Camide Aşk Başkadır [Ömer Sağlam]
Diğer İslam ülkelerini bilmem, ancak ülkemizdeki
camilerde genelde "Dünya kelamı etmeyiniz" şeklinde uyarılar vardır.
Bu uyarılar genelde cami girişlerinde, bazen de içerideki kolon ve sütunlarda
yerlerini alır. Bizim mahallenin imamı, bu konuyu biraz daha abartarak şiirsel
hale getirmiş ve caminin girişine "Hak ile birlikte iken halk ile ilişkini
kes" şeklinde bir yazı asmış. Yazı matbu olarak, yani renkli afiş şeklinde
olduğuna göre; bu afiş bir merkezden, DİB veya en azından müftülük tarafından
topluca bastırılarak camilere dağıtılmış olmalıdır.
Bizim din adamları, camilerde cemaati susturup, tam
anlamıyla zapturapt altına almışlardır. Hiçbir itiraza mahal vermeden özgürce
konuşmaktadırlar ki; bunun içine bazı siyasi partiler lehine kamuoyu oluşturmak
da dahildir. Din adamlarımız, dinin sorgulanamaz dayatmacı naslarını, yani
dogmalarını, adeta kendi şahıslarına tahvil etmişler, böylece kendilerini
sorgulanamaz, dokunulamaz kılmışlardır. Bu ülkede, din adamlarının ağızlarından
çıkan her şeyin doğru olduğu gibi peşin bir kabul vardır. Başta FETÖ olmak
üzere; ülkemizdeki belli başlı cemaatlerin, tarikatların, vakıfların ve cami
derneklerinin liderlerinin ya da yöneticilerin, din adamı olmaları da, din
adamlarının, dinin sorgulanamaz naslarını kendi şahıslarına indirgediklerinin
en büyük delilidir aslında. Yani bu adamlar, maksatlarına ulaşmak için dinin
sorgulanamaz naslarını araç olarak kullanmaktadırlar. En azından halktan bağış
ve yardım toplamak için dini argümanları kullanmaktadırlar.
Oysa Hz. Muhammed, mescidini sadece ibadethane olarak
değil, toplumun her türlü sorununun görüşülerek karara bağlandığı mekan olarak
kullanmıştır. Hatta, O'nun zamanında mescid, bazı ağırbaşlı eğlence
toplantılarına da ev sahipliği yapmıştır. Özetle; Hz. Peygamber'in bize
bıraktığı cami kurumu, susma yeri değil, aslında Müslümanların ortak
sorunlarının görüşülüp tartışıldığı konuşma yeridir biz Müslümanlar için. Gelin
görün ki; bu gün camilerde sadece vaiz ve imam efendiler konuşurlar.
Mesela gerek Hz. Peygamber döneminde, gerekse ilk 4
halife zamanında minberde irat edilen hutbeler, cemaatle minberdeki hatip
arasında karşılıklı konuşma halinde geçerken ve cemaat minberdeki hatibe (yani
Peygambere veya halifelere) rahatça soru sorabilirken, Emevilerden başlayarak,
kürsü ve minberler tamamıyla hükümetin elemanı olan hatiplere tahsis edilmiş,
cemaat ise susturulmuştur!
Hz. Peygamber ve ilk dört halife, ancak cemaat
seviyesindeki bir hurma kütüğüne dayanarak veya en fazla bu kütüğün üstüne
çıkarak, günlük kıyafetleri içinde hutbelerini okurken, sonraki zamanlarda
hatiplerin hutbe okurken durdukları nokta gittikçe yükselmiş ve bugün neredeyse
hutbe okudukları cemaate uzaydan bakar hale gelmişlerdir. Hutbeler artık en az
7 basamaklı minberlerde ve belki de birçok sultan ve hükümdarda bile bulunmayan
sırmalı kaftanlarla (rengarenk sırmalarla süslü cübbeler giyilerek) okunur hale
gelmiş bulunmaktadır. Gelin görün ki; hutbelerin etkinlikleri, hatiplerin
cübbelerindeki sırmaların artışına bağlı olarak azalmış ve bugün neredeyse
cemaat üzerinde "bir an önce bitse de gitsek" etkisi yaratmaya
başlamıştır.
Meşhur rivayete
göre; Hz. Ömer, minberde hutbe okurken cemaate dönüp sorar; "Ey Müslümanlar, halifeniz olarak işlemlerde bir hata yapar, doğru
yoldan saparsam bana nasıl muamele edersiniz?" Aşağıda oturmakta olan
cemaat hep birden kılıçlarını havaya kaldırarak cevap verirler; "Seni bunlarla doğru yolma sokarız ya
Ömer!"
Dememiz o ki;
vaktiyle Müslümanlar, Hz. Ömer gibi bir hatibe bile kılıç gösterme cesareti
gösterebiliyorken, bugün minberde hutbe okuyan bıyığı terlememiş bir İmam-Hatip
Lisesi öğrencisine bile itiraz edemiyorlar. İşte İslam'ın geldiği/getirildiği
nokta! Ya da daha doğrusu "Baronluk
müessesesi yoktur" denilen İslam'ın büsbütün baronlaştığının resmi!
Toplumda, din
adamlarına atfedilen bu değer ve onlara verilen bu toplumsal itibar, zaman
zaman onların tebliğ ettikleri dinin hükümlerine aykırı ve ahlaki değerlerimize
mugayir işler yapmalarına da sebep olmaktadır. Gün geçmiyor ki; yazılı ve görsel medyada; "camide imamla seviştim"(1), "...bir camide fuhuş skandalı müezzin
uzaklaştırıldı"(2), "İmam
camide Suriyeli kadınla basıldı"(3) şeklinde manşet atılan haberler
çıkmasın.
Sadece imamların
uçkur düşkünlüklerine ilişkin iddialar değil, bazen de onlar hakkında "Acaba imamlar uyuşturucu ticaretine yardımcı
mı oluyorlar?" şeklinde sorular sorduracak haberler çıkıyor medyada.
Bu haberlerden bazılarının başlıkları şöyle atıldı medyada: "PKK cami minaresini uyuşturucu zulası
yapmış"(4), "Camileri ahır
yaptılar diyenler buna ne diyecek"(5), "Camide uyuşturucu madde kullanılıyor"(6), "İstanbul'un göbeğinde camide
uyuşturucu kullanıyorlar"(7).
Kamuoyunda
"Dinci" ya da "İslamcı" olarak nitelendirilen medya
organlarının, din adamlarının özellikle camilerde sebep oldukları iddia edilen
olaylara kayıtsız kalması ise ayrı bir konu. Bu tür basın-yayın organları,
imamların camilerde kadınlarla basılmasına ve camilerde uyuşturucu
pazarlanmasına, Konya'da sabah namazı için 40 kere camiye gelen çocuklara
bisiklet verme kampanyasına verdikleri önem kadar bile önem vermiyorlar
nedense. Oysa bu medya mensupları, Gezi Eylemleri sırasında polisten kaçarak
Dolmabahçe Camii'ne sığınanlarla ilgili haberleri nasıl da köpürterek ve
saptırarak vermişlerdi ki; onların bu yanlı haberleri, Beyoğlu Müftüsü'nün ve
adı geçen cami görevlilerinin başka yerlere tayin edilmelerine bile sebep
olmuştu. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı'nın, konuya ilişkin açıklamalarının da
bu tür yayınlara çanak tuttuğunu hatırlıyorum ben.
Bilmeyenler için
söyleyelim; Osmanlı'da din adamları sınıfına ve medreseye bazı ayrıcalıklar
tanınmıştı. En başta bu adamlar zorunlu askerlik hizmetinden muaftılar. Prof.
Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin aktardığına göre; "(Osmanlı'da)Herkesi askere almıyorlar.
Mesela ilim talebelerini, müderrisleri, hocaları, din adamlarını askere
almıyorlar. Çünkü onlar ilimle meşguldürler, Kur'an-ı Kerim, meşgul olanları
cihada katılmaktan muaf tutuyor. Çünkü onlar ölürlerse ilim yok olur...Kadılar,
müderrisler, imamlar, müezzinler, tekke şeyhleri, muayyen derslerini vermek
şartıyla medrese talebesi, Kabe-i Muazzama, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa
hademesi, Peygamber kabirlerinin türbedarları..."(8) gibi gerek direk olarak din hizmeti verenler, gerekse
din hizmetleri ile bağlantılı hizmetlerde çalışan bazı görevliler askerlikten
muaftılar.
Diğer bütün
gençler silah altına alınıp o cepheden bu cepheye kelle koltukta koşup
dururken, şehit ve gazi olurken, şehitliğin ve gaziliğin önemi üzerine va'z'u
nasihatte bulanan din adamları ve mollalar, cephe gerisinde ölüm korkusu
olmadan emniyet içinde yaşıyorlardı. Osmanlı'da
din adamlarına verilen rol ve statüden(9) istifade ederek etrafına zarar veren
ve milletin malına, ırzına ve namusuna tasallut eden din görevlileri de
çıkabilmiştir zaman zaman. Esasen Türk roman, hikaye ve sinema sanatında din
adamlarının ve şeyhlerin genelde kötü adam karakterinde olmalarının bir sebebi
de işte bu kanı ve sütü bozuk din adamlarıdır.
Din adamları
sınıfının, Atatürk'e düşman olmalarının bir sebebi de işte bu noktadır. Yani
Mustafa Kemal Paşa'nın hemen Milli Mücadele'nin ilk yıllarından başlayarak
softa takımına karşı takındığı doğru ve isabetli tavır, sonrasında ise Tekke,
Zaviye ve Medreseleri kapatarak buralarda yuvalanan menfaat çevrelerini
dağıtması ve medrese mollalarını silah altına alarak onların canına od tıkaması
demek istiyoruz. Bu konudaki en ilginç bilgilerden birisini Milli Mücadele
yıllarında Bolşevik Rusya'nın Ankara temsilciliğini yapan Aralov vermektedir.
Büyük
Taarruz'dan önce olmak üzere; 27 Mart-4 Nisan
1922 tarihlerini kapsayan günlerde Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi’ni teftiş
etmek üzere Sovyetlerin Ankara Temsilcisi S.İvanoviç Aralov'u ve
Azerbaycan'ın Ankara temsilcisi İbrahim Abilov'u da yanına alarak Konya'ya
gider. Aralov, Konya'ya yaşananları şöyle anlatır anılarında:
"O gece iki medreseyi ziyaret ettik.
Sağlıklı, güçlü, gencecik öğrenciler, geleceğin mollaları medresenin avlusunda
dizilmişlerdi. Bunların yanında geniş cübbeli, beyaz ve yeşil sarıklı mollalar
ve hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek, Mustafa Kemal
Paşa'yı selamlıyorlardı. Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu,
Mustafa Kemal Paşa'dan, medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat
ayrıca, medrese öğrencilerinin askere
alınmamalarını da rica etti. Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendisini (zor) tuttuğu
belli oluyordu. Ama medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu
olunca artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe 'Ne o,' dedi, 'yoksa
sizin için medrese, Yunanlıları yenmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı
değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde
dövüşür, yurt için canlarını feda ederken siz burada genç, sapasağlam
delikanlıları besiye çekmişsiniz!'
Mustafa Kemal konuştukça gözleri daha
korkunç bir hal alıyordu: 'Bu besili delikanlılarınızın askere alınmaları için
hemen yarın emir vereceğim!'
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden
kıpkırmızı kesildi, yabancıların, Rusların yanında hükümet başkanı onları
paylamıştı. Mustafa Kemal Paşa bize dönerek, 'Haydi gidelim' dedi, 'artık
burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.' Ve şöyle bir selam vererek oradan
ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre
yatışmadı: 'Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağız! Her şeyden önce
onları mali dayanaklarından, vakıflardan yoksun etmek lazım. Yurt topraklarının
büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu
topraklar mollaların varlık kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden
alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım
istiyorlar.'
Mustafa Kemal Anadolu topraklarında şimdi
gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17.000 medrese
bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye
kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların
askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu devrimci
adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en
çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti..."(10)
...
1-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/camide-imamla-sevistim-iddiasi-3590628 &
2-https://www.birgun.net/haber-detay/konya-da-bir-camide-fuhus-skandali-muezzin-uzaklastirildi-159472.html
3-https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/imam-camide-suriyeli-kadinla-basildi-2638469/
&
http://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/manisa/salihli/aciga-alinan-imam-hakkinda-sorusturma-baslatild-40963562,
4-http://bedirhaber.com/haber/pkk-cami-minaresini-uyusturucu-zulasi-yapmis-55754.html&https://www.haber3.com/guncel/3-sayfa/pkk-cami-minaresini-uyusturucu-zulasi-yapmis-haberi-4954812
5-https://odatv.com/camileri-agir-yaptilar-diyenler-buna-ne-diyecek-0710171200.html
6-https://dogruhaber.com.tr/haber/145003-camide-uyusturucu-madde-kullaniliyor/
7-https://www.mynet.com/istanbulun-gobeginde-camide-uyusturucu-kullaniyorlar-110102623333,
8-https://www.timeturk.com/tr/2015/02/03/osmanli-da-bedelli-askerlik-ve-muafiyetler.html
9-Osmanlı'da
din adamlarına verilen rol ve statü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Doç. Dr.
Fikret Karaman "Osmanlı Devrinde İmam-Hatiplik
Görevi, Rolü ve Statüsü" başlıklı makalesi, https://www.mumsema.org/imamlar/89951-osmanli-devrinde-imam-hatiplik-gorevi-rolu-ve-statusu.html,
10-Semyon İvanoviç Aralov, Bir Sovyet Diplomatının
Türkiye Anıları 1922-1923, Çev. Hasan Âli Ediz, 3. Basım, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s.98-99.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.