Sultan Kanuni Süleyman Kimin Ecdadı? [Günay Tulun]

Sultan Kanuni Süleyman
Bir dizi filmin ilk bölümü yayınlandı, kızılca kıyamet koptu.
Yok efendim, "Sultan Kanuni Süleyman ecdadımızmış da o kadınlara düşkün, içki içen biri olarak gösterilemezmiş." Diziyi yapanları mahkemeye vereceklermiş. Osmanlı âşıkları ya da belli bir kesimin yandaşları her otuz saniye de bir, "RTÜK"e mail atarak durumu kınıyorlarmış. Dizi derhâl yasaklanarak, yayından kaldırılmalıymış.


Allah Allah! Niye? Doğruları ortaya koymak neden suç oluyor ki?
Bre acayip insanlar. Mustafa Kemal Atatürk atanız değil miydi ki ona her türlü küfrü her türlü çirkin yakıştırmayı uygun buldunuz. Bu ahlaksızca yakıştırmaları yapanlar ortalıkta figür saçarken bir tekiniz çıkıp da "Durun!" dediniz mi?
Demediğiniz gibi, bu çirkinlikleri; kendinizi güçsüz hissettiğiniz 
zamanlar gizliden, güçlü hissettiğiniz zamanlarsa açıkça ve yüksek perdeden desteklediniz.

Önce şunu bilesiniz!
Kanuni Sultan Süleyman ya da daha doğru bir deyişle Sultan Kanuni Süleyman adlı kişi ecdat olamaz. Çünkü ecdat Arapça ve çoğulu işaret eden bir sözcük. Anlamıysa atalar... Yani "Kanuni benim atalarımdır." demek oldukça garip bir cümle kurmak olur. Türkçe dışı dillere, özellikle Arapçaya duyduğunuz karşı konulmaz aşkla doğru konuşmayı birbirine karıştırmayın lütfen. Mail bombardımanına tuttuğunuz o "RTÜK", önce sizleri yasaklamalı ki yeni nesillerin konuşma dilini daha fazla bozmayasınız.

Siz, önce onu bilesiniz de bizler de şunları bilebilsek fena mı olur?
Hani ülkemizde sınırsız bir özgürlük vardı? Herkese yasakçı deyip duruyor, Türkiye'ye özgürlük getirdiğinizi söylüyordunuz. Hani, nerede? Vardı da birileri mi alıp götürdü?

Osmanlı âşığı kitlelerin yetiştirilmesinin nedeni, Atatürk sevgisinin karşısına bir alternatif çıkarılmasından ibarettir. Fikir babaları da İngilizlerdir.

Osmanlı bu kadar seviliyordu da neden o dönemi görüp yaşayanların küçük bir azınlığı hariç bu milletin tamamı, hem düşmana hem de Osmanlıya karşı savaştı?
Şimdi küfürbaz cahiller yine ortaya çıkıp küfür edebiyatından figürler saçacaklar.
Sıkı dursunlar, söylüyorum.
Bir dilber uğruna Mustafa dahil öz oğullarını ve öz torunlarını kalleşçe yok eden, Hanedanı geleceksiz bırakıp Osmanlının yok oluşunu başlatan Süleyman, benim olmadığı gibi küfürbaz destekçilerinin de atası değil
.
Asla da olmadı! Buna rağmen dileyen, "Yalandan kim ölmüş ki!" diyerek; seçtiği, göz diktiği her insanı, kendisine "ata" olarak tayin edebilir. Nasılsa geçmişte kalan herkes, Adem aleyhisselamla Havva Ana'mız yoluyla bugün yaşayanların atası değil mi?

Osmanlının padişahları bir yere kadar atam...
O da Sultan Orhan'a kadar...
Hadi kan karışması falan deyip ondan sonraki dört beş nesli daha atamdan sayayım. Hepsi o kadar.
Hepsi o kadar dememin nedeniyse Sultan Orhan'dan başlayarak; Osmanlının Türk soyuyla ilgisi yok olana kadar, yedi değil yetmiş düvelin kadınları Osmanlının ecesi, doğan şehzadelerinse anası olmuş.
Yalan mı?
Hadi olaya bir de bu gözle bakın.

Onlarla din kardeşi olduğum bile şüpheli. Her namaz kılan; görünüş olarak değil, gerçekten Müslüman olsaydı, dünya ne güzel olurdu değil mi?
Hadi din kardeşlerimizdi diyelim. Sizler bundan mutluluk duyabilirsiniz ama ben; oğul, kardeş, torun katilliğini bir kılıf uydurup dine ve yasalara uygun hâle getirdiğini iddia eden canilere atam demekten utanırım. Öldürülen o kardeşlerin ruhları önünde yapamam bunu. Özetlersek Allah'tan korkar, kuldan utanırım.
Peki, öldürülen kardeş siz olsaydınız nasıl tanımlardınız bu durumu?
Hakça mı?
Bana cevap yetiştirmenize gerek yok.
Kendi kendinize cevaplayın bunu...

Şimdi birileri çıkıp da her zamanki teraneyle "Devletin bekası" diye savunmasınlar bu çirkin olayı. Koca ülkede bir Allah'ın kulu çıkıp da çare bulamamış mı bu cinayetlere. İyi de önlerindeki, "Muazzez Peygamberimin" ve onun can dostlarının uyguladığı cumhuriyet idaresini de mi görememişler? Çıkarları sürdükçe her kötülüğe baş sallamaktan, görmeye de düşünmeye de vakitleri olmamış besbelli...
Hadi bakalım, olayı bir de bu yönden alıp değerlendirin şimdi...

Ah o dalkavuklar, insanlara ederlerinden fazla değer yükletenler, övgüleriyle insanları çizgi dışına savuran çıkarcılar yok mu?
İşte, Osmanlıyı bir de bu yönden değerlendirmek gerek.

Uzun yıllar önce "Sultan haremlerinin ne kötü bir kurum olduğunu anlatırken", sonradan dindar değil dinci bir partiden siyasete soyunan Mustafa adlı biri karşı çıkmıştı buna... Papağan gibi söylediği tek şey, sultan haremlerinin sosyal bir gereklilik olduğuydu. Yani Sultan Beyefendi kadın bolluğu içinde yüzecek, canı isteyince istediğinle birlikte olacak; bunun da adı, birilerine göre sosyal olgu olacaktı.
Sosyal olguya dikiz!..
Yok efendim, o kızcağızların ancak bir ikisi padişahın koynuna girermiş de diğerleri enderunda yetiştirilenlere verilirmiş. Sanki her şeyin padişahın iznine tabi olduğunu bilmiyoruz da yutturacaklar bunu...
Padişahımız Beyefendi izin vermezse ne olacak?
Hem izin verse ne olur ki? Harem olayının zalimliğini yok eder mi izin?
Kim ne derse kim saptırmaya çalışırsa çalışsın, bu harem konusu; yalnız Osmanlının değil, uygulayıcı tüm milletlerin yüz karasıdır.
Sen küçücük çocukları analarının babalarının sıcak yuvasından kopar, getir bir başka ülkenin yöneticisinin koynuna sokmak için yetiştir. 

Olacak iş mi yani?
Size, çocuklarınıza yapılsa ne hissederdiniz?

Gelelim işin doğrusuna: "Harem Dairesi" öyle bir yer ki yüzyıllar içinde biriken; "kin, hüzün, acı, dehşet ve cinayetlerin ağırlığı" havasında asılıp kalmış gibi... Huzursuz ediyor insanı...


Analarının bağrından koparılmış küçük çocuklar; rakibesini ekarte edebilmek için bütün gün birbirinin ensesinde olan analar, halayıklar, harem ağaları ve diğer görevliler; egemen pozisyonunda bulunup herkesi baskı altında tutan valide sultanlar ve günün gözdeleri...
Siz böyle bir ortamda yaşamak ister miydiniz?
Mutlaka isterdiniz.
Çünkü görebildiğiniz tek şey "Padişahım çok yaşa!"
Ensesinde, başkalarının nefesini hisseden kişinin kendiniz olduğunu düşünsenize biraz!

Harem olayına, bir de şu gerçeklerin ışığında bakın:
Sen, oğlun padişah olsun diye, diğer şehzadeleri ölüm dahil her türlü silahı kullanarak saf dışı bırakmaya çalışırken; diğer yandan da oğlunu zehirlemesinler diye yirmi dört saat pür dikkat kesilerek yaşıyor, sana destek olacağını düşündüklerinin peşinden ayrılmıyorsun. Üstelik bu durumu bilen tüm şehzadeler, aynı bölümdeki geniş bir oda da bulunuyorlar. Birlikte oynama, ders görme, yetiştirilme mecburiyetindeler. Tahtı kaptırdıkları takdirde, birlikte oynadıkları o kardeşin, "Hal edile..." emrini saniye kaybetmeksizin vereceğini de biliyorlar.
Kim bunalım geçirmez, kimin aklı başında kalabilir ki?
Siz, aynı şartlarda yaşasaydınız normal olabilir miydiniz acaba?

Padişahlar içki içmezlermiş. 

Hadi canım, onlar da insan onlar da bin bir zaafı olan kullar değil miydi? Elleriyle yazdıkları şiirlere, güftelere bakın. "Badeler, meyler, abıhayatlar, şaraplar, bilmem ne şerbetleri"ni Demirhindi Suyu mu sanıyorsunuz?
"Piyale, nuş etmek, cam-ı cem, saki sun!" ne demektir, saki neyi neyle sunar bilmez misiniz?

Adamcağızlar elleriyle yazmışlar. Hem de öyle açıkça yazmışlar ki çoğu yerde bağıra bağıra "Şarap!" demişler. Onlar der, sizse "Dememişler!"

Onların günahlarının avukatlığını yaparken de komik oluyorsunuz. "Efendim; aslında başka şey demek istemişler de!"

Padişahlar içer mi hiç? 
İçer mi? İçmez!
Çünkü onlar kutsalımızdır. İçmezler, kadın sevmezler, şarkı söylemezler, beste yapmazlar, haksızlık etmezler, kafa uçurtmazlar, kafaları bozulunca sağa sola savaş açmazlar. Hepsi insanüstü varlıktır onların.

Hayatları yalnız kahramanlıklarla geçmiştir.
Böyle düşünenlere vah vah! Vah ki ne vah!

Peki bu insanların hiç mi güzel işleri yok?
Olmaz olur mu? 
Bırakmıyorlar ki onları anlatalım. 
Abukluktan onlara sıra gelmiyor bile...
Daha şimdiden "Ecdat ecdat!' diye bir kanaldan diğerine hoplayan, bir meydandan diğerine ışınlanan garip kılıklı adamlar türedi her yerde...
Bu adamlar; şeytanın papası Ratzinger, "Sevgili peygamberim Hazreti Muhammed Mustafa"ya şeytan derken neredeydiler acaba?
Söyleyeyim: Hepsi araziye gönderilmişti aniden.



Günay Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN