Bir Simit Ver de Kurtaralım Vatanı [Günay Tulun]

Birkaç gündür, saçma sapan bir tanıtım filmi dönüp duruyor televizyon kanallarında...
Efendim; "Biz simit alırsak ekonominin çarkı döner, her şey düzelirmiş."
Tam sivri zekâlılara göre iş bu...
Siz önce, "Ekonomiyi düzeltelim, işçi, memur, çiftçi ve emekliye gerçek hakkını verelim desenize!"
Verin bakalım, herşey nasıl düzelir. "Sen simit alabiliyor musun?" diye sorsanıza millete.
Bu iş için ekrana çıkanlara bakıyor da bakıyorum. İzlerken rastladıklarımın hepsi iktisatçı. Adamlar habire istiyorlar. Vermek hiç akıllarında yok. Al, ver diyorlar ama orada kastettikleri ver: "Hişt tüketici, sökül paraları!", yani kurban kitlenin cebi...
Bak iktisatçına, gör siyasetçini diyeceğim ama...
Memleketin bu hâle düşmesine şaşmamak gerek!
Hadi bunlar hasbelkader iktisatçı unvanını aldılar da şimdi böyle çuvallıyorlar. Peki etrafta bir tek aklı başında adam yok muydu "Efendiler, biz ne yapıyoruz, insanlar bu martavalı yutacak mı; yutsalar bile bizim, bize saygımıza ne olacak?" diyebilen.

Bir önerim var: Siz bu hayali fikirleri kapalı devre gösterin. Yalnız belli kesime...
Öyle; % 1,83 zam verilip bir kez daha açlık sınırının altında ezdirilen açların şehinşahı işçiye, onu geçtiği ancak fotofinişle tespit edilebilen % 2 zam önerili memura, her ikisinin emeklisine ve her yıl daha az ürün bedeli alan çiftçiye değil... Çünkü onların verecek bir tek canları kalmış gibi. Kendisine ve bulduğu her ürüne habire zam yapan; sıra işçi, memur, emekli, köylüye geldi mi zam kelimesini unutan siyasetçilere gösterin siz. Her "Tak"a "Şak!" diyen bürokrata, çalışanı süründüren işverene, birde bu filmlerde rol alan zevata gösterin de sonucunu izleyim birlikte...
Buyursunlar! Buyursunlar da görelim.
Görelim bakalım, ekonomi nasıl kurtulurmuş mavalla...

Bir zamanlar kötülemek istenen siyasetçilere, örneğin İnönü'ye: "Efendim o da iktisat bilmiyor. Hâlbuki bir bilse..." derlerdi. Sonra kelimenin Fransızcasını soktular dilimize. Bu kez; "Ah! İyi hoş da şu Ecevit bir de ekonomi bilse"ye döndü iş. Sanki kendileri biliyormuş gibi. Sanki bileni varmış gibi... İktisat okullarında hâlâ yabancı teorilerin okutulduğunu bilmezmiş gibi. Ders kitaplarında hâlâ bir Türk teorisinin olmadığını bilmezmiş gibi...
Bana kalsa hepsini çöpe attırırım. İktisat denen basit döngüyü, üzerinde oynaya oynaya; her an karşılaşıldığı için bilinen, ama kitaplara aktarılırken anlaşılması zor hâle getirilen uzay geometriye döndürdüler.
Oysa gerçekten o kadar basit ki!..

Bir dönem de "İktisomist" ithal ettik ülkemize. Namla şanla başladı işe.
Adam kendi şemsiyesini başkasına taşıtmıyor, arabasının kapısını başkasına açtırtmıyor, sokaklarda şortla geziyor ve tenis oynuyordu. Aslında dünyanın kendi çevresinde dönmediğini bilen herkesin yapacağı davranışları çok özel olaylarmış gibi getirip getirip gözümüze soktular. Gazeteler, televizyonlar kotarmışlardı konuyu. Bize dediler ki:
-Bakın, adamı gördünüz. Neler neler yapıyor. Çok kısa zamanda çıkacağız düzlüğe...
Ve çıkardı... Hem de hiç kimse:
-"Ne yaptığını duyamadık. Ne yapmış? Gördüğümüz bir tenis topu, birde raket taşıyan şortlu bir adam." diyemeden.
Türk Lirası iç borçları, yüksek faizle dolara çevirmeye kalktı. Dış borçları hoplatırken zıplattı. "Reel sektör reel sektör" diye gerçek dışı bir türkü tutturdu. Zıplayan toplam borçlarla birlikte, bu kez de biz başladık "Hooooooop!" diye aşağı çıkmaya...
Şebelebettin takımı daima hazır ya, ağızları dolu dolu konuştular.
-Efendim, adam yapacak ama bırakmıyorlar ki!"
Bir sürede böyle gitti. Sonuçta bakıldı ki "Türkiye, tarihinin en büyük iktisadi uçurumuna çıkmış." Sonra bu kafaya hizmet eden başkaları da geldi başa... Uçurum dediğim şey okyanustaki Emden Çukuru'na döndü. Hâlâ da akıllanmadık. Aşağı çıkıp duruyoruz.
Yazıda yanlış aramayın lütfen. İktisomisti de aşağı doğru çıkmanın ne demek olduğunu da iyi bilirim ben...

İşte az önce bahsettiğim iktisatçılar var ya, onlar o sırada ne yapıyorlardı biliyor musunuz?
Hepsi maaile; işin başındaki o iş bilmeze alkış tutuyor, akla hayale gelmez saçmalıkta yazılar yazıp tahminler yürütüyor, tahminlerinin hiçbiri gerçekleşmeyince de yeni yeni yabancı kelimelerle yeni ufuklara açılıyorlardı.

İşin başındaki kişiye bir yazı yolladım o günlerde.
Dedim ki "Yolunuz yanlış. Reel sektör dediğiniz, reel değildir bizde. Hayali işlerle uğraşır. Hayali ihracat hayali leasing hayali üretim yapar. Hayali işçi çalıştırmayı, gerçekten iş yerinde çalışanlar varsa onların köle olduğuna inanmayı, malında hayali kalite oluşturmayı marifet bilir. Üstüne üstlük hayali fiyatlandırmayı da pek sever. Bu hayalcilere çıkılan desteğin çoğu: kata, yata, dünyevi zevke gider. Giderken götürür de işletmesine ve insana yatırım yapmaktan hiç hoşlanmaz bu takım..."
"Gelin siz; işçi, memur, emekli ve çiftçinin hakkını iade edin. Onların hak ettikleri ücreti engellemekten vazgeçin. Göreceksiniz ki kriz hızla düzelecek. Alım gücü zayıf ya da hemen hemen hiç olmayan bu kitle, alışverişe başlayacak. Bu da ekonomi için nükleer yakıt... Türkiye pazarı o kadar büyük ve her verileni almaya hazır ki bu sıkıntılar içindeyken, senin o dediğin dış pazar araştırmasının sonuçlarını beklemek, abesle iştigalin Fransızcası olur. Bizim ihracatçılar; içte yüze sattığını, dışarı beşe verir. Malını analiz etsen ithalat nikâhını görürsün. Onların kazancı başka şeydendir. Hükûmet politikalarındandır. Onların rakamlarına bakıp da bu işlerden devlet kasasına çok büyük şeyler kalacağını sanma. İhracatçı zaten senden istiyor. İçle dışı kıyaslarsan hayal kırıklığı yaşarsın. Hem unutma ki yabancı ülkeler, Türkiye Pazarlarını ele geçirmek için kıyasıya çarpışıyorlar. Değmese bu gayret niye? El altındakinin, gelmesi hayal edilenden evla olduğunu unutma. Sen bunları yap, üstüne o da gelirse oh, keka!.."

O sırada işin başındaki kısa şortlu adam, teslim bayrağı çekmiş hükûmet üyeleri, bürokratlar, iktisatçı denen o insanlar her aklı başında öneriye, "O da ne demek, gülünç, iktisatta böyle saçmalık olmaz." demeye, tam tersini yapıp bugünküler gibi çalışanların hakkını sömürmeye, yabancı kelimelerle hava basmaya ve tabii ki saçmalamaya devam ettiler."
İşte gelinen sonuç.

Bugün 26 Ağustos... "Büyük Taarruz"un başladığı gün ve saatlerdeyiz şu an. Az sonra gün ışıyacak. Sahur yeni bitti, iftara daha on beş saat var ama gün ışır ışımaz hemen bir simitçi bulup taarruza kalkacağım. Muhtaç olduğum kuvvet, delik ceplerimden düşmemeye direnmiş üç beş kuruşta… Madem cephane tamam, beklemeye gelmez. Bu tür memleket işlerinde acele etmek gerek. Tek derdim var. O da simitçinin kimliği...
Simit alacağım kişi iktisomist takımından çıkarsa ne yaparım?
Ya parayı alıp da simit yerine maval okursa?..





Günay Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN