Hac Farz İbadet Olma Vasfını Kaybetmiştir [Ömer Sağlam]
Kâbe'nin, Hz. Adem döneminden beri var olduğunu söyleyenler varsa da Hz.
İbrahim döneminde inşa edildiği genel kabul görmüş bir görüştür. Hz. İbrahim'in
Sümerliler döneminde yaşadığı kabul edilirse, Hac ibadetinin en az 5.000 yıldır
bilindiği ve yerine getirildiği ortaya çıkmaktadır. Üstelik icra şekli 5.000
yıldır aşağı yukarı aynı kalmış bir ibadettir hac. Cahiliye dönemi Arapları
bile hemen hemen aynı şekilde yapıyorlardı bu ibadeti. Tek farkları, bu işi
daha çok müzik ve dans eşliğinde ve bir eğlence ortamında icra ediyor
olmalarıydı..
Hac İbadet Olmaktan
Çıkmış Adeta Kumara Dönüşmüştür!
Medyaya yansıyan haberlere göre; Türkiye'de Hac ibadetini yerine getirmek
için Diyanet'e başvuran ve sıraya giren kişi sayısı 2 milyon 100 bine ulaşmış. Arabistan,
binde bir hesabıyla Türkiye'den her sene ancak 80 bin hacı adayını kabul
ediyor. Bu hesaba göre, hiç yeni başvuru yapılmasa bile 2.1 milyon kişiyi ancak
26 yılda eritebilir Türkiye. Gelecek 26 yılda yapılacak yeni başvuruları ve
hacca gidemeden ölüp gidecekleri hesap edersek, meselenin büyüklüğü
kendiliğinden ortaya çıkar. Devlet ve ulema bu konuya el atmak zorundadır. Üstelik,
ilk başvuranlarla son başvuranların aynı torbadan kura çekmeleri de büyük
haksızlıktır. Esasen aynı zamanda bir ibadet olan haccın, böyle şansa ve talih
oyunu oynar gibi kuraya dönüşmesi ibadetin ruhuna da aykırıdır. Bir de hemen
her sene hacca gidenler var. 2.1 milyon kişi hac için sırada beklerken bazı
insanlar, nasıl oluyor da hemen her sene, her sene olmasa bile kısa aralıklarla
hacca gidiyor kardeşim?
Krizden Çıkış İçin 42
milyar Liralık Kaynak Hazır!
Hac için 2 milyon 100 bin kişinin sırada beklediğini yetkililer söylüyor. Diyanet'in
2018 yılı için belirlediği Hac ücretlerinin ortalama 20 bin TL. olduğunu kabul
edersek, 2.1 milyon hacı adayının ödemeye hazır olduğu toplam paranın 42 milyar
TL. olduğu ortaya çıkar. Asil Türk Milleti'nin samimi dindar hacı adaylarına
sesleniyorum; bu parayı hacı olacağım diyerek ABD'nin uşağı ve İsrail'in
müttefiki Suudilere aktaracağınıza, Türkiye Cumhuriyeti'nin hazinesine bağışlayın veya hacca gitmekten
vazgeçerek ödeyeceğiniz sabit hac ücretlerine ilave olarak Suudi Arabistan'da
yapacağınız sair harcamaların ülke içinde kalmasını sağlayın, vallahi ve
billahi hac sevabı kazanırsınız. Üstelik bu sayede 26 senede ancak kazanma
ihtimaliniz bulunan bir sevabı, bugünden kazanmış ve eğer bu sürede ölürseniz
sevaplarınızı arttırmış olarak ahret yurduna göçmüş olursunuz.
Ebu Bekir Hoca'nın
Fetvası ve Düşmanla Mücadele
Aynı zamanda eski bir Diyanet mensubu olan Yalova Üniversitesi İslami
İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Ebu Bekir Sifil twitter hesabından yapmış
olduğu açıklamada demiş ki: "Yaşadığımız, adı konulmuş bir istiklal
savaşıdır. Bu savaşta tarafsız kalmak, sessiz kalmak düşmanla iş biriliğidir.
Elinde dövizi, altını olanların bozdurup TL'ye çevirmesi Farz-ı aynıdır."
Biz hocanın "Farz-ı Aynıdır" şeklindeki ibaresini bir kelime
oyunu olarak değil, "Farz-ı
Ayn" olarak algılıyoruz. Esasen adı geçen, daha sonra yapmış olduğu
açıklamada, bunun farz olduğunu açık açık zikretmiş bulunmaktadır. Nedir Farz-ı
Ayn; mazereti bulunmayan ve şartlarını taşıyan kadın-erkek her Müslüman'ın
yerine getirmesi gereken emir ve uyması gereken yasaklardır.
Doların İtibarını
Düşürmek Allah'ın Kesin Emridir!
Kur'an'da "Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.
Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin
düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de ancak Allah’ın bildiği
diğer düşmanları korkutup yıldırasınız...”(Enfal, 8/60) denildiğine göre, artık bize söyleyecek söz kalmamıştır.
Ayette geçen at, bugün için tanktır, toptur, uçaktır, rokettir, füzedir,
nükleer silahtır ve bunların da ötesinde ticarettir ve paradır. ABD, ticari
ilişkileri ve parasını, Müslümanlara karşı bir silah olarak kullanıyorsa ki;
kullanıyor, Müslümanlar da o silahın itibarını düşürmek, yani ucuzlatmak için
ellerindeki bütün silahları, yani argümanları kullanmalıdırlar. Vacip midir,
farz mıdır bilmem; ancak bu Allah'ın Müslümanlara kesin emridir. Hükümetin bu
amaca yönelik olarak tedbirlere uymak vatandaşlar olarak bizlerin üzerine
farzdır. Eskiler buna, "ulul emre itaat farzdır" demişlerdir.
Hac Farz İbadet Olma
Vasfını Yetirmiştir!
Kim ne derse desin; bugün dünyanın iki haydut devleti İsrail ve ABD'dir ve
bu iki devlet İslam dünyasının en büyük iki düşmanıdır. Bu iki devlet
istedikleri zaman istedikleri ülkeye askeri harekât yapabiliyorlar. Kural mural
hak getire!
Bu iki haydut devletin orta doğudaki en büyük partnerleri ise Suudi
Arabistan'dır. Arabistan'da çok sayıda ABD üssü ve askeri bulunmaktadır. Suudi
Arabistan ABD'den en çok silah alan ülkedir ve sadece geçtiğimiz yıl 110 milyar
dolarlık silah anlaşması yapmıştır ABD ile. Yapılan anlaşmanın konusu ise 380
milyar dolara kadar çıkacakmış. Net rakam belirtilmemekle
birlikte, gayri resmi kaynaklara göre Suudilerin Amerika’daki varlıklarının 750
milyar dolar ile 2 trilyon dolar arasında değiştiği söyleniyor.
Bu bilgiler eğer doğruysa ve Türkiye'nin ekonomik gücünün 800
milyar dolar civarında, ABD'nin ekonomik gücünün ise 19 trilyon dolar civarında
olduğunu düşünürsek, Suudi Arabistan'ın ABD'deki varlıklarının önemi
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Yani Müslüman Suudi Arabistan, ABD'nin
en önemli finans kaynağı ülke pozisyonundadır şu anda.
Yani adeta bir savaş makinesi olan ABD'yi ayakta tutanlardan birisi de
Müslüman Suudi Arabistan'dır. Arabistan ABD'den satın almış olduğu silahları
bugün Müslüman Yemen halkına karşı kullanan bir ülkedir. Yarın öbürgün belki de
Müslüman İran'a veya başka bir komşu İslam ülkesine karşı kullanacaktır. Arabistan'da
tam anlamıyla ABD'ye teslim olmuş bir yönetim vardır bugün.
Öte yandan Suudi Arabistan, 70 yıldır İsrail uçaklarına kapalı bulunan hava
sahasını bu yıl içinde açmış bulunmaktadır. Bu uygulama savaş uçaklarını da
kapsıyor mu emin değiliz. Ancak bunun olmaması için hiçbir sebep yok. Çünkü
İran, Arabistan ve İsrail için ortak düşman durumunda ve Suudi Arabistan bugün
Yemen'de İran ile savaş halindedir. Eğer böyle bir şey varsa veya olacaksa; Filistin'i
ve Gazze'yi bombalayan İsrail savaş uçakları, Mekke ve Medine semalarında
eğitim uçuşları yapıyor ya da yapacak demektir. Özetle; bugün İslam'ın iki
kutsal şehri olan Mekke ve Medine, ABD ve onun akıl hocası İsrail'in fiili işgali altındadır.
Öte yandan hac, aynı zamanda turizm ve ticareti konu alan ekonomi olayıdır
ve fiilen işgal altındaki Mekke ve Medine'de icra edilen hac ibadeti için
Arabistan'a gelen yabancı insanlar bu ülkeye önemli miktarda döviz bırakmaktadırlar.
Mesela her sene hac ibadeti için ülkemizden giden ortalama 80 bin insanın, bu
ülkeye aktarmış oldukları kaynak miktarı sanırım 2.5 milyar TL'den aşağı
değildir. Yıl boyunca devam eden umre turlarını da hesaba katarsak, her sene
Türkiye'den Arabistan'a aktarılan ekonomik zenginliğin 5 milyar TL. dolayında
olduğunu rahatlıkla kabul edebiliriz. Peki Arabistan, hac ibadeti adı altında
ülkeye gelen Müslümanlardan tahsil etmiş olduğu paralarla ABD'den silah satın
alıyor ve bu silahları Müslüman Yemen'de kullanıyor olabilir mi? Neden olmasın?
Ayrıca, madem Kur'an "Müminler ancak birbirlerinin kardeşidir..."
diyor, şu halde Arabistan'daki enerji kaynaklarında diğer Müslümanların da
hakları var demektir. Çünkü biz, bahse konu Kur'an ayetini böyle yorumluyoruz. Peki
Arabistan bu kaynaklardan, diğer ülkelerdeki Müslüman kardeşlerine pay
aktarıyor mu? Ne gezer? Aktardığı küçük kaynakları da muhtemelen kendi sapık
mezhebi olan Vahhabiliği yaymak için kullanıyordur. Ekonomik güç olarak
Arabistan'ın altında olan Türkiye ve Ürdün, milyonlarca Suriyeli Müslüman'a
kucak açmışken ve ekmeklerini onlarla bölüşüyorken, Suudi Arabistan'ın
neredeyse kılı bile kıpırdamıyor!
Gözlerini para hırsı bürümüş Suud yönetiminin, uyguladıkları yanlış
şehirleşme ve yapılaşma politikaları ile Mekke ve Medine'deki kutsal mekânları,
adeta boğdukları ve nefes alamaz hale getirdikleri de bir vakıadır. Kutsal
mekanların burnunun dibine yapılan devası oteller, bu mekanların ruhaniyetini
ve mistik havasını bütünüyle yok etmiş bulunmaktadır. Hacca giden bir Müslüman,
söz konusu lüks otelleri, AVM'leri ve hatta kutsal mekanların tamirinde veya
eklentilerinde kullanılan teknolojinin en son üretimi olan ve elbette hemen
tamamı gayrimüslim ülkelerden ithal edilen inşaat malzemelerini incelemekten
fırsat bulup da ibadetini huşu içinde
yapamamakta ve haccın mistik heyecanını hissedememektedir.
Böyle bir durumda, Suudi Arabistan'ın tek taraflı yönetimindeki kutsal
topraklarda icra edilen hac ibadetinin caiz olup olmadığını tartışmaya açmak
gerekmez mi? Ancak bunun için öncelikle, belindeki Karadağ tabancasını
gerektiğinde düşmana doğrultabilen Sütçü İmam ve "Maraş Fransız işgalinde
iken ve kalede Fransız bayrağı dalgalanırken Cuma namazı caiz değildir"
diyen Rıdvan Hoca gibi din adamlarına ihtiyaç vardır. İzmir'in işgali üzerine
Denizli'de kıyam hareketini başlatan Ahmet Hulusi Efendi gibi Müftülere ihtiyaç
vardır. Atatürk'ün Amasya'ya gelişinde kendisiyle yapmış olduğu görüşme sırasında "Benim şu ihtiyar
başım, vatan ve istiklal yolunda feda olsun" diyerek görev yaptığı
camideki konuşmalarında halkı Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa etrafında
kenetlenmeye davet eden Amasya Vaizi Abdurrahman Kâmil Efendi gibi din
adamlarına ihtiyacımız vardır bizim..
Mekke ve Medine
Toprakları Özgür müdür?
Hac ibadetinin farz olması açısından "hür"
olmak büyük önem taşır. Hürriyet, haccın
farziyyetinin olmazsa olmaz şartlarındandır. Yani bir insana hacın farz
olabilmesi için hürriyet şarttır. Bize göre bu hürriyet, hem hac yapacak
kişiyi, hem de hac yapılacak mekânları kapsamaktadır. Öyle ya, hac mekanları
hür değilse, hacı adayı hür olsa kaç yazar?
Peki bugün Müslümanların hac yaptıkları Mekke ve Medine hür topraklar
mıdır? Tartışmaya açık bir konudur bu. Zira hem Arabistan'ın adeta ABD'nin
esareti altında bulunduğunu, hem de Suud hükümetinin hac ve umre için ülkeye
gelen insanların pasaportlarına ülkeye girişte el koyup, ülkeden çıkana kadar
iade etmediğini, hacı adaylarının orada bulundukları sürede Mekke-Medine-Cidde
üçgeni dışına çıkamadıklarını düşünürsek, Mekke ve Medine'nin üzerinde kurulu
bulunduğu kutsal toprakların hür olduğunu tereddütsüz kabul edemeyiz.
Biz bu konudaki görüşlerimizi "ÇÖLDEKİ OSMANLI" isimli
kitabımızda kısaca şöyle dile getirmiştik vaktiyle:
"Mekke ve Medine’nin de içinde bulunduğu ve Haremeyn diye
isimlendirilen kutsal bölgenin idaresinin, Suudilerin elinden alınarak İslâm
ülkelerinden oluşacak uluslararası bir gücün, örneğin İslam Konferansı
Örgütü’nün eline verilmesi için gerekli girişimlerde bulunulmalıdır. Mekke ve Medine ile civarındaki mukaddes
yerler, aslında sadece Suudi Arabistan’ın değil, bütün dünya Müslümanlarının
ortak dini mirasları hüviyetindedirler. Bu sebeple bu konu, dünya Müslümanları
için, Suudilerin keyfi idaresine bırakılamayacak kadar stratejik bir konudur.
Çünkü şu anda Müslümanlar, hem dinlerinin gereği olan bir farzı yerine
getirerek vicdanlarını rahatlatıp ruhlarını teskin etmek zorundadırlar, hem de
Suudilerin keyfi uygulamalarına katlanmak durumundadırlar. Bu durum, aslında
Müslümanlar için kabul edilebilir bir durum değildir. Zira Müslümanlar, bir
yandan Allah’ın emrine uyup her türlü meşakkati göze alarak Kâbe’ye koşuyorlar,
bir yandan da olmadık hakaretlere ve manevi işkencelere tâbi tutuluyorlar.
Tabiri caizse Müslümanlar, kendi paralarıyla rezil oluyorlar.
İşte bu sebepledir ki; Mukaddes yerlerin idaresi ve hac hizmetlerinin
düzenlenmesi Kraliyet ailesinin keyfine bırakılmamalıdır. Mesela bu konuda
İslâm Konferansı Örgütü devreye sokularak bütün İslâm Ülkelerinden
temsilcilerin bulunabileceği bir kurul Haremeyn’in yönetimini
üstlenebilmelidir. Tıpkı 11.02.1929 tarihinde imzalanan Laterano anlaşması ile
Vatikan’da oluşturulan yönetim şekline benzer bir yönetim şeklinin, yani
bağımsız “Haremeyn Cumhuriyeti”nin kurulması bugünkü konjonktürde belki mümkün
olmayabilir. Ancak yapılacak uluslar arası bir anlaşma ile en azından hac
mevsimlerinde bu bölgenin yönetimi geçici olarak Suudluların elinden alınarak
İslâm ülkelerinden oluşacak bir ortak yönetime devredilmeli, yönetim masrafları
da yine hac gelirlerinden karşılanmalıdır. Böyle bir çalışmaya vakit
geçirilmeden başlanmalıdır..."(*)
(*) Ömer Sağlam,
Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necib, Ankara, 2003, s, 336-337.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.