Bu tarihten yaklaşık bir yıl sonra 2 Mart 2009 günü yine bir vesile ile ziyaretine gittiğimde masasındaki “Konrad Adenauer Stiftung e.v.” tarafından verilmiş kartvizitin hâlâ masasında ve herkesin dikkatini çekecek şekilde durmakta olduğunu görünce meraklanıp sordum;
-“Hocam şu kartvizit dikkatimi çekti. Sizin Konrad Adenauer Vakfı’nda herhangi bir göreviniz mi var?”
Hoca böyle bir soruyu hiç beklemiyor olmalıydı ki; biraz da şaşırarak şu cevabı verdi;
- “Hayır. Bu kartvizit değil, yaka kartıdır. Adaneuer Vakfı’nda bir sempozyuma katılmıştık. O zaman vermişlerdi. Ben de masada başka isimlik olmadığı için buraya öylesine koydum…”
Hoca bu arada yaka kartını yerinden aldı ve sol göğsündeki cebinin üzerine takmak istedi. Kartı yerinden alınca arkasından Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenmiş ve üzerinde adı geçen vakfın amblemi de bulunan ikinci bir kartvizit daha çıktı!
Anladım ki; Hoca, senelerdir Yayın Kurulu Başkanlığını yaparak bu hizmeti karşılığında ücret aldığı Türkiye Diyanet Vakfı yerine, sadece bir sempozyumuna katıldığı Konrad Adenauer Vakfı ile tanınmak istiyordu! Böyle istemese bile, en azından ziyaretine gelen misafirleri üzerinde “Konrad Adenauer Vakfı” ile ilişki içinde olduğu intibasını bırakmaya çalışıyordu. Tıpkı benim üzerimde böyle bir intiba bıraktığı gibi! Kim bilir bu isimliği (yaka kartını), belki de bir prestij vesilesi olarak kullanıyordu! Yoksa Hoca'nın “Masada isimliğim olmadığı için bu yaka kartını isimlik yerine kullanıyorum” şeklindeki savunması çok tutarlı bir savunma değildi. Üstelik aynı yerde TDV tarafından verilmiş ikinci bir kartvizit daha bulunmakta iken!
Öte yandan eğer istemiş olsaydı, Türkiye Diyanet Vakfı, onun için değil pirinç, bakır veya gümüş, altından bile bir isimlik yaptırabilirdi! Çünkü Prof. Dr. M.Saim Yeprem, o tarihlerde hem TDV Yayın Kurulu Başkanı hem adı geçen vakıfça yürütülen meşhur hadis projesinin koordinatörü hem de emekli olmakla birlikte DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi sıfatıyla televizyon ekranlarının gediklisi durumunda idi. Bu sıfatıyla DİB adına fetvalar verip duruyordu hoca. Yani o tarihlerde kılıcının her iki tarafı, hatta kabzası bile kesen, dediği dedik, çaldığı düdük bir din adamıydı. Hiçbir isteği geri çevrilemez konumdaydı. Üstelik mensubu bulunduğu vakfın en modern makinelere sahip devasa bir matbaası da vardı.
Böyle bir vakfın bir çalışanının, adı geçen vakıftaki odasında bulunan "çalışma masasında yabancı menşeli bir vakıf tarafından verilmiş isimlik kullanıyor olması" doğrusu benim için çok şaşırtıcıydı. Zira Türkiye Diyanet Vakfı’nın bir çalışanının masasına “Konrad Adenauer Vakfı”na ait isimlik pek yakışmıştı!!!
Sayın Başbakan Alman Vakıflarından maddi kaynak alan CHP’li ve BDP’li belediyeler olduğunu ve bu kaynakların bir kısmının dolaylı yollardan PKK terör örgütüne aktarıldığını söyleyince hemen “Konrad Adenauer Vakfı” ve bununla irtibatlı olarak yukarıdaki anekdot geldi aklıma. Yani, Başbakan’ın “Bunlar ulemanın işi” diyerek bazı toplumsal meselelerin çözüm yeri olarak göstermiş olduğu ulemanın başındaki adam, isminin “Konrad Adenauer Vakfı” ile yan yana gelmesinden hiçbir şekilde rahatsızlık duymadığı gibi bilakis bunu bir övünç ve prestij aracı olarak görüyordu. Özetle; tavır ve tutumuyla, “Konrad Adenauer Vakfı, Türkiye için zararsız bir vakıftır” demek istiyordu.