Amaç, yabancı bir ülkedeki vatandaşlarımızın can güvenliğini sağlamak ise evet bu konudaki çalışmaları küçümsemek niyetinde değiliz. En azından şimdiye kadar 10 bin civarındaki (1) vatandaşımızı Türkiye’ye getirmiş durumdayız. Ancak, bu tahliyeyi asrın ya da tarihin en büyük tahliye çalışması olarak nitelemek, insaf ölçüleriyle bağdaşmamaktadır ve bu, düpedüz AKP propagandası yapmaktır. Keşke, AKP Hükûmeti, bu tahliyeyi yaparak başarı göstereceğine, 25.000 Türk’ün güvenliğini bulundukları yerde ve işlerinin başında sağlama başarısı gösterebilseydi. Libya’daki ayaklanmanın en başta oradaki Türklere yönelmesi ve Libya lideri Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam Kaddafi’nin “Libya Türklere ve İtalyanlara bırakılmayacaktır” diyerek Türklere karşı olan tarihî Arap kinini tekrar kusması enteresan olmuştur.
Anlaşılıyor ki; AKP Hükûmeti henüz, Arap-Türk kardeşliğini ya da dostluğunu yeterince tesis etme başarısı gösterememiştir. Bu ülkelerle olan ilişkilerimiz hala pamuk ipliğine bağlıdır ve Araplar, Türklerin en büyük can düşmanlarından birisidir. Başları sıkıştığında veya canları çektiğinde ülkelerinde bulunan masum Türk vatandaşlarının canlarına ve mallarına kast etmeleri bundandır. Bu sebeple, Libya’dan yapılan tahliyeler, “Türk tarihinin en büyük tahliye çalışması” şeklinde bir başarı öyküsü şeklinde sunularak geçiştirilemez. Üstelik bu tahliyenin, Türk tarihinin en büyük tahliye çalışması olduğu iddiası da doğru değildir. Çok eskilere gitmeye gerek yoktur; Türkiye, daha dün denilebilecek bir tarihte, 1975 yılında Kıbrıs’ta bulunan 60.000 vatandaşını iki hafta içinde tahliye etmiş bir ülkedir. Onur Öymen,“1975 yılında Güney Kıbrıs’ta kalan ve İngiliz üslerine sığınan 60 bin yurttaşımızı iki haftadan az bir sürede tahliye ettik. İngiliz Agrotiri üssünden Adana’ya 10 gün içinde havadan taşıdığımız yurttaşlarımızın sayısı 9391 idi…”diyor.(2)
Dolayısıyla; Hükûmet'in Libya’dan yapmış olduğu tahliyeleri ne küçümseyelim, ne de Hükûmet lehine siyasi propaganda vesilesi yapmak adına üstün bir başarı öyküsüymüş gibi sunalım. Anlaşılan AKP Hükûmeti, 12 Haziran seçimleri için bu tahliyelerden siyasi prim elde etmeye kararlı gözüküyor. AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olup, genelde iç denizlerde şehir hatları vapuru olarak kullanılan sözüm ona iki adet hızlı feribotun, apar topar Libya’ya gönderilmesi bu sebepledir. Feribotlar, iç sular için dizayn edildiklerinden, Akdeniz gibi açık denize çıktıklarında zor anlar yaşamışlardır.
Arap Milliyetçisi Kaddafi’nin Çadırı ve Süt Devesi
Muammer Kaddafi’nin en belirgin özelliği, Arap kültürüne sıkı sıkıya bağlı olması, yani bir anlamda aşırı Arap Milliyetçisi olmasıdır. Onun bu hususiyeti, “Çadır” kelimesinde somutlaşmış durumdadır. Bilindiği gibi Muammer Kaddafi, ülkesine gelen konuklarını mutlaka sahraya kurdurmuş olduğu Bedevi Çadırı’nda ağırlamakta, resmî görüşmelerini bu çadırda gerçekleştirmektedir. Hatta Kaddafi bu işi o derece abartmıştır ki; bedevi çadırını gittiği yabancı ülkelere de götürmekte ve bu çadırı gittiği ülkenin başkentindeki en meşhur meydana kurdurmakta ve resmî görüşmelerini bu çadırda yapmaktadır. Roma, Paris, Brüksel, Londra ve Moskova hiç fark etmiyor onun için. Kurduruyor çadırını şehrin meydanına, sonra gelsin o ülkenin devlet ya da Hükûmet başkanları. Kaddafi, bu durumu kendisi için bir şeref, bir üstünlük ve büyüklük olarak kabul ediyor. Böylece konuklarının ayağına gitmemiş, bir anlamda onları kendi ayağına getirmiş oluyor! Tıpkı Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın, Türkiye ziyaretinde bizim Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ı kalmış olduğu otelde kabul etmesi gibi bir şeydir bu.
Bedevi (yani çöl insanı) olarak 1942 yılında bir çadırda dünyaya gözlerini açan Kaddafi, Libya'ya gelen yabancı konuklarını genellikle, 1986 yılında ABD bombardımanında enkaz haline gelen ikametgâhının yanına kurdurduğu dev çadırda kabul ediyor. Kaddafi, 1997 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile görüşmek için gittiği Paris'te bile çadır kurdurmuştu.
2004 yılında birçok Avrupa ülkesini kapsayan resmi gezisinde benzer davranışlar sergileyen ve AB’nin başkenti Brüksel’de bile Bedevi Çadırı kurduran ve AB temsilcileriyle yapmış olduğu görüşmeleri bu çadırda gerçekleştiren Muammer Kaddafi, bu konudaki en ilginç davranışını, 2007 yılı içinde Etiyopya'nın Başkenti Addis Ababa'da sergilemiştir. Zira Muammer Kaddafi, "Afrika Birliği 8’inci Zirvesi için gittiği Addis Ababa’da, beş yıldızlı Sheraton Oteli’nin bahçesine Bedevi Çadırı kurdurmakla kalmamış, bu sefer taze süt için götürdüğü devesini de bu çadırın önüne bağlatarak iyi bir şov yapmıştır. Konuya ilişkin haberde ayrıca şöyle deniliyordu:
“Libya lideri çadırda kalırken, heyet ve koruma ordusu beş yıldızlı otelde kat kapattı. Kaddafi'nin çok sayıda koruması, çadırın etrafından adeta etten bir güvenlik duvarı oluşturdu. "Dünya Basını"nın çadırı görüntülemesini önlemek ve yabancıların girişini engellemek için, çadırın bulunduğu alana özel izni olmayan hiç kimse geçirilmedi. Otel müşterileri bile, Kaddafi'nin çadırının bulunduğu bölüme giremedi. Sheraton Oteli'nin bahçesini dolaşmak isteyen otel sakinleri, çadırın bulunduğu bölümde yürüyüşlerini noktalamak zorunda kaldı. Çadırın bulunduğu alana girebilmek için özel iznin yanı sıra ayrıca x ray cihazından da geçmeniz gerekiyor… Kaddafi, 15 yıl aradan sonra, 28 Nisan 2004'de yaptığı ilk Avrupa gezisinde bedevi çadırı ile gündeme oturmuştu. Kaddafi Brüksel'deki ‘Val Duchesse’ Devlet Konukevi'nde kalmak yerine, konukevinin bahçesine büyük bir Bedevi çadırı kurdurmuştu. Çadır, Kaddafi'nin Libya ile iletişimini sağlaması için çanak antenlerle donatılmıştı.”(3)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kasım/2009 ayının son günlerinde Libya’ya yapmış olduğu resmî ziyarette Libya Diktatörü Muammer Kaddafi’yi Türkiye’ye davet ettiği, onun da bu ziyareti en kısa zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğüne ilişkin haberler çıktı Türk Medyası’nda. Kaddafi, ülkesindeki ayaklanmadan sağ salim çıkıp Türkiye’ye gelir mi emin değiliz. Esasen uzun süre iktidarda kalacağını sanmıyoruz. Eğer bir mucize olur ve iktidarda kalmaya devam ederse ve ilişkiler düzelir de Türkiye’ye gelirse süt devesini olmasa bile en azından çadırını da beraberinde getireceği muhakkaktır. Ankara’nın göbeğindeki Kızılay veya Ulus Meydanı ile İstanbul’un Sultanahmet Meydanı’na ya da TBMM’nin önündeki parka veya Çankaya Köşkü’nün bahçesine bedevi çadırını kurdurduğu takdirde Türk halkına iyi bir sirk gösterisi sunacağı beklenmelidir! Hele hele bu çadırın önüne bağlanacak bir süt devesi, bu sirk gösterisine olan ilgiye tavan yaptırtacaktır. Bereket versin, bu ihtimal artık büyük ölçüde ortadan kalkmış gözüküyor. Çünkü Kaddafi artık gidicidir. Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz…
Şimdi Muammer Kaddafi’nin bütün bu davranışlarını nasıl açıklamak gerekir? Doç. Dr. Neşet Çağatay’ın dediği gibi, “Arap, şiirinin zenginliğiyle, atının çevikliğiyle, kılıcının parlaklığı ve keskinliğiyle, yay ve oku ile öğünür”(4) sözü, Kaddafi’nin davranışlarını açıklamak için yeterli olabilir mi? Sanmıyorum. Ancak, Prof. Dr. İlhan Arsel’in tespiti, bu konuda belki biraz daha yol gösterici olabilir. Şöyle diyor İlhan Arsel; “Eski ve yeni hemen bütün Arap yazar ve düşünürler, Arap’ın hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ve hiçbir yabancı egemenliği altında Araplığını yitirmemiş, kendi milli benliğinin bilincinden uzaklaşmamış olmasını iftiharla, gururla belirtirler ve bunu Arap dehasının ve üstünlüğünün bir sonucu olarak görürler. ‘Arap nereye gitti ise Araplığını da beraberinde götürmüştür’ derler”.(5)
Ömer Sağlam
_______________________
1- Başbakan’ın vermiş olduğu bilgiye göre ve bugün saat 14.45 itibarıyla bu sayı 14.187’dir.
2- Melih Aşık, Milliyet, 26.02.2011,
3-http://arsiv.sabah.com.tr/2007/01/30///gun126.html internet adresinde bulunan Bülent Aydemir imzalı ve “Kaddafi beş yıldızlı otele çadır kurdu” başlıklı haber,
4-Neşet Çağatay (Doç. Dr.), İslâm’dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜ İlahiyat Fakültesi Yayını, Ankara,1957, s. 89,
5- İlhan Arsel (Prof. Dr.), Arap Milliyetçiliği ve Türkler, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara, 1975.s. 27.