Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın Suriye’de konuşlu bulunan 4. Ordu’nun kumandanlığını üstlendiği gibi. Yani, hiç kimse İstanbul’da yumuşak koltuğuna kurularak emirler vermekle iktifa etmemiş derhal cepheye koşmuştur.
Bununla birlikte, Sarıkamış Harekâtı’na katıldığı sırada Ruslar’a esir düşerek Sibirya’da üç yıl esir hayatı yaşayan bir Osmanlı Subayı ve aynı zamanda bir Enver Paşa düşmanı olan Köprülülü Şerif İlden gibi bazı Osmanlı Subaylarının yazmış olduğu hatıralar ve bu tür hatıralara bağlı kalınarak daha sonraki yıllarda yazılan bir çok kitapta ona olmadık hakaretler ve iftiralarda bulunulmaktadır. Ancak Şerif İlden’in, hakaret amacıyla yazmış olduğu bazı cümleler bile aslında Enver Paşa’nın hanesine artı puan olarak yazılması gereken cümlelerdendir. Çünkü bu hakaret cümleleri, ileri görüşlü ve tedbirli bir kumandanı olmasa bile farkında olmadan bir kahramanı, cesur ve güzü pek bir yüreği tarif etmektedir. İşte o cümlelerden birisi:
“28. Tümen’in başına Pitgir’den itibaren Enver geçti, dağa taşa çarptı. Zorla yürüttü ve teker teker yürüme olanağı bile olmayan karlı, buzlu yollardan koşarak sürdü, akşam basınca artık yürütemeyerek Terpink’te bıraktı. Kendisi de –dikkat buyurunuz- beş on karargâh atlısını önüne ve tüm kurmaylarını arkasına takarak hiç bilmediği ve tanımadığı bu yalçın arazide karanlıklar içinde Bardız’a (Gaziler) doğru başını aldı gitti. Eğer yol üstünde beş on özverili Rus bulunsaydı tüm karargâhı canlı veya cansız kökünden koparıp atması işten sayılmazdı. Yol o kadar sarp bir boğazdan geçer ki...Kargâhta hiç kimse bu geceki hedefleri olan Bardız’a bizim birliklerimizin varıp varmadığını bilmiyordu. Bardız’a girerken karşılarına iki Rus nöbetçisi çıksaydı bu karanlık gecede ne olacaktı? Ben size cevap vereyim: Enver mahvolurdu, geri dönmezdi. Kesinlikle beş on karargâh süvarisiyle Ruslara gece hücumu yapmaya kalkışırdı."(4)
Zaten İttihat ve Terakki Fırkası’nın ileri gelenlerinden Dahiliye Nazırı (Daha sonra Sadrazam da olmuştur) Talat Paşa da Aubrey Herbert’e vermiş olduğu mülakatta Enver Paşa’nın çok cesur, atak ve vatansever bir ruha sahip olduğunu, ancak yeterince tedbirli olmadığını şu cümlelerle ifade eder: “Gözü pek ve vatansever bir kimsedir ama, zeki olduğu söylenemez” (5).
Askeri stratejistler, taktik uzmanları ve tarihçiler, mutlaka çok daha somut, çok daha kesin ve çok daha bilimsel olarak açıklayabilirler. Ancak Sarıkamış Harekatı’nın bilfiil içinde bulunmakla bu harekatın en yakın görgü tanığı olmasının yanı sıra bir Enver Paşa Muhalifi, hatta düşmanı olan ve yazdıkları, Türkiye’de bir çok Enver Paşa muhalifine kaynaklık ve hareket noktası teşkil eden Köprülülü Şerif İlden’in “Sarıkamış” isimli kitabından, Sarıkamış Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasının sebepleri olarak bizim tespit edebildiklerimiz şunlardır:
1-Ordunun gençleştirilmesi adına, bilgili ve savaş tecrübesi de olan bazı yüksek rütbeli subayların yaşlı, alaylı ve haksız terfi ettirildikleri gerekçe gösterilerek işten el çektirilmesi. Bunun sonucunda ordulara komuta edecek sayıda üst rütbeli subay bulunamaması. Öyle ki; Harbiye Nazırı Enver Paşa bile normal şartlarda Binbaşı veya yarbay olabilecek bir yaşta (34 yaşında) generalliğe terfi ettirilerek Harbiye Nazırı ve Osmanlı Orduları Başkumandan Vekili yapılmıştır.(6).
2- Yeterli bilgi birikimi ve askerlik tecrübesi olmayan küçük rütbeli subayların büyük askeri birliklere kumanda etmek zorunda bırakılması.
3- Askerlerin eğitimsizliği ve savaşma isteklerinin olmaması.
4- Özellikle bölge insanlarından oluşan askerlerin, bazen alay ve tümen seviyesinde olmak üzere düşmanla savaşmayarak cepheden firar etmeleri.
5- Askerler ve hayvanlar için iaşe ve ibate imkanlarının son derece yetersiz olması, yeterli ve etkili askeri mühimmat bulunamaması.
6-Subaylar arasındaki geçimsizlik ve sürtüşmeler, ayrıca subaylar arasındaki çekememezlikler.
7- Hesapsız ve plansız olarak uygulanan yanlış savaş taktikleri.
8- İklim şartlarının elverişsizliği.
9- Harekat bölgesindeki arazinin yeterince tanınmaması.
10-Düşman kuvvetleri hakkında yeterli bilgiye sahip olunmaması, buna bağlı olarak düşmanın küçümsenmesi.
11-Savaş ve savaşın evreleri konusunda İstanbul ile Cephedeki komutanlar arasındaki oluşan görüş ayrılıkları.
12-Cephede savaşan birlikler arasındaki koordinasyon ve iletişim eksikliği (ki; bu sebeple Türk birlikleri zaman zaman birbirleriyle savaşmak zorunda bile kalmışlardır).
İşte bu ve benzer sebeplerden dolayı harekât başarısız olmuş ve bu harekât, tarihimize"Sarıkamış Trajedisi" olarak geçmiştir. Bu harekâtta görev alanlardan gerek savaş sırasında eziyet çeken, gerekse savaştan sonra Ruslar’a esir düşerek Sibirya’daki kamplarda esir hayatı yaşayan subay ve askerlerin (Gençliğin vermiş olduğu enerji, cesaret, atılganlık ve başarıya kısa sürede ulaşma istekleri ile bazı hesapsız davranışlar da sergileyen Enver Paşa aleyhine olmak üzere) anlattıkları anılar ile İttihat ve Terakki’nin iktidara geliş biçimi ve özellikle Padişah II. Abdülhamid’e karşı sergilediği tavır, bu trajedinin Enver Paşa ve arkadaşlarının üstüne yıkılmasına sebep olmuştur. Bu trajediye sebep gösterilen kişilerden Enver Paşa’nın ismi bir çok hakarete maruz bırakılırken, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı sıfatıyla harekatta onun da imzası bulunan ve harekât sırasında 10. Kolordu ile çok başarısız bir mücadele örneği sergileyerek askerlerini soğuğa kurban veren Hafız Hakkı Paşa’nın isminin, Kars’ta bir garnizona verilmesi oldukça ilginçtir ki; Hafız Hakkı Paşa da tıpkı Enver Paşa gibi saraya damat olmuş ve Sarıkamış Harekâtı sırasında bizzat Enver Paşa tarafından Generalliğe terfi ettirilmiştir.(7)
Talat Paşa, anılarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Sarıkamış Harekatı’nı da içine alan Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenmesindeki süreci, bu savaşa girmekteki amacı ve yanılgıları şöyle açıklar: “Almanların Batı Cephesinde ilk başarıları ve daha sonra da Hinderburg’un Mazur Gölleri çevresindeki zaferleri, Çanakkale’nin gerek karadan ve gerek denizden savunulması, Kut’ül-Amare başarısı savaşı çok popüler yapmıştı....Bütün bu düşünceler, Almanya’nın yenilmeyeceği ihtimaline göre yürütülmüştü. Fakat Almanya’nın kesin yengisine inanılmıyordu. Hiç kimse savaşa girildiğinden dolayı pişmanlık duymuyordu. Padişah, veliaht (Vahideddin), Âyan ve Mebusan Meclisleri, subaylar, halk ve memurlar ülkenin kurtarılmış olduğuna inanmaktaydılar. Ancak savaşın dört yıl süreceğine ihtimal verilmemişti. Savaşın birinci ve ikinci yıllarında halk bütün yük ve külfetleri memnunlukla taşıdı, malını ve canını severek verdi. Hiçbir yerden yakınma işitilmedi.... Bu savaş, milli duyguların uyandırılmasını ve bunun halkın ruhunda yer almasını gerektiriyordu. Amaç haklı ve zorunluydu. Ancak ilkeleri gerçeği gizlemek olan kimseler tarafından yapılan yayınlar, öteki milliyetler (azınlıklar) üzerinde zararlı etkiler bıraktı...”(8).
Talat Paşa 1921 yılının Şubat Ayı içinde Almanya’da İngiliz Yazar Aubrey Herbert’e vermiş olduğu mülakatta ise şunları söyler: “...(İngilizlerle) aramızın soğumasından sonra bile sizinle yeniden dost olmaya çabaladık; onun için onulmaz muhalifimiz Kâmil’in (İngiltere yanlısı Sadrazam Kâmil Paşa) sadrazamlığını kabul ettik. Ne bu, ne de yaptığımız başka şeyler sizi hoşnut etti. Bizi Almanya’nın kollarına attınız. Bizim başka seçeneğimiz yoktu. Öteki seçenekler ya ölüm, ya paylaşılma demekti.”(9)
1-http://dir.groups.yahoo.com/neo/groups/TURKISHARMENIANFRIENDSHIP/conversations/topics/4913
2-http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=haber-detay&kod=3686
3-http://forum.memurlar.net/konu/1409247/,
4-Şerif İlden, Sarıkamış, s.199, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2003.
5-Talat Paşa’nın Anıları, s.154, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2003.
6-Osmanlı Ordularının Başkumandanı bizzat Padişahtır. Aynı gelenek bugün de devam etmektedir. Çünkü şu anda Anayasa gereğince Türk Orduları Başkumandanı Cumhurbaşkanımızdır.
7-Kars İl Merkezi’nde bulunan askeri kışlalardan birisinin adı Hafız Hakkı Paşa Kışlası olup, bendeniz 1986-1987 yıllarında askerliğimi bu kışlada konuşlu bulunan II. Mekanize Piyade Taburu 5. Mekanize Piyade Bölüğü’nde yaptım.
8-Talat Paşa’nın Anıları, s.37,38, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2003.
9-Age, s.150.