AKP, bu işin peşini bırakacak gib değil. AKP'nin hukukçu kurmaylarından ve başbakanın akıl hocalarından birisi olan ve adeta "Kuzu" postuna bürünmüş bir"Kurt" görüntüsü veren Burhan Kuzu, çoktan konunun yasaya bağlanması gerektiğini sayıklamaya başladı bile(2). Umarım o zaman da Anayasa Mahkemesi devreye girer ve sahneye konulmaya çalışılan bu oyunu bozar.
Oysa, başbakan yolsuzlukların üzerine sonuna kadar gideceğini bu millete taahhüt ederek gelmişti iktidara. Sözüm ona, "Suç işleyen kızım Fatma da olsa hiç çekinmez aynı cezayı verirdim" diyen İslam Peygamberi'ni kendisine rehber edinmişti Başbakan. Onun için de sık sık "AK Parti, yolsuzluklarla mücadele ede ede bugünlere geldi. Babamın oğlu olsa, evladım olsa, kim olursa olsun, biz yolsuzlukla mücadeleden prim vermeyiz..."(3). Ancak gelin görün ki; aynı başbakan, "Hedeflerinde ben varım, Oğlumun üzerinden bana ulaşmak istiyorlar" diyerek, babasının oğlunu değil ama kendi oğlunu ve kendi zenginlerini koruma altına almaya çalışıyor, ikinci yolsuzluk oparasyonuna bir türlü izin vermiyor(4). Vermemekle kalmıyor, soruşturmayı yapan savcıyı meydan meydan, salon salon halka şikayet edip, yerden yere vuruyor.
O bakımdan, amacı ne olursa olsun Zaman Yazarı Hüseyin Gülerce'nin şu sözlerine katılmamak mümkün değildir: "Bu noktada sayın Erdoğan'ın yapması gereken, yolsuzlukla mücadeleye çok net bir biçimde sahip çıkmasıdır. Kendisi, yolsuzlukların üstüne gideceğini söyledi; ama bu sözleri, gündemin içinde, satır aralarında kayboldu. Başbakan Erdoğan açık biçimde, 'Bu yolsuzlukların üstü örtülmeyecek' demeli. Ben bunu AK Parti için de bir fırsat olarak görüyorum”(5).
Başbakan, Yolsuzluk Operasyonu'nu başlatanları "çetecilik" yapmakla ve onlara destek verenleri "Vatana ihanetle" itham ederken, Fethulah Gülen ve cematini çoktan hedefe yerleştirdi bile. Hatta Bülent Arınç, cemaati "Alçaklık" yapmakla ve cemaat konusunda yanıldıklarını beyanla "bunun saflıklarına verilmesini" bile rica etti milletten(6).
İktidar, "Yürütme" gücünü ve ayrıca parti çoğunluğuna dayalı "Yasam" gücünü arkasına alarak esip gürlüyor ve Tayyip Bey, bu güce dayanarak hainlerin inlerine gireceklerini söyledikten sonra, hiç vakit geçirmeden Emniyet teşkilatına yönelip, polisi hallaç pamuğu gibi atıyor. Bu kapsamda yüzlerce polis müdürünü görevden aldı Başbakan. Doğrusu kışın ortasında polise yönelik olarak tam bir kıyım harekâtı yaptı hükümet! Yazık, çok yazık. Oysa daha yaz aylarında aynı polisleri"Kahraman" ilan ederek birer maaşla ödüllendirmişti hükümet.
Hükümet, sadece polisi hallaç pamuğu gibi atmakla kalmadı, soruşturmayı başlatan savcıları ve HSYK'yı da koydu hedefine. Başbakan açık açık "Yetkim olsa HSYK'yı yargılardım" dedi(7). Bununla yetinmedi, "HSYK da yetkilerini farklı kullanmaya başladı. Burada bir yanlış yaptık. Nedir o yanlış? HSYK, onu da yargılayan, denetleyen bir mekanizma vardı. Biz dedik ki demokrasinin gereğini yapalım ve millete gittiğimizde Adalet Bakanlığının elinde olan bu yetkiyi kalktık devrettik. Orada yanlış yapmışız. Eğer şu anda Anayasayı değiştirecek bir güce sahip olduğumuzda bu yetkiyi değiştirmek durumundayız. Çünkü kimsenin kalmaması gerekir. Yani bu ülkede Başbakan denetlenecek, bakanlar denetlenecek, parlamento üyelerinin tamamı denetlenecek, bu beyler denetlenmeyecek. Demek ki olmuyor bu iş. Bunların da denetlenmesi lazım'' diyerek, yargıyı büsbütün siyasetin emrine almayı düşündüğünü bile itiraf etti(8).
Oysa, bugün yargılamak istediği HSYK, tam da kendi eserleri. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğinden sonra oluşturulmuştu. Kurulun 7 olan üye sayısını 22'ye çıkaran bu hükümettir. Yargıtay'a aynı anda 160 üye seçtiren de bu hükümettir ki; bu 160 üyenin aynı doğrultuda düşünenlerden ve bu sebeple blok oy verenlerden oluştuğu iddiaları havalarda uçuşmaktadır. Üstelik AKP iktidarı ve onun yandaşları, yüksek yargının bu şekilde biçimlendirilmesini, "Çok daha demokratik" olarak nitelendirip durdular yıllardır. Neymiş, birinci sınıfa ayrılmış bütün hakim ve savcıların katılımıyla oluşturulmuşmuş Yüksek Yargı ve HSYK.
Ancak gelin görün ki; AKP yönetimi ve APK yandaşları, bugün HSYK'nın Gülen Cemati'nin eline geçtiğini söylüyorlar. Dayanakları ise HSYK'nın "Yolsuzluk Soruşturması Dosyasını" savcı Muammer Akaş'ın elinden alan Başsavcı Turan Çolakkkadı yerine, dosyası elinden alınan Savcı Muammer Akkaş'a sahip çıkmasıdır! Bakın neler diyor iktidar yandaşları sosyal medyada; "HSYK önceden alevi tarikatından olanların kontrolündeydi. Şimdi ise diyologcu, siyonist yanlısı The Cemaat'in kontrolünde.Yargı dün de bağımsız değildi, bugün de..."(9). Pes doğrusu!
Oysa bizler, ne "Yolsuzluk Soruşturması Dosyası"nın savcının elinden alınmasını doğru buluruz, ne de savcılarımızın hazırlayacağı iddianamelerle gündeme oturacakları yerde basın açıklaması yaparak gündeme gelmelerini doğru buluyoruz. Her iki işlem ve eylem de yanlış oğlu yanlıştır. Hele hele, başbabakanın beyin takımının başındaki Yalçın Akdoğan'ın bu savcıları ve bu savcıların arkasında olduğu cemaat gücünü kasıtla; "Bunlar TSK'ye bile kumpas kurdular" şeklindeki sözü gündeme kelimenin tam anlamıyla bomba gibi düşmüştür. Anlaşılıyor ki; Ergenekon ve Balyoz Davaları kapsamında yargılanıp hüküm giyenler, haybeden nedenlere ve düzmece belgelere istinaden verilen hükümlerle yıllardır içeride ömür çürütüylorlar!
Günaydın Sayın Genel Kurmay Başkanı
Medyada çıkan haberlere göre; Genel Kurmay Başkanı Org. Necdet Özel, Yalçın Akdoğan'ın sözlerini ihbar kabul edip, Ergenekon ve Balyoz Davalarının yeniden görülmesi için konuyu MGK gündemine getirmiş(10). Çiçeği burnunda Adalet Bakanı Bekir Bozdağ "Eksikler olabilir, dün böyle, bugün böyle denebilir. Biz yanlış yapmış olabiliriz. Ama bir konuda bir yanlış yaptık diye illa o yanlışın peşinden gidecek halimiz yok.Yanlış yaptığında, erdemli olan o yanlıştan dönmesini bilendir."(11) diyerek, AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş da"İnsanların mağduriyetini önlemek için gerekirse yeniden düzenleme yaparız"(12) diyerek Genel Kurmay Başkanı'na destek vermişlerdir. Anlaşılan hükümet kanadı da artık "Ergenekon ve Balyoz Davaları hukuki değil siyasi içerikli davalardır" noktasına gelmiş bulunuyorlar. E Türkiye adına bu da bir kazanç sayılır. Esasen, Yalçın Akdoğan'ın söylediği iddia edilen "Ergenekon ve Balyoz davaları olmasaydı açılım süreci yürümezdi" şeklindeki söz, hala kulaklarımızdadır.
İşin ilginç yanı ise Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel'in, konuyu gündeme getirirken "Bakan çocuklarının evine para sayma makinesinin getirildiğini ve orada bulunmuş gibi bir hava oluşturulduğunu" söylemek suretiyle 17 Aralık'ta patlak veren "Yolsuzluk Operasyonu"nun sözüm ona sanal bir operasyon olduğunu vurgulayarak hükümete destek vermesi ve direk siyasete bulaşması olmuştur. Allah'tan "Askerlere yönelik operasyonlarda da askerlerin evlerine, bürolara ve dosyalara bazı şüpheli malzemelerin eklendiğini"(13) de dile getirmiş Sayın Genel Kurmay Başkanı. Keşke şu sağda solda yer altında ve gecekonduların çatılarında polisin eliyle koymuş gibi bulduğu silahları da dile getirebilseydi sevgili paşamız...
Yalçın Akdoğan, Bekir Bozdağ ve Mustafa Elitaş'ın sözlerini yanyana getirip, onların sonuna da Org. Necdet Özel'in sözlerini ekleyince karşımıza çıkan tablo şudur: Ergenekon ve Balyoz Davaları, hukuki değil, düzmece ve sanal belgelere dayandırılan siyasi içerikli davalardır! Çünkü hükümet kanadının, en küçük bir itiraz ve gelişmede bu davalardan şüpheye düştüğü ve bu davaların hukukiliği konusunda endişeye kapıldığı aşikâr. E bunda da sonuna kadar haklıdır iktidar. Çünkü Ergenekon ve Balyoz davaları, bugün alabildiğine itham ettikleri savcıların hazırlamış oldukları iddianameler üzerine bina edilmiş, tenkit ettikleri hakimlerce karara bağlanmış, o savcı ve hakimlerin seçtiği Yargıtay üyelerince kesin hükme bağlanmıştır. İktidar partisi yöneticilerinin ve yandaşlarının bugün alabildiğine tenkit ettikleri HSYK, Ergenekon ve Balyoz davaları görülürken de işbaşında idiler bu davanın savcı ve hakimleri, o zaman da aynı HSYK'nın denetim ve gözetimi altında idiler.
TSK'nin bugün içinde bulunduğu ruh hali de hükümetten çok farklı değildir. Büyük Atatürk'ün tabiriyle "Türk Milleti'nin çelikleşmiş iradesi" olan TSK'nin de en küçük bir umut ışığında bu davaları gündeme getirmekte kararlı olduğu ortadadır. Tıpkı Org. Özel'in, haklı olarak konuyu MGK'ya taşıdığı gibi. Çünkü TSK' de bu davaların hukukilikten uzak olduğu kanısındadır. Eğer öyle olmasaydı, koskoca Genel Kurmay Başkanı, sadece ve tek başına Yalçın Akdoğan gibi bir adamın biraz da siyaseten yapmış olduğu "Cemaat TSK'ye kumpas kurmuştur"şeklindeki çıkışı gerekçe göstererek bahse konu davaların yeniden görülmesi için konuyu MGK gündemine taşır mıydı sanıyorsunuz?
Sadece bunlar mı? Kanatimizce hayır! Çünkü bize göre söz konusu davalar, bu milletin çoğunluğunun içine sinmemiştir ve millet indinde asla genel kabul görmemiştir. Milletin ekseriyeti bu davayı hiç bir zaman benimsememiştir. Bu davayı benimseyen ve bu davaya alkış tutanlar sadece PKK, BDP ve geçmişte menfaatleri haleldar olan bir kısım cemaat ve dini gruplarla, bunların yönlendirdiği cahil cühela takımından toplum kesimleridir. Türk Milleti, "Terörist" olduğu en son Yargıtay kararıyla tescil edilen Sebahat Tuncel yıllardır dışarıda fink atıp, bu milletin vergilerinden dolgun vekil maaşları alırken, Korg. Engin Alan'ın ködeste tutulmasını asla kabul etmemiştir, etmeyecektir de.
Şüphesiz ortalığı toza, dumana katan bu gelişmelerin keyfini sürenler, "Bavulcu"olarak ünlenen Taraf yazarı Mehmet Baransu ve perde arkasından onu kullananlardır. Dün bir bavul evrakla söz konusu davaların başlamasına sebep olan bu insanlar, Mehmet Baransu'ya ikinci bavulu teslim ederek bu davaları tartışmaya açmış bulunmaktadırlar çünkü...