"Diyanet’ten Sahte Hadis Projesi ve Uydurma Hadisleri Sahihleştirme Operasyonu" başlıklı yazımızı ve söz konusu yazıda yer verdiğimiz hadisleri okuyan ve aynı zamanda benim dostum da olan emekli bir Diyanet yetkilisi telefonda arayarak; savaşta kadınların öldürülmesine ilişkin hadisin, söz konusu yazıda belirtildiği gibi kaynaklarda bulunmadığını; hatta bahse konu hadisin belirtilen kaynaklardaki (Buhari, Cihad/146; Ebu Davud 113) versiyonunun tam tersine savaş sırasında kadın ve çocukların öldürülmesini men ettiğini söyledi. Bununla birlikte, "Müslim’in Sahihi"nde “Müşrik çocuk ve kadınlarının da savaş sırasında tıpkı müşrik erkekler gibi muamele göreceği” anlamına gelecek biçimde bir hadis olduğunu söyledi.
Bu dostum, ayrıca, keçinin Recm ayetini yemesine ilişkin hadisin de sadece İbn Mâce’de geçtiğini söyledi.
Yani Diyanet’ten emekli bu üst düzey yetkili dostum, “Böyle bir hadis metni yok” demedi. Sadece kaynakların yanlış yazıldığını (karıştırıldığını) demeye getirdi lafı.
Doğrudur.
Benim istifade ettiğim kaynak öyle belirtiyordu ve ben de hiç dokunmadan olduğu gibi aktardım.(1)
Ancak internet ortamında yapmış olduğum küçük bir araştırmada birçok internet sitesinde, “Peygamber, savaşta kadınların ve çocukların öldürülmesinin bir sakıncası olmadığını söyledi.” şeklindeki hadisin, Buhârî ve Ebû Dâvut gibi kaynaklar belirtilerek konu edildiğini de görmüş bulunmaktayım.(2)
Dün ve bugün olmak üzere kadın ve çocukların, savaşan askerlere yardım ve yataklık yaptıkları, bilgi ulaştırmada ve lojistik destek sağlamada etkin rol oynadıkları, kadınların günümüz ordularında subay ve astsubay sınıfında görev alabildikleri, casusluk ve ajanlık yapabildikleri, hatta İsrail örneğinde olduğu gibi bazı ülkelerde kadınların zorunlu askerliğe tabi tutuldukları ve terör örgütlerinde etkin olarak faaliyette bulundukları çalıştıkları dikkate alındığında, söz konusu hadisin “Savaş sırasında kadın ve çocukların öldürülmesinde bir mahsur yoktur.” şeklindeki versiyonunun çok daha sahih olduğu sonucuna bile varılabilir.
Hz. Peygamberin, savaş sırasında öldürülmelerini yasakladığı kadın ve çocukların, olsa olsa savaşçılara destek vermeyen ve savaşa fiilen katılmayan masumlar olduğu ortadadır. Bununla birlikte bahse konu hadisin "Buharî ve Müslim’in Sahihleri"nde de olduğu belirtilen bir versiyonu şöyledir:
-"Gece müşriklere yapılan baskınlarda kadın ve çocuklar da ölüyor, bunun hükmü nedir?" şeklindeki soruya karşı Peygamberimiz (a.s.m):
-"Onlar da onlardan (müşrik olanlardan)dır" şeklinde cevap vermiştir.(4) (Buharî, Cihad, 146; Müslim, Cihad, 26/h.no: 1745)
Netice olarak, yapılan incelemelerde veya yazılan yazılarda bu hadislerin bulunduğu kaynaklar yanlış belirtilmiş olsa bile önemli olan kaynakların yanlış belirtilmiş olması değil, bu hadislerin kaynaklarda bulunup bulunmadığıdır. Zaten biz de yazımızda, bu hadislerin listesinin Diyanet’in Hadis Projesi’ni yapanlara götürüldüğünü ve 160.000 hadislik derleme içinde sondajlama usulü yapılan taramada bu hadislerin kaynaklarda geçtiğini belirtmiştik. Dolayısıyla meselemiz bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir.
Saygıdeğer dostumun ve onun gibilerin beni anladıklarını sanıyorum.
Bu yazımızda asıl üzerinde durmak istediğimiz konu başkadır.
Bahse konu yazımızda DİB tarafından yürütülen proje kapsamında derlenen hadisler arasında uydurma ve zayıf hadisler de bulunduğunu, ancak Diyanet’in bu hadislere açıkça uydurmadır diyemediğini belirtmiştim. Bu hadisler arasında öyleleri de vardır ki; bu hadislere Uydurmadır denilerek Uydurma oldukları açıkça ilan edilmediği takdirde, Kur’an-ı Kerim büsbütün tartışılır hale gelecektir.
Biz Müslümanlar inanır ve iman ederiz ki; Tevrat, Zebur ve İncil gibi kutsal kitaplar, mensupları tarafından bir şekilde tahrif ve tahrip edilmiş, bunların tamamının yerine kaim olmak üzere Kur’an-ı Kerim indirilmiştir. Kur’an; Allah’tan nazil olduğu gibi korunmuş, muhafaza edilmiş, indirilen bütün ayetler eksiksiz olarak kayda alınmış ve günümüze kadar bozulmadan gelmiştir.
Kur’an’a Hz. Peygamber de dahil olmak üzere hiçbir insan sözü girmemiştir.
Bizim imanımız ve itikadımız böyledir.
Gelin görün ki; yine Müslümanlar tarafından uydurulmuş ve Hz. Peygamber’e aitmiş gibi gösterilerek, en ciddi ve güvenilir kabul edilen hadis kitaplarına kadar girebilmiş bazı rivayetler vardır ki; bu rivayetler (haşa) Kur’an-ı Kerim’i büsbütün tartışmaya açmaktadır.
İsterseniz gelin hep birlikte Diyanet tarafından yürütülen proje kapsamında da derlenen bu kabil uydurma hadislerden birkaçına kısaca göz atalım:
-Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmesini emreden ayet, Ayşe'nin döşeğinin altındaki sahifede yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Ayşe onun defin işlemleriyle meşgul iken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sahifeyi yedi ve böylece taşlama cezası Kuran'dan çıktı; ama hükmü devam ediyor.
-Keçinin yemesi sonucu Kuran'dan çıkan taşlama ayetini, Ömer Kuran'a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi.
Birbirinin devamı imiş gibi görülse de kaynaklarda birbirinden ayrı olarak zikredilen bu iki hadisin, bir an için sahih olduğunu düşünelim. O zaman karşımıza çıkan manzara şudur:
Kur’an ayetleri, kemikler ve hurma yapraklarına yazıldıktan sonra (haşa sümme haşa), Hz. Peygamber’in evinde sağa sola gelişigüzel konuluyordu!
O sebepten, kimisini yel savurmuş, kimisini sel götürmüş, kimisi Hz. Peygamberin eşlerinin yataklarının aklında ufalanmış, kimisi müşrik ve münafıklar tarafından çalınmış, kimisini de açık kapıdan içeri giren hayvanlar yemiştir!
Geriye kalanlar da Ebu Bekir tarafından toplanmış, Osman tarafından çoğaltılmıştır!
Yukarıdaki iki hadisin uydurma olduğunu söyleyemediğimizde karşımıza çıkacak olan korkunç manzara, ne yazık ki işte budur.
Başka türlüsünü düşünmek mümkün mü?
Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine'ye gelerek Müslüman oldular. Medine'nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi. Adamlar develeri dağıttılar ve çobanı da öldürdüler. Peygamber onları yakalattı. Ellerini ve ayaklarını kesti. Gözlerini oydu. Çölde susuz ölüme terk etti. Biz onlara su vermek isteyince Peygamber bizi engelledi.
Böyle bir hadis, “(Resulüm) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ/107) ve Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. (Âl-i İmrân/159) ayetleri başta olmak üzere hiç Kur’an ayetleriyle bağdaşır mı?(1)
Âlemlere rahmet olarak gönderildiği ve son derece hoşgörülü olduğu bizzat Allah tarafından söylenen bir peygamberin, söz konusu hadis metninde geçen merhametsizliği ve gaddarlığı yaptığı nasıl düşünülebilir.
Bu, peygambere büsbütün bir iftira değil de nedir?
Peki, "Liderler mutlaka Kureyş kabilesinden seçilmelidir." şeklindeki uydurma hadise ne demelidir? Bu hadisin, insanların eşit olduğunu vurgulayan onlarca Kur’an ayetinin yanı sıra (2) Hz. Peygamber’in, "Veda Hutbesi"nde söyledikleriyle bağdaşır olduğunu söyleyebilir misiniz?
Hz. Peygamber; söz konusu hutbesinde hani, "Arabın Acem'e, beyaz ırkın siyah ırka üstün olmadığı"nı söylüyordu?
"Allah zamandır." ve "Allah, ahirette peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir." öyle mi? Peki, bu hadislere uydurma diyemeyeceksek; o zaman Allah’ın "İhlâs Sûresi"nde anlatılan özellikleri nerede kaldı?
Hani Allah zamandan ve mekândan münezzehti. Şekli ve şemali bilinemezdi.
"Allah, ahirette peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir." diyenler; olsa olsa Allah’ı, İsa-Meryem-Ruh’ul Kudüs olarak kabul eden Hristiyanlar olabilir. Böyle bir kabul, Müslüman’a yakışmaz ve insanı kesinlikle dinden çıkartır.
"Peygamber, Medine'de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı." şeklindeki hadisin uydurma değil, sahih olduğunu kabul ettiğimizde karşımıza çıkan şüphe ve kuşku şudur: Ya Hz. Peygamber, bazı ayetleri ve hadisleri, kendisine yapılan söz konusu büyünün tesiriyle ne yaptığını bilemez vaziyette iken söyleyip yazdırdıysa!
Düşünülmesi bile korkunç değil mi?
Peygamberin vefatı yaklaştığında odada içlerinde Ömer’in de bulunduğu birkaç kişi vardı. Bir ara peygamber : "Geliniz, sizin için bir daha asla sapmayacağınız bir yazı yazayım." dedi. Bunun üzerine Ömer: "Peygamber hastalığın etkisiyle ne dediğini bilmiyor, Kur'an yanınızda, Allah'ın Kitabı bize yeter! şeklinde konuştu.
Bu hadis de elbette uydurmadır.
Eğer bu hadisin uydurma olmadığını kabul edecek olursak, o zaman karşımıza bazı Kur’an ayetlerinin yazılmasının çeşitli sebeplerle engellendiği ya da son gelen vahiylerin yazıya geçirilmediği gibi bir sonuç çıkar.
Oysa "Veda Haccı" sırasında nazil olan en son ayette Allah; Bugün sizin dininizi tamamladım. (Mâide/3) buyurmaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki hadis, bu ayete açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Bazıları, bu rivayete dayanarak Hz. Peygamberin, Hz. Ali’nin halife yapılması konusunda vasiyet yazmak istediğini, ancak Ömer’in buna engel olduğunu da iddia ederler. Böyle bir kabulden, Hz. Peygamber’in, bir saltanat kurmak niyetinde olduğu sonucu ortaya çıkar ki; bu doğru değildir.
Üstelik Hz. Peygamber’in öyle bir niyeti olsaydı, bunu son nefesine bırakmaz sağlığında açık açık ortaya koyardı.
İşte size uydurma hadislerin ve bu hadislere açıkça uydurmadır diyemeyen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sebep olduğu büyük dinî meselelerden sadece birkaçı...
Bugün din mesele olarak toplumumuzun önünde duran ve çözüm bekleyen sorunların pek çoğu, işte Diyanet’in bu korkak ve çekingen tavrından ileri gelmektedir.
Diyanet, ne yazık ki; asırlar önce Buharî, Müslim, İbn Mâce, İbn Hahbel ve diğer muhaddislerin göstermiş oldukları cesareti bile göstermekten aciz durumdadır. Biz, işte böyle bir dini yapılanma ve düşünce ile laik demokratik cumhuriyetimizi muhafaza ve müdafaa etmeye çalışıyoruz.
En önemlisi de biz, işte böyle bir dinî yapılanma ve düşünce ile muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma gayretindeyiz!
Ömer Sağlam