.
Hâlâ yorum bölümüne aktaramadığımız ve aktarmamızın da mümkün görünmediği bin küsur yazı var. Cevap istemeyen yorumlar ve “Özel” notuyla gönderilenler dışında kalan bir yorum daha katıldı aralarına... Adı ya da rumuzu Yetkin olan bir okurumuzdan direkt "Yorum" bölümüne gelen, Alman Subaylarıyla ilgili bir yazıydı bu...
.
Malum, insan tenkitten hoşlanmaz. Yalnız şunun bilinmesini isterim ki “Kalp uyarıdan korkarsa zaman gerçeği yok eder.” Buysa gerçeklerin gizlenmesi, zaman içinde yok olup gitmesi demek. O nedenle fikirlerin alış veriş tezgâhına yatırılması iyi sonuçlar verir. Ayrıca kalemini topluma açan herkes, eleştiri anına da hazır olmak zorundadır.
Dilerim ki tüm eleştirmenlerin tarzı, Sayın Yetkin'in üslubu gibi olsun.
.
Açtığı kapı nedeniyle kendisine tüm içtenliğimle teşekkür ederek, geçmiş yazılarımda kullandığım için yeniden yazmaktan kaçındığım bazı konuları bir kez daha, ufak değinmelerle göz önüne sermek istiyorum.
Sayın Yetkin’in itirazlarını içeren yorumu aşağıya kaydedecek ve yazımın son bölümünde de itiraz konuları hakkındaki düşüncelerimi yazacağım.
Esenlikler dileyerek, noktasına, virgülüne dokunmadan Sayın Yetkin’in mektubuna geçiyorum.
.
O MEKTUP
Sayın yazar,
"Sarıkamış olaylarıyla ilgili kısa bilgi" başlıklı yazınızın birinci bölümünde yer alan Alman subaylarla ilgili ifadelere ve yorumlara katılmadığımı söylemeliyim. Öncelikle, neredeyse 1850 yılından 1913'e kadar süregelen "Alman Askeri Yardım Heyetleri" silsilesini dikkatlice incelemediğiniz kanısındayım. Yazının bir yerinde de kısmen von der Goltz'a farklı bir yer bahşetmeniz de bu kanımı güçlendiriyor.
Bildiğiniz gibi, gerek Osmanlı genelkurmay başkanı von Schellendorf, gerekse harekat planlarını yapan 3. Ordu kurmayı Alman subayları; - ve dahi o sırada doğrudan Padişaha askeri danışman göreviyle Türkiye'de bulunan von der Goltz -, hepsi, "öncelikleri Alman devletinin çıkarlarını gözetmek" olarak Türk ordusunu reorganize etmek üzere bizzat Padişah tarafından davet edilmiş bir askeri eğitmen grubudur. Onların bu durumları herkesçe yakından bilinmektedir. Bu insanların hiçbiri de Türkiye'ye sevdalı oldukların için onca riski göze almamışlardır.
Ancak yine de, içlerinde askerliği ön planda tutan ve gereğini yapan insanlar olduğu gibi, yazınızda dikkat çektiğiniz biçimde 'sadece Alman çıkarlarını düşünen'ler de bulunacaktır. 1913'te Türkiye'ye gelerek sözkonusu görevi üstlenen ilk kadro 43 kişidir ve başkanı da, 3. Ordu için yapılan bu harekat planlarını "kötü ve mevsim şartlarına uygun olmayışı" nedeniyle red eden Liman von Sanders'dir (gerçek asker olanlara örnek). Enver Paşa'yı etkisi altına almasıyla temayüz eden von Schellendorf (Alman çıkarlarını savunana örnek) ise, Sanders'in maiyetindeki subaylardan biridir. Sözkonusu bu kötü planlar yüzünden von Sanders von Schellendorf'u Alman genelkurmayına kadar şikayet ederek bizzat Enver Paşa'yı bile karşısına almaya çekinmemiştir.
Yukarıdaki ayrıntıyı, Türkiye'de bulunan tüm Alman subayları "hain, sahtekar, casus veya beceriksiz" sıfatlarıyla nitelememizin yanlış olduğunu vurgulamak için aktarmaya gerek gördüm. Bu subayların oluşturduğu heyet, bizzat Osmanlı Sultanı tarafından Alman İmparatorundan talep edilmiş; bu talep de hem damadı hem de vekili Enver Paşa tarafından desteklenmiştir.
Dolayısıyla; tarih yazarken tarafsız olmanın, "geçmişe, başka bir ülkenin tarihine bakarcasına yaklaşma"nın önemli olduğunu düşünüyor ve yorumlarınızda bu noktaya önem vereceğinize inanıyorum.
NOT: Türkiye ve Alman Askeri Yardım Heyetleri hakkında en geniş ve tarafsız bilgileri, bu konuda bir başucu kitabı olan "Anatomie einer militaerische Hilfe (Bir Askeri Yardımın Anatomisi/çev. Fahri Çeliker)- Jehuda Wallach" ve "Tarih Boyunca Türk-Alman İlişkileri/Burhan Oğuz"dan sağlayabilirsiniz. Sevgilerimle
.
DÜŞÜNCELER: Almanların Davranışları
Öfkeli sözlerin hitabet sanatından sayıldığı bu dönemde, bir tenkit yazısını “Sevgilerimle” sözcüğüyle bitirebilen kişi, mutlaka zihnindeki önyargıları da atmıştır. Onun itiraz konularına bir başka açıdan bakılmasını yadırgamaz sanırım.
Çok kez yazdım çok kez söyledim, hepimizin söylemeye devam etmesi gerektiğine de inanıyorum. Hoşumuza gitmese bile tarihî olayların yalnız ve yalnız gerçeklerle aydınlatılması gerekir. Sayın Yetkin’in bu konudaki benzer ifadelerine aynıyla katılıyorum. Bazılarınaysa katılmam mümkün değil.
.
… Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi’nin başına çöreklendirilmiş Alman subay müsveddelerinin; tüm istihbarat bilgilerini savaşı yürüten güçlerden yani Osmanlı Ordusu’ndan saklayarak onların yerine binlerce kilometre ötedeki ülkelerinin genel kurmayıyla paylaşacak kadar mesleki cehalet, aptallık, alçaklık ve ihanet içinde olması...
Osmanlı Genel Kurmay Arşivlerini bile hiç utanıp sıkılmadan, çalıp çırparak kendi ülkelerine taşıyan Almanların ihanetlerini hesaplayamayan ya da göz yumma gafletine düşen, daha açık söyleyeyim her şeyden haberleri olmasına rağmen kıllarını bile kıpırdatmayan uşak ruhlu Osmanlı üst makamları yüzünden, harekât için gerekli tüm hayati bilgilerin ordu karargâhına aktarılamaması...
.
Geçmişteki bazı yazılarımda, yeniden yapılandırma işlemleri dahil olmak üzere; Almanların Osmanlı Ordusu’na hangi amaçla davet edildiklerine, onların hangi amacı taşıyarak geldiğine, daha sonra devreye giren Enver Paşa’nın yönetimi nasıl etkilediğine değinmiştim. Bu nedenle yeniden yapılandırma çalışmaları “Sarıkamış” sayfası içinde bir kez daha irdelenmedi. Aynı yazının alt kısmında yer alan “Sarıkamış Savaşları Sergisi” gezilirse:
“Tümen Organizasyonu İçin Gelip de Kendisi Bile Anlamadan, Son Hızla Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Oluveren Bronsart von Schellendorf Paşa” ve
"Yine Doğu Cephesi'nden Bir Fotoğraf: Enver Paşa ve Yarbay Otto von Feldmann Her Şeyi Berbat Etmenin Yollarını Arıyorlar"
yazısıyla karşılaşılacak ve konunun bilgi dağarcığındaki varlığı hakkında fikir sahibi olunabilecektir.
.
Burada Almanların farklı amaç taşımaları ve kendi ülkeleri için çalışmaları kadar doğal bir şey yok. Yok da bu doğal dediğim şey Osmanlılar için, özellikle askerî ikiyüzlülükle birleşince ihanetten başka bir şey olmuyor. İhanete uğrayan taraf olarak onların amaçlarına doğal diyebildiğimize göre, onların da bizim kendileriyle ilgili düşüncelerimizi doğal karşılaması gerek.
.
Buraya kadar okuduğunuz satırlarda Almanlar bize iyilik için geldiler anlamını verecek hiçbir sözcük yok. Tam tersine, bu satırlar onların ne mal olduklarını belirten sözcüklerle dolu.
.
DÜŞÜNCELER: Kendisine Ayrı Sayfa Açtıran Adam
O yazıda Goltz Paşa’yla ilgili olarak şu görüşler yer almıştı.
… Almanların ihanetinden söz ederken, yine bir Alman olan Mareşal Goltz'u yani Osmanlının Goltz Paşa'sını onlardan ayırıp farklı bir yere koyuyorum. Goltz Paşa Britanya'nın Mezopotamya Ordularını silip atarken bir de olayı tümüyle özetleyen doğru bir söz söyler. Der ki: "Kafkaslarda, kendilerini maalesef Napolyon Bonapart sanan birçok cahil adam var. Bunlar, ordularına güçleriyle bağdaşmayan görevler vermişler ve bu yüzden ordularını büyük zarara uğratmışlardır."…
.
Yazdığım cümlenin içinde şimdilerde ironi denen, “Osmanlının Goltz Paşası” nüktesi yer alsa da Enver Paşa gibi dönemin muktedirine karşı çıkan o sözleri sarf edebilmesi bile, “Onlardan ayırıp farklı bir yere koyuyorum.” sözlerini haklı kılmaktadır. Almanların Orta Doğu'ya inme planları çerçevesinde, ülkesi için çalıştığını hemen herkesin bildiği bu adama, yalnız bu sözleri nedeniyle kısacık bir yer açmanın haksızlık olduğunu biliyordum ama ana konumuz Sarıkamış’tı…
.
Aslında, Wilhelm Leopold Colmar Freiherr von der Goltz’a o yeri veren de ben değildim. Tamam, kendi ülkesi adına çalışıyordu ama Türk Ordusu’nun yeniden yapılandırılmasında oynadığı rol ve savaşlarda yaptığı unutulmaz hizmetlerle o ayrı yeri hazırlayan da kendisiydi. Bugün haklarında hâlâ övücü yazılar yazılan bazı askerî zevatın yanında, Goltz Paşa’nın oldukça ağır bastığını gösteren deliller de var. Örneğin:
.
- Birçok kişinin askerî deha olarak gördüğü Osmanlı Orduları Komutanı Otto Liman von Sanders’le hâlâ hürriyet kahramanı olduğu hakkında yazılar yazılan Enver Paşa tarafından anında reddedilen; “Osmanlı ve Alman Ordularının Mısır’da birlikte harekât düzenleyerek İngiliz Ordularına üstünlük sağlama planı” nedeniyle askerî beceri ve zekâ sahibi olduğunu göstermesi,
.
- 22 Kasım 1915 günü Selman-ı Pâk Harabeleri mevkiinde durdurduğu İngiliz Ordularını, 8 Aralık 1915’ten başlayarak Kut’ül Amara’da kuşatma altına alan “Osmanlı Altıncı Ordusu”nun başındaki kişi olması,
.
- O tarihten itibaren yaşanan 143 günlük savaşın sonlanmasından on gün önce, 19 Nisan 1916’da tifüsten ölmesine rağmen; savaş tarihinde ilk kez denendiği söylenen havadan ikmal desteğine sahip “Britanya İmparatorluğu Mezopotamya Orduları”nı teslim alarak, İngiltere tarihinin en büyük askerî yenilgisini yazan ve bu zafer nedeniyle Kut soyadıyla anılan Halil Paşa’nın komuta ettiği “Osmanlı Altıncı Ordusu”nun tüm çabalarında izlerinin bulunması,
.
- İstanbul’daki Tarabya “Alman Askerî Mezarlığı”na, Türk ve Alman bayraklarıyla birlikte gömülmek isteyecek kadar kendisini Osmanlılarla özdeşleşmiş görmesi...
.
DÜŞÜNCELER: Türklerin Tarihini Başkalarından Öğrenmenin Acısı
"Bir Askerî Yardımın Anatomisi” ve “Tarih Boyunca Türk-Alman İlişkileri” adlı kitaplara gelince… “Okumam gerektiği” önerisini şükranla karşıladığım bu kitapların yazarları ve içerikleri hakkında asla ve asla hiçbir ön yargım yok. Olmaması da gerek…
Yalnız, son yıllardaki hareketlenmelere rağmen en büyük şikâyetlerimden biri, “Türklerin tarihini daima yabancıların yazması, bunların tarafsız olmaması ve bizler tarafından derhâl kabul görmesi, referans listelerinde de ön sıralarda yer bulması”dır. Bizim yazarlara gelirsek… Onlara da nasıl güveneceğini bilemiyor insan. Nobel ödüllüsü dahil, büyük kısmı ya ideolojik esaret ya da rövanş kaygısı içindeler. Anlaşılan o ki "Gerçeği arayandan başkasına gerçeği sormamak gerek".
.
DÜŞÜNCELER: "Sessizliğin Sesi Grubu" Ne Diyor
“Sessizliğin Sesi Grubu Yayın Kurulu”ndakiler her iki yazıyı da okuyup tartışmışlar. Ben, yazıyı bitirirken sonucu bildirdiler. Onların çıkardığı sonuç şu:
İtirazın nedenini anlayamamışlar. Sayın Yetkin’in itiraz ettiği noktayla “Sarıkamış Savaşlarının Başladığı Gün: 22 Aralık 1914” yazısı arasında anlam birliği varmış. Tıpkı, iki ayrı duraktan kalkıp da aynı istasyonda selamlaşan insanlar gibi… İtirazın yeni bir yazının ortaya çıkmasına neden olmasıysa onları mutlu etmiş.
.
SON NOKTA
Almanların yaptığı ikili oyunların hesabını soramayacak kadar tarihimize yabancı olsak bile o döneme ait "Alman Arşivlerinin Açılması"nı istemek de mi aklımıza gelmez? Açmam dediklerinde ısrar etmekten de mi korkacağız?
Nedendir bu zayıflığımız?
Nedendir şu Batılı denen ülkeler karşısındaki ezik duruşumuz?
Bilen varsa...
Haksız mıyım?
.
.
.
Günay Tulun