İstanbul ve Trakya'nın Koması: Kanal İstanbul [Günay Tulun]





"Gezi"ydi, "Anayasa Mahkemesi"ydi, "Avrupa İnsan Hakları"ydı, "Cemaat"ti derken; iktidarın yanlışları karşısında itirazı olanlarda minimal bir hareketlenme, minimal bir cesaretlenme görülür gibi oldu. Gibi diyorum ya, şundan: Olumsuz söylemlerin balyoz (!) olup kafalarına düşme ihtimali korkutuyor onları... 

KANAL İSTANBUL KORKUTUCU ve ÖLÜMCÜL BİR UCUBEDİR 
Bugün 15 Aralık 2013... Şükürler olsun!
Tam bugünlerde, "Olacak!" inadıyla yeniden gündeme düşen "Kanal İstanbul" konusunda da üç beş gerçekçi ses duyabildim, sevindim.
 Biliyorum; birkaç gün içinde onlar da susacak ve ülkeme karşı yapılan bazı komploları gözden kaçırmak için üretilen yapay gündemlerin peşinde koşacaklar. İnsan yine de umutlanıyor. "Y
etmez ama evet"çiler gibi konuşacağım, "Yetmez ama buna da şükür!".

Bundan üç yıl kadar önce, basınımız; Karadeniz'in Trakya üzerinden aşırılarak birtakım yerlere bağlanacağı ve bu iş için yirmi milyar dolar harcanacağı haberleriyle çalkalanmıştı. Yağlar, ballar, "Çılgın Proje" ve "Asrın Projesi" şakşakları arasında; fikrin sahibinin Başbakan, projeyi yapan kişininse adı A Kal Pe'yle özdeşleşmiş Kuzguncuklu Mimar Sinan Genim olduğu açıklanmıştı. 

Aman efendim, aman da aman! 
Bu proje gerçekleştiğinde hem Karadeniz hem de Marmara tertemiz olacak, projenin dokunacağı derelerin suyu içilir hâle gelecek, Haliç mis kokacak, İstanbul bir ada daha kazanacak, kenti bozan binalar yıkılacak, gemiler Karadeniz'e girip çıkarken bu güzergâhı kullanacağından Boğaz trafiği rahatlayacak, kanal para basacaktı. 

Lafügüzaf! 2011 yılındaki makalemde olayın, zenginleşme ve fakirleşmeleri de içine alacak şekilde; siyasal, toplumsal ve milletlerarası etkilerini anlattığımdan bir kez daha aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum ama şunları söylemem şart: 
Kanal İstanbul tamamiyle korkutucu ve ölümcül bir ucubedir. Yazımı okumayı sürdürürseniz, bunun nedenlerine de ulaşacaksınız. 

HEP O ŞARKI 
Başbakan, tabii ki her zamanki taktiğini uyguladı. ABD gemilerinin bugünkü düzeni delerek sorun olmadan Karadeniz'e çıkması için uygulatmak istediği bu ABD projesi için önce kafasındakileri piyasaya saldı, sonra kulağının üstüne yatarak, ilgisi yokmuş gibi ses etmeden bekledi.

Herkes konuştu, konuşturuldu. Başbakan bekledi, bekledi ve bekledi... 
Milletin bu fikirle haşır neşir olduğuna, demirin tavlanma vaktinin geldiğine emin olduğundaysa şakşakçıları tarafından şatafatlı bulunan bir sunumla ortaya çıktı

Olayın piyasaya salındığı ilk dönemde de "Gezi Olayları"nda da aynı taktiği uygulamıştı. Tıpkı Kanal İstanbul'la ilintili bir başka ABD projesi olduğuna inandığım yeni İstanbul Havaalanı'nda yaptığı gibi... Kanal İstanbul'un el altından duyurulduğu ilk günler, 2010'un güz aylarıydı. Başbakan'ın ilk açıklama yaptığı tarihse 27 Nisan 2011... Ne sabır ama...

Tarihi bu kadar net verebilmemin nedeni, aynı gün, konuyu yerden yere vuran bir yazımın yayınlanmış olmasıdır. 

YANLIŞ YERDE YAPILMAK İSTENEN BU PROJE HEM İNTİHAL HEM ÖLÜMCÜL 
Demokratik Sol Parti'nin seçim bildirgesinde de yer alan, üstelik Ocak 1994'te yani bundan tam 19 yıl önce rahmetli Bülent Ecevit tarafından farklı bir güzergâh belirtilerek basın toplantısıyla halka duyurulan ama sonradan, tehlikeli olabileceği düşünülerek vazgeçilen bu projenin, başka isimlerce hadi daha açık yazayım, Recep Bey tarafından "Benimdir!" diye üstlenilmesi son derece garip bir durum. Hadi bunu yapan bir siyasetçidir, ilginçlikleri ve çarpıtmalarıyla ünlü biridir; alıştık, yapabilir deyip geçelim de biyografisinde akademik kariyer yaptığı yazan, öğrenciler yetiştirmiş bilimci kılıklı insanlarında ona uymuş olmasına ne diyelim?  

Karadeniz'i, bugünkü gibi Rumeli değil de Anadolu toprakları üzerinden Marmara'ya bağlamayı amaçlayan farklı bir proje de Osmanlı döneminde defalarca gündeme gelmiş, buna karşın uygulanmamıştı. 

ÇILGIN PROJEYMİŞ DE ASRIN PROJESİYMİŞ DE MİŞ MİŞ
Gerçeklere karşı görevimi tamamlamak için yağdaşların tanımlamasıyla "Asrın Projesi" olan "Çılgın Proje"ye dönüp, onu ufaktan ufaktan irdelemek istiyorum.

Boğaz'ın sularıyla tanışıklığım normal bir insan ömrü kadar eski. O sularda az yüzmedim. O sulara az dalmadım. Akıntılarını bilirim. Hatta yüzey akıntılarıyla dip akıntılarının tuz düzeylerinin çok farklı olduğunu ve buna dayanarak Karadeniz'in nerede, Marmara'nın nerede etken olduğunu da... 
Bu akıntıların dönem dönem ters yöne dönebildiğini de bilirim. 

Oysa bir dolu insan, ekranlara çıkıp akıntının tek yönlü olduğunu ve değişmediğini anlatıp durdu. Bir kısmı da daima üst akıntı şu yöne, alt akıntı bu yöne gider dedi. Ne biçim bilimcidir bunlar? Araştırmadan, önlerine konmuş yalan yanlış bilgileri tekrarlıyorlar? Boğazda birkaç saat yüzseler en güzel araştırmayı yapmış olurlardı. Gazetecilerin saçmalıklarını yazmıyorum bile...

PROJENİN APTALCA OLDUĞUNU GÖRMEK İÇİN ÂLİM OLMAK GEREKMİYOR  
Boğaz'ı bir akarsu gibi düşünürsek, kanal onun debisinin bozulmasına, yüzey ve dip akıntılarının birbirine karışmasına neden olacaktır. Belli bir derinlikten sonra ölü deniz özelliklerine bürünen Karadeniz'in, zaman içinde, Boğaz ve Marmara'yı da kendisine benzetmesi kaçınılmazdır. 

Öyle iddia edildiği gibi Karadeniz, Marmara ve Haliç tertemiz olmayacak, her üçündeki su içi yaşam bundan etkilenecek, kirlilik yüzünden daha şimdiden tehdit oluşturan oksijen tüketici zararlı canlılar bu suların egemen türleri olabilecektir. 

Acaba kaç kişi; Karadeniz, Marmara ve Ege denizleri arasında yükseklik farkı olduğunu bilir? Bunun neler getireceğini kaç kişi hesaplayabilir? Uğruna türküler ve marşlar yaptığımız "Tuna Irmağı"nın soylu Avrupalıların çok soylu dışkılarını Karadeniz'e ve oradan da tabii ki Marmara'ya taşıdığını, bu taşımanın hızlanacağını ve Marmara'nın süratle öleceğini kaç kişi düşünebilir?  

Marmara'nın dip kısmını kaplayacak çamur tabakalarına bağlı olarak, en hızlı etkilenenlerden bazıları; barınakları yok olan balık, denizatı, denizyıldızı, yengeç, karides, istakoz, tarak midyesi, istiridye, kara midye, kum midyesi ve benzeri kabuklular olacaktır. Marmaray projesinin verdiği zararlar ortada... Bunun bilinmesine rağmen, "Çılgın Proje illa sürdürülecektir!" demek için ya canlıların evi olan bu doğaya ya da bilemediğim bir nedenle Türkiye'me düşman olmak gerek. 

Hesaba katılması gereken unsurlardan ikisi de İstanbul'un oynak zeminli alüvyonlu bölgeleri ve çok sayıdaki yapay dolgu alanlarıdır. 

Hemen yanı başına açılan kanal nedeniyle Boğaz'daki su basıncı farklılaşacak, her iki yakada yer alan toprakların tutunma gücü değişecek, toprak kaymaları olabilecektir. Ancak binlerce, hatta milyonlarca yıllık süreç içinde kayadan toprağa dönüşen bu değerli hazine, suların itelemesiyle kaybolup gidecektir.

Bir de yapay ada lafı atıldı ortaya... Reklamı yapılan bu yeni adaysa İstanbul'un başına yeni dertler açacaktır. Bu dertlerin başında, o adanın ve o adanın karşısında kalan bölgelerin, hem yapısal hem de dibindeki fay hattı nedeniyle depreme direnç gösterememesi gelmektedir. O denli hafriyat toprağından yapılacak ada devasa bir şey olacaktır mutlaka... Ya da ada yerine birkaç ada yapılır, iş bitince hepsi özelleştirilir. Ondan sonra da volici ağamıza yeni voli fırsatları çıkmış olur. O ada ya da adalarda ikamet edecekler de deniz manzaralı bir mezar yerine kavuşur.

Sistemin uygulama kolaylığı için, İstanbul'un akarsu yollarının kullanılacak olması da ayrı bir dert. Tatlı su kaynakları tuza bulanacak, kentin içme suları düşüncesizce kirletilmiş olacak, ortada tatlı su deresi kalmayacağından "Projenin dokunacağı derelerin suyu içilecek hâle gelecek" iddiası da safsatadan öteye gitmeyecektir.

Açılacak kanal yüzünden yer altı sularının kaçacağını söylemek, müneccim olmayı gerektirmez. Kanalın uzak çevresinde, hatta, altının neredeyse tamamen sularla kaplı olduğu söylenen Trakya'da da büyük etkilenimler olacaktır. Longoz ormanlarının yok olma riski yabana atılmamalıdır. Yer altı sularının çekilmesi belli bir dönem sonunda toprakta çökmelere, belki de dev obrukların oluşumuna yol açacaktır. İnsanımız, çok kısa zaman önce, su kaybı nedeniyle Konya ovasında beliren obrukları çok çabuk unutmuş görünüyor. Bir düşünün lütfen: Üzerinde yürüdüğünüz yol ya da oturduğunuz ev, bir anda oluşan bir obrukla yok olup gidiyor. Kaçma şansınız bile yok! 

Kanal İstanbul, kentteki başıbozuk yapıların yıkılmasına yol açacakmış. Böylece İstanbul daha güzel olacakmış. Çocuk olsam inanırdım elbet! O başıbozuk yapıların yapımı şu anda bile sürmekte... Bir yandan da yenileri için ruhsatlar verilmekte...

Duyan da zayıf bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu, adamcağızların istedikleri uygulamaları yapamadıklarını, diğer partilerce engellendiklerini sanır. Lütfen dikkat! İktidar canı ne isterse yapıyor. Hiçbir engel tanımıyor. Yasaların reddettiği işlerde bile yılmıyor. Yeniden karar alıp, yoluna devam ediyor. Mahkemeye tekrar başvurulduğundaysa iş işten atı alan iktidar da Üsküdar'ı geçmiş oluyor. Tazminat verilmesi gerektiğinde devlet hazinesi amade. Bu nedenle "Kanal İstanbul olmazsa o binaları yıkamayız" sözleri, kötü bir şakadan başka bir şey olamaz.

Projenin ballandırıla ballandırıla anlatılan yararlarından biri de şuydu: 
"Gemiler Karadeniz'e girip çıkarken bu güzergâhı kullanacağından Boğaz trafiği rahatlayacak, kanal para üstüne para basacak..." 
Allahaşkına söyleyin. Siz gemi sahibi olsanız paralı yolu mu seçersiniz, parasızı mı?

İktidar cümle âlemi Recep Bey'in âşıklıları gibi kıt akıllı sanıyor. Gerçekten de öylesine kıt akıllıyız ki aynı kent içindeki evlerimize giderken bile köprü parası, otoyol parası veriyor  ve boyun bükmekten başka hiçbir eylem yapmadan buna katlanıyoruz. Bu hâl, iktidarın aklına yeni şeyler getirebilir. Yollarımız "Deli Dumrul" vergileriyle şenlenebilir.

Kesilecek ağaç ve bitkilerle, onlarda yaşayan canlı türlerine gelince; "Bre Gafiller! Siz çevrecinin daniskasından daha iyi düşünebilir misiniz. Yıkılın karşısından!"

Fark ettiniz mi bilmem, ilk yazımda söz ettiğim bazı konulara burada yer vermedim. Büyük göç alacak yeni İstanbul'dan, kanalın çevresinde süratle oluşacak yerleşim alanlarından, doğal ihtiyaçlar için yapılması şart olan kanalizasyon sistemlerinin nereye boşaltılacağından, ısınma sorunlarının motorlu araçlarla birlikte büyük bir hava kirliliği yaratacağından söz etmedim. Askerî konulara da tekrar girmedim. Sudaki kirliliğin zamanla Haliç'in o eski, ama çok ünlü kokusunu aratır olacağından da bahsetmedim. 

İşlikleri Haliç'e çevre semtlerde olan ya da o semtlerde oturanlar, lağım kokulu Haliç'i ve genizlerinden hiç gitmeyen o pis kokuyu çok iyi bilir. Daha yeni giderilebildiğini de... Kasımpaşalı uşağımız, bu ünlü parfümü özlemiş olacak ki, kokuyu tüm İstanbul'la Marmara'nın her yerine yaymayı planlıyor. 

Şahsen ben, bugüne dek dile getirilmemesine karşın, sinsi sinsi programlandığına inandığım bir başka olayın da açığa çıkmasını bekliyorum. 
"Sorumsuz sorumlulara" bu konuda bir sorum var:
- ABD'nin "Yapın!" talimatını verdiği kanallardan diğerini yani "Emriniz olur!" dediğiniz "Kanal Çanakkale" olayını ne zaman açıklayacaksınız? 

Cevabını özlemle beklediğim bir sorum daha var: 
- Bir insan ve grup, yaşadığı hatta yönettiği bir ülkeye bu denli düşman olabilir, onu yok etmeye çalışabilir mi? Düşmanlığınızın nedenini açıklasanız da bilsek! 

Özellikle bu son soruyu defalarca kendime sorup durdum. 
Cevaplayamadım!  

OLUMSUZ ve SİNSİ 
Anlattığım olumsuzluklar, "hemen, o an, anında, derhâl" görünmeyecek. Zamanla, birer birer, "yavaş yavaş, siga siga, piyano piyano, rahvan rahvan" ortaya çıkacaktır. Tıpkı, Çernobil'in oluşturduğu felaketler zinciri gibi... Olayın zararları "Hemen, o an, anında, derhâl" olamayacağı için de kendimi; "Bakın, karşı çıktılar, çıktılar da n'oldu? Bunlar iki koyunu güdemezler! Bunları İstanbul'un ortasında bırak, yollarını bulamazlar!" sözlerine şimdiden alıştırmam gerekecek. 

Buraya kadar "Çılgın Proje"yi eleştirdim. 
"İyi ama, yapılmak istenenlerin hiç mi yararı yok?" 
Yararını bulamadım ama yararlananlar var tabii...
Kanal İstanbul'un geçeceği yerlerdeki toprakları bir çırpıda satın alıp mülk edinen malum rantiyeciler; proje, plan, hafriyat ve inşaatı yapacak olan şunlar, bunlar, onlar ve bu proje illa uygulanacaktır diyenler.

Bir de... Evet, evet bir de... 
Trakya'nın altı; doğal kaynak ve yer altı suları, doğal gaz, petrol, kömür kaynıyor. 50'li ve 60'lı yıllarda bölgenin çeşitli yörelerinde Trakya'nın bu zenginlikler yüzünden batacağı kehanetini çok dinlemiştim. Bugün düşününce, batma hadisesi bile insana son derece mantıklı geliyor. Nasıl mı? Yer altındaki katı ve sıvı maddeleri "benden sonra tufan" zihniyetiyle boşaltırsan olacağı budur. Bölge tümüyle batmasa da oluşacak dev obruklar kehaneti doğrular. Aynen İç Anadolu gibi...

Neyse konumuz kehanetler değil, Trakya'nın yer altı zenginliklerine ne olacağı... 
O zenginlikler, milletin kesesinden alınıp hangi açgözlü densizin cebine akıtılacak? Var mı buna açıklıkla cevap verecek bir bakan, bir milletvekili ya da yönetici...  
Evet, bunları
  1. sınıftan başlatmak gerek

İşin en acıklı yanıysa sade ve sıradan bir vatandaş olan bendenizin yazdığı bu makale; bu konuda, şu ana dek, bu denli açıklıkla yazılmış tek yazıdır. 2011 yılında yazdığımsa insanlar bu projeye alkış tutarken yazılmış ilk itiraz yazısıdır. Boş itirazlar değil, düşünerek, oluşacak zararları düşünerek ortaya konmuş itirazlardır bunlar.

Bir iki cılız aykırı ses dışında hemen herkes bu saçma projeyi desteklemektedir. Dileğim; bu makale gibi yazıların artması, bilimcilerin korkularından arınarak ses çıkaracak cesarete kavuşması, “Sivil Toplum Kuruluşları”nın toplum için kurulduklarını hatırlaması, halkın gerçeklerle ilgilenmeye başlaması, sıradan bir vatandaş olan benim bile görebildiğim tehlikeleri A Kal Pe’li İstanbul Belediyesi’nin de görerek, bir kezcik olsun halk yararına adımlar atıp bu saçmalığa dur demesidir. Aksi hâlde bu projeyi isteyen ve alkışlayan herkesin, ilkokul birinci sınıftan başlatılarak yeniden eğitilmeleri, ses çıkaramayanlarınsa “Yurttaşlık Bilgisi” dersleri alması gerekecektir.

Peşkeşçiler, padişahçılar ses verin!
“Peşkeşçi başı padişah”la onun kanatları altında yal bekleyen yavrucuklar; boşuna seslendiğimi biliyorum ama yine de sizlerden cevap bekliyoruz.



Günay Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN