Genç bir öğretmen Atatürk aleyhine taşlama bir şiir yazmıştı, kendisini açığa almışlardı. Öğretmen görevine dönmek istiyordu. Bunun için Millî Eğitim Bakanı'nın yanına çıktı. Bakan:
-"Oğlum, suçun doğrudan doğruya Atatürk’ün kişiliğine ait, biz karar veremeyiz." dedi. Konu Atatürk’e intikal ettiğinde Atatürk:
-"Öğretmen olmasına yasal bir engel var mı?" diye sordu.
-"Yok!" cevabını alınca da neden bana soruyorsunuz diye sitem etti.
-"Efendim, işlediği suç sizinle ilgili." denildi. O da:
-"Aşk olsun size. Kişisel dargınlığım için, yasakların gereğini yerine getirmenizden hoşlanacak kadar bencil mi sanıyorsunuz beni. Öğretmeni hemen ilk açılacak yere tayin ediniz."
FALİH RIFKI ATAY’DAN
Her gittiği yerde okullara uğrardı. Yurdu dolaşırken yolu bir köye rastladı. Okula girdi. Öğretmen sınıfta ders veriyordu, hemen ayağa kalktı, yerini gösterdi. Atatürk:
-"Hayır!" dedi. "Yerinizde oturunuz ve dersinizi yapınız. Eğer izin verirseniz, biz de sizden yararlanalım. Unutmayınız ki Cumhurbaşkanı bile sınıfta öğretmenden sonra gelir."
YUNUS NADİ’DEN
Atatürk, Cumhurbaşkanı iken Kastamonu’yu ziyaret etmişti. Kışlaya da uğramıştı. Koğuşları geziyordu. Her koğuşta askerlikle ilgili özdeyişler vardı. Biri şöyleydi “Bir Türk on düşmana bedeldir.” Atatürk bunu görünce birden durdu. Yüzü değişti, gözleri daldı. Sonra:
-"Hayır! Hayır!" dedi. “Bir Türk dünyaya bedeldir.”
NİYAZİ AHMET BANOĞLU’NDAN
Atatürk 1919 yılında Havza’da bulunduğu sırada Ali Baba adlı bir kişinin Mesudiye otelinde oturuyordu. Bir gün otel sahibi Mustafa Kemal Paşa’nın yanına varır: "Paşam Pontuslular iyice azıttılar, her gün beş on kişiyi öldürüyorlar, halkı haraca kesiyorlar, bize çok eziyet ediyorlar. Buna bir çare düşünmüyor musunuz?"
Atatürk: "Sabredin biz onları yola getireceğiz."
-"Peki ama ne zaman?
-"Her şey sırasında."
"Getirin şu kitabı okuyalım." der. Kitap getirilir, baştan sona kadar okunur. Atatürk sonra sorar:
-"Ne yaptınız bu kitabı?"
-"Yurda girmesini yasakladık!"
-"Neden?"
-"Hakkınızda karalamalar var."
-"İçki filan mı?"
-"Evet efendim." Atatürk:
-"Az bile yazmış. Bırakın kitabı yurda girsin, halk da okusun."
ÇANAKKALE’DEN
İngilizler, Anafartalardaki Türk birliklerini yenip ileri geçemeyince yeni bir harekete geçtiler. Cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için kireç tepeyi tutmak gerekiyordu. Kireç tepeyi tutmak, düşmanı geçirtmemek emrini alan Türk subay ve askerleri kararsızlık içerisindeydiler, fırsat gözetliyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu durumu görünce siperlere koştu. Askerlerin arasına karıştı ve sordu:
-"Niçin geçmiyorsunuz?"
-"Düşman fırsat vermiyor. Ölüm saçıyor, geçilemez!"
Mustafa Kemal oradan böyle geçilir dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik, komutanın ardından ileri atıldı. Ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya geçtiler ve tepeyi ele geçirdiler.
RUŞEN EŞREF’TEN
Mustafa Kemal, 24/05/1918 günü yazar Ruşen Eşref’’e verdiği fotoğrafın arkasına şunları yazar: "Her şeye karşın kesinlikle bir ışığa doğru koşmaktayız. Ben de bu inancı yaşatan güç, yalnız sevgim, ülke ve ulusuma beslediğim sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sadece yurt ve gerçek sevgisiyle ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir."
HALİL NURİ YURDAKUL’DAN
Kumardan hoşlanmaz, kumar düşkünü olanlara nasihatler ederdi, içkiyi kesin olarak gündüz almaz, gündüz içenlere de müthiş kızardı. Ciddi askeri ve politik meseleler konuşulacağı günler kesin olarak içki almazlar, yemek ve uyku saatleri akıllarına bile gelmezdi. Misafirlerini bazen köşkün dış kapısına kadar uğurlar, herhangi bir nedenle onları kırmışsa mutlaka özür dilerdi. Bulunduğu yerlerde emniyet önlemleri alınmasından hiç hoşlanmazlardı. Bazen etrafındaki emniyet önlemlerini emir verip kaldırtır ve “Bu asil millet bana ne kurşun atar ne de attırır” derlerdi.
HAFIZ YAŞAR OKUYAN’DAN
Ramazan aylarında Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhu için hatim okumamı emrederlerdi. Peygamber efendimizden bahsederken, “Hazret-i Peygamber’in Zaman-ı Saadetlerinde” diye, daima saygı ifade eden kelimeler kullanırlardı. En uzun tatillerin dinî bayramlarda yapılmasının da şart olduğunu söyleyip, “Herkes, dinî vecibeleri, görevleri yerine getirecek, sonra da dinlenecek.” derlerdi.
MUZAFFER KILIÇ’TAN
26 Ağustos 1922 tarihinde şafakta başlayan Büyük Taarruz altı gün altı gece devam etmiş ve Mehmetçiklerin aslanlar gibi saldırmalarıyla düşmanın büyük kısmı kılıçtan geçirilmişti.
31 Ağustos’ta güneş Türklerin büyük zaferiyle doğmuştu.
Aynı günün sabahı Atatürk’le harp sahasını dolaşıyorduk. Etraf binlerce insan ve hayvan ölüleriyle adeta bir mahşer yerini hatırlatıyordu.
Büyük asker bu manzara karşısında çok rahatsız oldular ve “Bu feci manzara, bütün insanlık için utanç verici bir olaydır. Ama biz vatanımızı korumak için gerekli savunmamızı yaptık. Buna bizi zorladılar” demiş ve ölüler kaldırılıp gömülünceye kadar hiçbir yerli ve yabancı gazetecinin bölgeye sokulmamasını kesin olarak emretmişlerdi.
“Bu feci manzarayı gören ecnebiler, yarın bizim için neler söylemezler.” demişlerdi. Bunun üzerine Atatürk’ün emri tutulmuş ve ölüler gömülünceye kadar bölgeye hiçbir gazeteci ve fotoğrafçı sokulmamıştır.
MUZAFFER KILIÇ’TAN
Bir gün genel sekreter Hasan Rıza Soyak Bey’e:
-"İlk fırsatta İzmir’e gidersin, dağdan iki büyük ve uzun taş getirtirsin, birini olduğu gibi bir temel üzerine tespit ettirir, diğerini baş tarafına diktirirsin. Bir yerini de biraz düzelttirerek Atatürk’ün anası Zübeyde burada gömülüdür diye yazdırırsın."
ALİ METİN’DEN
Bir gün bana Mihaliscik Köyü’nden askerlik arkadaşlarım ziyarete gelmişlerdi. Köye bir cami yaptırmak istediklerini mümkünse Atatürk’ün derneğe biraz yardım yapmasını istediler. Atatürk, köydeki caminin ne durumda olduğunu sordular. Bizler yıkık dökük bir cami olduğunu bildirdik. Hiç tereddüt etmeden Mihaliscik Köyü cami yapımı için 5.000 lira bağış yapılmasını emrettiler. Biz de emrini yerine getirip 5.000 lirayı hemen benim aracılığım ile cami yapımı için köye yolladık.
İnşallah yeterli mesajları verebilmişimdir.