Okuyunca hak vereceksiniz.
Okuyunca buna da hak vereceksiniz.
Yazımı az önce yani 6 Eylül günü saat 11.00 itibariyle yazıp hazırladım ama herkesin kendi kafasındaki "6-7 Eylül" hadisesini anlatmasını bekleyip öyle yayınlayacağım. Çünkü son söz daima gerçek tarihe bırakılmalı...
1950'li yılların ilk yarısı yaşanmaktadır. Dünya iki kutupludur. Bunlardan biri, Amerika ve onun içindeki şeytanı göremeyen "Hür Dünya" adlı Amerikan uydusu ülkelerdir. Diğeriyse "Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği" adıyla anılan Ruslar ve demir yumrukla egemenlikleri altına aldıkları ülkeler, yani "Demir Perde"!
İkisi dışında kalanlarsa genelde bu ülkelerin sömürdüğü gariban diyarlardır.
Türkiye'deyse Amerikalılardan daha Amerikancı bir iktidar iş başındadır, Demokrat Parti! Onların ne olduğunu yaşayıp gören bilir. Görüp bilmeden, sırf bozgunculuk için onları arslan, kaplan, demokrat, insan haklarına saygılı, yiğit ilan edenlere itibar etmeyin. Tarihin önünde komik duruma düşersiniz.
KİM NEDİR
O günlerde, bize ebediyen düşmanlık etmeye and içmiş ezeli belalımız Yunanistan'la Kıbrıs konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Ne zaman yaşanmadı ki dedikten sonra Kıbrıs sorunun nedenini de açıklamam gerek. Yunan tarafı, Kıbrıs'ın kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Niyetleri Türkleri adadan atarak tüm adayı gasp etmektir. Tarihe "Enosis" olarak geçen bu gasp çabaları nedeniyle iki ülkenin arası daha da açılmıştır.
Tabii ki etkin insan sayısı bu kadarla sınırlı değildi. Yalnız, bugün geriye dönüp baktığımızda bunların daha fazla öne çıktıklarını görmekteyiz. Birleşmiş Milletleri'yse hiç sormayın. Aynen bugünkü gibi "Birleşmiş Aymazlar"dılar.
Günümüzde Demokrat Parti hakkında söylenen övgü dolu sözler sizleri hiç etkilemesin. Bizler o günleri bire bir yaşadık. Demokrat Parti Hükûmeti daha iktidara yeni geldiği günlerde bile “Kıbrıs meselesi diye şimdilik bir mesele bizim bilgimizde değildir. Çünkü Yunan Hükûmeti de resmen Kıbrıs meselesiyle meşgul olmamaktadır. Binaenaleyh Hariciyemiz de böyle bir hadisenin mevcudiyetinden resmen haberdar değildir.” saçmalığıyla Kıbrıs'ı Yunan'a bağışlayan bir tutum sergilemişti. Kıbrıs meselesini dile getiren Hürriyet gazetesi sahibi Sedat Simavi'ye köpürüp duruyorlardı. Onların bu aymazlığı 1974 yılında bir savaşa neden olacak, Yunanistan'la Türkiye'yi karşı karşıya getirecekti. Aynen bugünkü AKalPe iktidarının Yunan'a nedeni anlaşılamayan bir şekilde armağan ettiği vatan toprağı adalarımızın bir gün savaş nedeni olacağı gibi... Hem de hükûmet, bürokrat, akademisyen ve asker kanadından hiçbir itiraz sesinin yükselmemesi nedeniyle haksız sayılacağımız bir savaş!
KİM NE DEĞİLDİR
1951 yılının 16 Şubat Cuma günü...
Tam burada Menderes'in ağzıyla "Abdülhamidçileri, padişahçıları, Osmanlıcıları, Yeni Osmanlıcıları, Cumhuriyet Düşmanlarını, Mustafa Armağan ve benzeri tarih uyduran tarihçi mukallitlerini çıldırtacak bir itiraf"ı okudunuz. Menderes diyor ki, adayı geri verin. Demek ki ortada bir "verme olayı" var. Peki ama yalanlarla iftiralarla üstü örtülmeye çalışılan Kıbrıs'ı İngiltere'ye verme işini kim yaptı? Fethedildiği dönemde elli binin üzerinde insanımızın şehit olduğu Kıbrıs'ı İngiltere'ye veren kim? Bu olayı, tarihi çarpıtarak yalanlayan ve vereni çılgınca koruyan sahtekârlara aldırmadan açıkça yazıyorum:
Kim olacak, "Ulular Ulusu (!) Sultan Abdülhamid Han!"...
Verdi mi?
Verdi!
Bahaneler üretseniz de adam tarihin önünde birçok vatan toprağını verdiği gibi Kıbrıs'ımızı da verdi. Hem bahane üretmek sizlere mi kaldı?
Verir tabii, ne de olsa babasının çiftliği (!).
Onun peşkeş çektiği Kıbrıs'ı ve Kıbrıs Türk'ünü soykırımdan kurtarmak "Cumhuriyet Halk Partisi"ne düşer. ABD'nin sırf 3.000.000 Yunan kökenli ABD vatandaşının oyu için tüm alçakça tavrı almasına ve birkaç kez engellenmesine rağmen Türkiye, 1964 Ağustos ayında önce 4, sonra da 2 gün üst üste 64'er uçakla Kıbrıs'ı vurur. Bu arada Cengiz Topel'in uçağı düşer. Yaralı olarak kurtulur ama götürüldüğü hastanede zalimce şehit edilir. ABD Türkiye'ye karşı ambargo dâhil her türlü kalleşçe tutumu uygular. Ada'nın bir kısmının kurtarılması ise Ecevit dönemine nasip olur. Ecevit'in çok başarılı siyasetiyle ABD, İngiltere hatta Yunanistan saf dışı bırakılarak Kıbrıs'a çıkılır ve iki ayrı harekâtla bugünkü sınırlara ulaşılır.
Görüyorsunuz değil mi?
Uluslararası oyunlar bağırıp çağırmak, hamaset edebiyatı yapmak, yalan ve iftiralar savurmakla çözülmüyor. Bu tür saçmalıklar, hem bunu yapanı hem de onun temsil ettiği devleti alay konusu olmaktan öte götürmüyor. Zekâ ise hem sonuca hem de saygınlığa götürür. Kıbrıs meselesini asıl başlatanın kim, Kıbrıs'ı kurtarmaya çalışanınsa kimler olduğunu hatırlattıktan sonra dönelim daha yakın zamanlara...
KIBRIS KONFERANSI
Grivas'ın reisi olduğu cinayet örgütü EOKA, Kıbrıs'ı Yunanistan'a katmak için; Türklere karşı soykırım, İngilizlere karşıysa terör hareketlerini artırınca Kıbrıs konusunda taraf olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere; İngiltere başbakanının teklifi üzerine 29 Ağustos 1955 günü Londra'da toplandılar. Masada, Türkiye'yi temsilen Dışişleri Bakanı Rahmetli Fatin Rüştü Zorlu vardı.
Konferans sırasında Yunanlıların her zaman yaptıkları gibi şımarık çocuğu oynayıp her şeye itiraz etmeleri ve Türkiye'de doğan büyük tepki üzerine Zorlu, Türkiye'ye gönderdiği kripto mesajıyla durumu lehimize çevirecek bir hareket yapılmasını önerdi. Aslında kriptoya bile gerek yoktu. Her şey alenen yapılmaktaydı. Yapılmaktaydı ama tarih boyu kazandıklarını barış masalarında kaybetmeye alışmış bir ülkenin çocuklarından farklı şeyler beklemek zordur. Hele de ABD'ye böylesine hayran, yabancılara yaranmayı şiar edinmiş uşak ruhlardan.
"Durumu lehimize çevirecek bir hareket" düşüncesinin ardında ABD ve İngiliz hariciyeleriyle yine onların gizli servislerinin olduğunu çoğu insan bilmez. Bilenlerse komplo teorisi diye işi karıştırmaya çalışırlar. Bu örgütler, Türkiye'yi ustalıkla yönlendirmişler ve bu yönlendirmede, o günkü adı "Millî Emniyet Hizmetleri" olan istihbarat teşkilatımızı kullanmışlardır.
Çok kişinin bilmediklerinden biri de şu:
Türkiye'de yaşayan Yunanistan tebalı halkın elit kesimi, daha 3 Eylül Cumartesi günü birtakım olayların çıkabileceği yolunda Yunan istihbaratından bilgi almış, tedbirler kararlaştırılmış, olayın hemen ardından Yunanistan'a göç etmeleri planlanmış, böylece dünya çapında sansasyon yaratılması amaçlanmıştır. Yanlarına yalnızca çok değer verdikleri eşyalarını almaları önerilmiş, tüm zararlarının devletçe karşılanacağı bildirilmiştir. Yunan tarafı, bu zararların Alman asıllı ABD Başkanı Dwight David Eisonhower'in onayıyla karşılanacağına emindir. Verdikleri garanti de bu nedenledir. Olay çıkacağı bilgilerini Yunan istihbaratına verenlerse "Türkiye'ye bir halk tepkisi organize etmesini salık veren" İngiliz ve ABD istihbaratıdır.
Gördünüz değil mi? Uluslararası oyunlar bağırıp çağırmak, hamaset edebiyatı yapmak, yalan ve iftiralar savurmak, gücü olmayan horozlar gibi ötmekle çözülmüyormuş. Zekâ istermiş zekâ...
İşin doğrusu şu:
Her hamlenin ilerisini görüp ona göre hamle yapmak, her hamlenin de bir "B" ve "C" hatta "D" planını hazırlamak gerek. Kendimi bildim bileli öğrendiğime gelince... Ülkelerin dostu değil, çıkarları vardır ve dünya düzenine uygun olarak uluslararası siyaset, ülkelerin çıkarları doğrultusunda "fırdöndü" metoduyla yapılır.
Bizim yöneticilerse o metodu öz halkına karşı sürdürür.
OLAYLAR BAŞLIYOR
O gün, hazırda bekletilen çapulcu alayları, kamyonlarla önceden belirlenmiş semtlere taşınarak yine önceden belirlenmiş yerlere, özellikle de iyi fotoğraf vereceği için vitrinlere saldırır, kırıp döktüklerini de caddelere yığarlar.
İnternette bile yalan yanlış da olsa sonunda bir kanaat oluşturabileceğiniz bilgiler bulabilirsiniz. O nedenle işin perde önünü ilgilenenlere bırakıyorum. Birkaç küçük notum kaldı. Onlar da aşağıda...
Yıl 1956, ayını hatırlamıyorum ama sonbaharda bir gün. Arkadaşım "..."la birlikte Ayios Panteleimon Kilisesi'nin önünden geçiyorduk. İçeriden kara kuru denecek kadar zayıf, uzunca boylu biri çıktı ve ona ismen seslendi. Durduk bekledik. Doğu'da da bulunduğumuz için aşina olduğum Güneydoğu şivesiyle "Tamam mı?" dedi. Bizim ki de "Tamam abi!" gibilerinden bir şey söyleyip yanına gitti. Dinlemek aklıma gelmediği için neler konuştuklarını duymadım. Adam sonra kiliseye gidip tekrar geri döndü. Elindeki yağlı kasap kâğıdına sarılı bir şeyi "..."a verip kilisenin bahçesine döndü.