Edirne'nin Bayramı [Mete Esin]

Her 25 Kasım'da tekrarlandığı üzere, bugün Edirne’de yerel bir bayram mâhiyetindeki kurtuluş günü kutlanmaktadır. Biz de aynı münâsebetle, halkın pek ayrıntılı bilmediği bu bayramın gerekçesini anlatmak istemekteyiz.
Türklerin, 1361’de Bizans yâni Doğu Roma’dan aldıkları Edirne, beş yüz elli dokuz yıllık bir dönem sonun da ve İstanbul dışındaki Türk Trakya’sıyla birlikte; 1829, 1878, 1913 ve 1920’de olmak üzere dört defâ yabancı devlet işgâlleriyle elimizden çıkmış bulunmaktadır. İşgâllerin ilki ve ikincisi Ruslar, üçüncüsü Bulgarlar ve sonuncusu da Yunanlılar tarafından gerçekleştirilmişlerdir. Bugünkü kutlama, işte bu sonuncusundan kurtuluşun karşılığı olmaktadır.
Şimdi konuyu şöyle bir hikâye edelim:
Yakın târihimizde önemli bir yeri olan Mondros Mütârekesi’nin bir maddesi hükmü uyarınca, Fransızlar, 1918’in 4 Kasımında Sirkeci-Uzunköprü demiryolunu işgâl ettiler. Osmanlı’ya bunu kabûllenmekten başka, bir de İşgâlcilerin ihtiyaçlarını karşılamak gereği düşmüştü! 14 Ocak 1919’daysa, Fransızlar yerlerini Yunanlılara bıraktılar. Yunanlıların, mevziî de olsa Trakya’ya çıkmış olmaları Bura’da yaşayanları haklı bir kaygıya sevk etti. Çünkü aynı Yunanlılar, buna paralel olarak “Nüfûsunun çoğu Rum’dur.” diyerek, Çatalca’ya kadar Türk Trakya’sını istemeye başlamışlardı. Bu konuda, dünyânın önemli zeminlerinde faaliyet göstermekteydiler ki, durum bir hayli kritik noktaya varmıştı. Çünkü, anılan zeminlerde destek ve taraftarlar da bulmaktaydılar.
Bu şartlar altında, büyük ihtimâlle Edirneli Talât Paşa’nın telkinleriyle ve gene Edirneli Avukat Mehmet Şeref Aykut, Edirne Milletvekîli Fâik Kaltakkıran, Edirne Belediye Başkanı Şevket Dağdeviren ile Edirne eşrâfından Yolageldili Kâsım Efendi önderliğinde, Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, az bir zaman sonrasında, Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyeti Osmâniyesi adına dönüp, 1918 Kasımında Edirne Vilâyetine verdiği bir dilekçeyle hukûken ve fiilen çalışmaya başladı.
Cemiyet, Trakya’nın tamâmında örgütlendi. Durumu ve kaygılarını, Sadr-âzam Tevfik Paşa başkanlığındaki zamânın Osmanlı Hükûmetine de bildirdi. Ancak, Hükûmet bu konuda iyimser olup, Cemiyet’in bu kaygılarını paylaşmamıştı. Hükûmet, her şeyin Mondros Mütârekesi’nin çerçevesi ve güvencesinde olduğu kanaati ve rahatlığındaydı! Yâni, Osmanlılara göre bu geçici bir durumdu, günü geldiğinde işgâl kalkacaktı!
Ancak, bundan sonrasının gelişmeleri hiç de sanıldığı gibi olmadı. Bu minvâl üzere, 18 Ocak 1919’da Pâris Sulh Konferansı toplandı. Konferansın havası da, Cemiyet’in kaygıları doğrultusunda esmeye başlamıştı.
Konferans, Osmanlı’nın kaygı ve taleplerini dikkate bile almıyordu. Hattâ ve üstelik, nâzikâne (!) bir biçimde toplantı dışına çıkarılmıştık. Yâni kibarca buradan kovulmuştuk! Osmanlı ayrıldıktan sonra, onun gıyâbındaki görüşmelerse hâliyle aleyhte hükümler içermekteydiler. ABD, bir ara bizden yana tavır koyar gibi olduysa da, sona doğru o da desteğini çekmişti. Ne var ki, Pâris Konferansı, kesin bir sonuca varmadan meseleyi Londra’da görüşmek kararına bağladı.
Londra Konferansı, 1920’nin 12 Şubat ve 10 Nîsan târihleri arasında toplandı. Aynı sırada, İngilizlerin Osmanlı elçisi Ülkesine görüş bildirmişti. Türklerin, Trakya’nın kaybına râzı olmayacakları ve ortamın karışacağı gerekçesine dayalı bu görüş dahî, Konferansın eğilimlerini değiştiremedi. Şu var ki, gene bir sonuç alınamamıştı. Trakya meselesi, burada da muâllakta kalmıştı. Ancak, hava hep aleyhteydi; Trakya Yunanlılara verilmek isteniyordu. Bu defâ, 19-25 Nîsan 1920’de San Remo’da toplanılmasına karar verildi. San Remo kararıysa, Sevr dayatmasının hazırlığı mâhiyetindeydi. Konferanslardan yenik çıkmış, kâğıt üstünde kaybetmiştik. Karâra uyacak olsak, birçok kayıp yanında bir de Trakya’yı kaybedecektik. Olmak veyâ olmamak noktasına gelmiştik.
Ankara ve Osmanlı Hükûmetleriyle, Askerler ve Cemiyet… Herkes kendine göre bir gayretin içindeydiler. Yunanlıların, San Remo kararını kuvveden fiile geçirmek girişimlerini önlemek yönünde çalışmalar başlatılmıştı. Cemiyet ve Askerler, Edirne’de bir konferans düzenlediler. Meseleyi kendi aralarında görüşeceklerdi. Avrupa ülkelerine gönderilmek üzere, içinde Edirneli gayri Müslimlerin de bulunduğu bir heyet oluşturuldu. Buradaki gayri Müslimlerin rolleri hayli önemliydi. Bunlar, “Biz hâli hazır durumdan memnûnuz, Türklerle dostuz, yâni Trakya’yla Edirne Türklerde kalsın, statüko korunsun!” diyeceklerdi.
Yunan ordularıysa aynı sıralarda, Anadolu içlerine girip yayılmaya başlamışlardı. Osmanlı Hükûmeti bütün bu olan bitenlere rağmen, iyimserdi! Politik bir çözüme olan inancını kaybetmemişti! Hükûmet, bir yandan yalvar yakar kendince politik girişimlerde bulunurken, bir yandan da Trakya’daki Ordu’ya müdâhale edip, Ordu’nun aldığı önlemlere engel olmaya çalışıyor, “Aman sakın haaaa!” diyordu! Karşımızdaki güçler, Hükûmet’e, 16 Temmuz 1920 târihli Spa Konferansını toplayarak cevap verdiler. Kararlarından dönmeleri söz konusu bile değildi. Osmanlı’ya da karârın imzâsı için on gün süre tanıdılar. Ne var ki, daha bu on gün dolmadan, Yunanlılar Tekirdağ, Uzunköprü ve Karaağaç’tan Trakya’ya girmiş bulunuyorlardı. Tekirdağ’da bir direnç görmediler. Uzunköprü ve Karaağaç’taki birliklerimiz ise, yetersizdiler. Altı günün sonunda bütün Trakya işgâl olundu.
Trakya’nın fiîlî durumu üzerine, İstanbul’da Saltanat Şûrâsı toplandı. Sultan Vahdettin, Şûrâya sordu ki, San Remo’yu kabûl mü, yoksa red mi edelim. Kabûl karârı çıktı. San Remo’nun imzâsı için, gene bir Edirneli olan Filozof ve Şâir Rızâ Tevfik (Bölükbaşı)’yla Hâdi Paşa ve Reşit Hâlis Bey seçildiler. Bunlar, Sevr’e gidip attılar imzâyı! Anlaşma uyarınca, Edirne’deki Türk ve diğer Müslümanlar kutsal yerlere sâhip olmaya devâm edecekler ve belediye hizmetlerinde de söz hakları olacaktı. Trakya’yı ver, bu kadarına râzı ol! Ne fedâkârlıktı bu!
Edirne ve Trakya’nın kaderi artık, Anadolu’daki Millî Mücâdelenin sonucuna bağlanmıştı. Atatürk, Edirne’deki Cemiyet’e yazdığı bir mektupta bunu böyle diyordu. Edirneli ileri gelenlerden Şâkir Kesebir’le Ekrem Demiray, aynı doğrultuda Anadolu’ya geçerek Ankara Hükûmeti’yle temas kurdular. Sonuçta, Trakya’da Şâkir Kesebir ve Fuat Balkan önderliğinde direniş çeteleri kuruldu. Bunlar, Yunan işgâl güçlerine hatırı sayılır darbeler vurdular, onları yıldırıp yıprattılar. Anadolu’daki direnç ile 1. İnönü savaş ve zaferi, Avrupalıları yeniden düşünmeye sevk etti. Hesapları tutmamış şartlar yön değiştirmeye başlamıştı. Yeniden konferanslar düzenlediler: 25 Ocak 1921 Pâris, 21 Şubat 1921 Londra… Onlar durumu kavramışlar, Sevr’i yumuşatmayı öneriyorlardı! Osmanlı ve Ankara Hükûmetleri dâveti almış, ikinci Londra Konferansına ayrı ayrı katılmışlardı! Ancak, toplantının günü ve saati geldiğinde Osmanlıların Heyet Başkanı Tevfik Paşa, aradan çekilmek basîretini göstermiş ve Ankara Hükûmetini Avrupalı Müttefiklerin muhatabı olarak kabûl etmişti. Bütün bu görüşmeler formaliteden öteye geçemiyorlardı. Masa başında anlaşmak mümkün değildi. Zâten, Yunanlılar da Anadolu’da saldırıya geçmişlerdi. Ankara Hükûmeti gerçeğe çoktan varmıştı. Neyin, nasıl ve nerede kazanılabileceğini iyi bilmekteydi. Bu sırada 2. İnönü zaferi geldi. Yunanlıların kaybetmesi, hem Müttefikleri dağıtıp aralarında anlaşmazlığa düşürdü. Hem de ellerindeki kartların pek güçlü olmadığını anlamalarına yetti. İki İnönü üstüne bir de Sakarya zaferi eklendi. İnönü ve Sakarya boyunda ard-arda kazanılan savaşlar, Türkleri mutlu edip kazanma umutlarını artırırken, Yunanlıları tersine bir duruma, umutsuzluğa sürükledi.
Bu sıralar, müzâkereler aksak kopuk ve bölük pörçük devâm ederken, zaman Türkler lehine işlemekteydi. İstanbul’un Osmanlı Hükûmeti artık devre dışındaydı ve mukadder sonunu beklemekteydi, Ankara Hükûmeti ise müzâkerelerden çekilmiyordu. Bir yandan Avrupa’da diplomatik girişimler sürdürülürken, diğer yandan Anadolu’da askerî kazançlar sağlanıyordu. Bu kadar gelişmeyi Ankara’dan takip edip, gerektiğinde müdâhalede bulunan, direktifler veren Mustafa Kemâl ise Mehmetçiği de derleyip toparlamış olarak uygun zamân beklemekteydi. Yunanlıya son bir darbe için az kalmıştı.
Büyük Taarruz bu sırada yapıldı. Ege, İzmir ve deniz!.. Bu, Yunanlılarla içerideki Rum yandaşlarının tükenmeleri demek oluyordu. Anadolu’da kazanılan zaferler, Anadolu’nun kendisi gibi artık Trakya’nın da ufkunu açacak, mâkûs tâlihini döndürecekti. Anadolu’da kaybeden Yunanlı’nın Trakya’da tutunması mümkün müydü?..
Gene bir takım görüşmeler, görüşmeler, görüşmeler… Böylece Mudanya Mütârekesi’ne varıldı. Trakya boşaltılacaktı. Ancak, devir ve teslim Türkler ve Yunanlılar arasında olmayacaktı. Yunanlılar çekilip Trakya’yı boşaltırlarken, yerlerine; Fransız , İngiliz ve İtalyanlar geçeceklerdi. Sonra onlar da çekilip, Bölge’yi birer protokolle Türklere bırakacaklardı. Fransızlar, 15 Ekim 1922’de Edirne ve çevresini teslim aldılar. Yunan karargâhı aynı gün Karaağaç’a taşındı, 31 Ekim akşamıysa Edirne’yi tamâmen boşaltmışlardı. Ankara Hükûmeti, Edirne vâliliğine 8 Ekim’de Şâkir Kesebir’i atanmıştı. Bir süre Çorlu ‘da görev yapan Vâli, 24 Kasım 1922 günü saat 13.00’te yanındaki heyetle birlikte Edirne’ye girdi. Ertesi gün 14.30 sularında Fransızlarla devir teslim merâsimi yapılıp, taraflarca bu konudaki tutanak imzâ altına alındı. Edirne artık kurtulmuştu!
.
.
.
Mete Esin
Yazının İlk Yayınlandığı Tarih: 25 Kasım Edirne'nin Kurtuluş Günü

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN