Geçmişte MHP sözcülerinin (1), şimdi de CHP sözcülerinin ısrarla dile getirdikleri bir iddia var. Bu iddia, “Hükûmet AB ve ABD’den gelen baskılarla Diyanet’e baskı yaptı, Diyanet’te hutbelerde okunması geleneksel hâle gelen ‘Allah katında yegâne hak din İslam’dır’ ayetinin okunmasını yasakladı’ iddiasıdır. Hükûmet çevreleri ve Hükûmet'e yakın medya organları ise ısrarla bu iddianın doğru olmadığını ve böyle bir şeyin olmasının da mümkün olamayacağını dile getiriyorlar. Yani ortada bir kör dövüşü sürüp gidiyor. Bu konudaki en son yalanlama Diyanet’ten de sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan geldi. Bakan özetle; “Yok böyle bir şey” diyor.
Acaba gerçekten de böyle bir şey yok mu? Bu ülkenin koskoca bir bakanı, halkına yalan söyleyemeyeceğine göre acaba bakan yanıltılıyor olabilir mi? Ya da geçmişte MHP, şimdi de CHP, Diyanet’e ve Hükûmet'e iftira mı atıyorlar? Sorumlu bir vatandaş olarak, yöneticilerimize yardım etmek boynumuzun borcu olduğuna göre; bildiklerimizi anlatalım isterseniz.
Şunu peşin peşin söyleyelim ki; Sayın Bozdağ, belki de farkında olmadan halka yanlış bilgi vermektedir. Çünkü yakın geçmişte böyle bir şey yaşanmıştır Türkiye’de. O zaman Sayın Bakan, halkına yalan söyleyemeyeceğine göre, birileri bakanı yanıltarak siyasi kariyeriyle oynuyor demektir. Oysa Sayın Bozdağ, istikbal vadeden bir siyasetçi. Bu tür yalancıları maiyetinde barındırmasa, en azından kendi geleceği için doğru bir iş yapmış olur. Evet, bence de bakana yanlış bilgi vererek, onun halka yanlış bilgi aktarmasına sebep olanlar var ortada. Bu yanlış bilgiyi verenler her kimse, bakana, Hükûmet'e ve daha da önemlisi Türk Milleti’ne karşı büyük bir vebal altına girmiş bulunmaktalar. Bu adamların, bir an önce tövbe ederek yanlışlarından ve yalanlarından rücu etmeleri gerekir. Hele hele bu yanlış bilgi, Diyanet çevrelerine mensup bir din adamı tarafından veriliyorsa, bilinsin ki; bu adam, dinin açık hükmüne rağmen ve din adına yalan söylemektedir. Eğer Diyanet çevrelerinde böyle bir adam yoksa ve bakana bu anlamda bir bilgi verilmemişse o zaman da Sayın Bakan'ın bu millete bazı açıklamalarda bulunması gerekiyor diye düşünüyorum ben…
Siyasileri ve gazetecilerin yazdıklarını bir tarafa bırakarak, isterseniz somut bilgi ve belgelerden hareketle girelim konuya.
Ben orta ve liseyi İmam-Hatip Lisesi’nde okumuş bir insanım. Lise kısmı eskiden beri dört yıl olan bu okulların son sınıfında “Hitabet” diye bir ders vardır ve bu ders, büyük ölçüde tatbikata yöneliktir. Yani bu derste, namaz nasıl kıldırılır, vaaz nasıl verilir, hutbe nasıl okunur gibi şeyler öğretilir öğrencilere. Hatta öğrencilere, uygun mahalle camilerinde veya okulun bu okullardaki tatbikat mescitlerinde uygulama yaptırılır. Yani cemaate vaaz verdirilir, Cuma namazı kıldırılır ve hutbe okutturulur. Öğrencilerin bu konulardaki performanslarına göre de kendilerine not verilir.
İşte bu tatbikatlar sırasında hutbenin birinci bölümü, yani nasihat bölümü okunduktan sonra öğrencilere besmele çekilerek Kur’an’dan kısa bir ayetin okunması tavsiye edilir ki; bu ayet genelde Âl-i İmrân suresi’nin 19. ayetinin “Allah indinde hak din İslam’dır…” anlamındaki bölümüdür. Bu ayetin hutbelerde okunması bir zorunluluk değilse de okunması son derece anlamlıdır. Bu ayeti okumakla hatip şöyle demek ister; “Ey Müslümanlar, deminden beri İslam adına bir sürü laf söyledim. Bunun sebebi, İslam’ın Allah katında yegâne hak din olmasıdır…”. Yani bir anlamda İslam Dini’nin meşruiyetini tescilleyen bu ayetin, hutbelerde okunması son derece anlamlıdır ve böyle olduğu için de yüzyıllardır hutbelerde okunması gelenek hâline gelmiş bulunmaktadır.
ABD ve AB, bu ayetin hutbelerde okunmasından rahatsız olmuş mudur ve bu rahatsızlığı açıkça dile getirmiş midir? Elimizdeki bilgiler, bu sorulara “EVET” diyemesek bile en azından “MÜMKÜNDÜR” dememizi gerektiriyor.
Konuya ilişkin makalesini yazdığı sırada bile Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi sıfatını taşıyan, yani kurumun içinden birisi olan Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, “Dinler Arası Diyalog ve Başkalaştırılan İslaâm” başlıklı makalesinde;
“2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın komisyon tarafından hazırlanan İlköğretim 5. Sınıf ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ ders kitabında da kelime-i tevhit’ten ‘Muhammedun Resulullah’ ibaresi çıkartılmıştır.” (2) dedikten sonra, sözü mensubu bulunduğu kuruma, yani Diyanet İşleri Başkanlığı’na getiriyor ve makalesinin “Cuma Hutbelerine İtiraz” ara başlıklı bölümünde şöyle diyor:
“2006 yılı içerisinde, eski ABD Türkiye Büyük Elçisi E. Edelman ve AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Kretschmer’in Cuma hutbelerinde geleneksel olarak okunan ‘Allah indinde din, İslamdır’ (Âl-i İmrân,19) mealindeki ayetinin okunmasıyla dinler arasında ayırım ve Hristiyanlığa tehdit yapıldığı iddiasıyla rahatsızlıklarını dile getirdikleri basında yer aldı. Hatta Edelman’ın bu rahatsızlığını AKP Hükûmeti'ne mektupla ilettiği söylendi. Yine basında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müftülüklere genelge göndererek, söz konusu ayetin okunmamasını talep ettiği yönünde haberler yer aldı. Bunun üzerine Başbakanlık 03.04.2006 tarihli basın açıklamasıyla olayı yalanladı. Benim de bildiğim kadarıyla Başkanlığın müftülüklere göndermiş olduğu resmî bir genelgesi yoktur. Ancak, o günden bugüne, gerek yurt içindeki ve gerekse DİTİB’e bağlı yurt dışı camilerinde hutbelerde bu ayetin okunmasında kayda değer bir azalma olduğu gözlemlenmektedir. Bunda bazı imamların veya müftülerin şahsi tutumları da etkili olmuş olabilir!” (3)
Görüldüğü gibi DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi, bu sıfatı üzerinde iken yazmış olduğu makalede, konuyu gündemine alıyor, ancak bu konuda “bazı imamların veya müftülerin şahsi tutumları da etkili olmuş olabilir!” diyerek kendisine bir temkin hakkı yaratıyor. Sayın Profesör aslında böyle bir şeyin olduğunu biliyor ama ne olur ne olmaz düşüncesiyle (belki de Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği gibi son derece prestijli bir göreve bir daha seçmezler diye düşünerek) sorumluluğu kendine göre bazı işgüzar müftü ve din adamlarının üstüne yıkmaya çalışıyor. Ancak adı geçenin şu sözleri, o günlerde Diyanet’te esen rüzgârların hangi yönde olduğunu anlatmaya yetiyor da artıyor bile:
“Diyanet İşleri Başkanlığı da Aralık 1999 ayından itibaren Dış İlişkiler Dairesi’ne bağlı olarak Dinler Arası Diyalog Birimi’nin kurulmasıyla dinler arası diyalog kervanına katılmıştır. Bazı Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları ve memurları, dinler arası diyalog faaliyetlerine hizmet için bize göre yanlışlıklar yapmaktadırlar. Bir iki örnek de bunlardan verelim: Riyâzu’s-Sâlihin adlı İmam Nevevî’nin meşhur eserinin tercümesini Başkanlık uzun süredir basmaktaydı. Hadislere yorum eklenmiş, -bence güzel de olmuş- yeni bir basım istemiyle, Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanlarından bazılarının inceleme raporuyla Din İşleri Yüksek Kurulu’na gelen eser hakkında, uzman raporlarından birisinde bazı hadislerin eserden çıkarılması teklifi vardır ki; onlardan birisinin gerekçesi, hadisin ‘medeniyetler ittifakı ve dinler arası diyalog stratejisine aykırıdır’ yargısıdır”. (4)
Yorum yapmak istemezdim. Ancak DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, yukarıdaki sözlerle açıkça demek istiyor ki; “Diyanet’te, bazı düzenlemeler yapılırken, ‘medeniyetler ittifakı ve dinler arası diyalog stratejisine aykırıdır’ kaygısıyla hareket edilmiş olabilir!”
İşte adı geçenin bu çıkışı, bizde de tartışma konusu yapılan ayetin hutbelerde okunmasının yasaklanmış olabileceği gibi bir kanaat uyandırmıştır. Sayın Profesör diyor ki; “…Ancak, o günden bugüne, gerek yurt içindeki ve gerekse DİTİB’e bağlı yurt dışı camilerinde hutbelerde bu ayetin okunmasında kayda değer bir azalma olduğu gözlemlenmektedir”.
Açılımı “Diyanet İşleri Türk İslam Birliği” olan DİTİB, Almanya’da faaliyet gösteren bir kuruluştur. Kuruluşun başında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Din Hizmetleri Müşaviri unvanıyla Almanya’ya gönderilen üst seviye bir din adamı bulunmaktadır. DİTİB’in Almanya’daki yapılanması, tıpkı Türkiye Diyanet Vakfı’nın Türkiye’deki yapılanması gibidir. Çünkü merkezi, Türklerin yoğunlukla yaşadığı Köln’de bulunan DİTİB’in Almanya’nın belli başlı kentlerinde şubeleri vardır ve bu şubeler de yine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Din Hizmetleri Ataşesi unvanıyla gönderilen kişilerce yönetilmektedir. DİTİB’e bağlı camilerde görev yapan din görevlileri de yine Başkanlıkça Türkiye’den gönderilmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Sivil Toplum Kuruluşu şeklindeki uzantısını Almanya’da DİTİB şeklinde örgütlerken, Belçika, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerde Hollanda Diyanet Vakfı, Belçika Diyanet Vakfı ve Danimarka Diyanet Vakfı şeklinde örgütlemiştir. Ayrıca İsveç, Danimarka, Fransa, İsviçre, İngiltere ve Avusturya gibi Avrupa ülkeleriyle Romanya ve Makedonya gibi bazı Balkan ülkelerinin yanı sıra Avustralya, ABD, Suudi Arabistan ve Rusya gibi ülkelerde, ayrıca Türk Cumhuriyetlerinde de Başkanlığa bağlı müşavirlik ve ataşelikler, buralara bağlı cami ve din görevlileri bulunmaktadır.
Bu bakımdan Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar’ın DİTİB tabirini, sadece Almanya için değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yurt dışı teşkilatı bulunan bütün dünya ülkeleri olarak anlamak gerekmektedir. Anlaşılacağı üzere; “Allah indinde yegâne din İslam’dır” anlamındaki Kur’an ayetine getirilen yasaklama, Diyanet’in yönetimindeki bütün yurt içi ve yurt dışı camileri için geçerli olan dünya çapında bir yasaklamadır!
ABD’nin ve AB’nin bu konuda talepte bulundukları ve bir anlamda baskı yaptıkları kuvvetle muhtemel de acaba Diyanet, denildiği gibi bu baskılar karşısında söz konusu ayetin hutbelerde okunmasını yasaklayarak bir anlamda takiye yapmış olabilir mi? Bundan elbette emin değiliz. Ancak Türkiye’de bu ayetin açıkça yasaklanması herhâlde her babayiğidin harcı değildir. Çünkü bu ülkede böyle bir yasak getirecek bir adam, Ankara’nın Kızılay’ında veya İstanbul’un Sultanahmet’in de şeytan niyetine taşlanır. Şükürler olsun ki; bu ülkede bunu yapacak dini bütün insanlar, hâlâ yeteri kadar vardır.
Dolayısıyla Hükûmet'in veya Diyanet'in açıkça böyle bir uygulamaya gitmesi ve “Hutbelerde bu ayeti okumayın!” demesi herhâlde mümkün değildir. Ancak şöyle demesi elbette mümkündür: “Bu ayetin hutbelerde okunması şart değildir. Eğer hutbelerde mutlaka bir ayet okunması gerekiyor ise Kur’an’da 114 sure ve (yaygın söylenişe göre) 6666 tane ayet vardır. Söz konusu ayet yerine bu ayetlerden herhangi biri pekâlâ okunabilir”. Öte yandan Diyanet’in, söz konusu ayetin hutbelerde okunmasını önleyecek başka tedbir ve enstrümanları da vardır ki; bunların başında hutbelerin okunması hakkında uygulanacak esasları düzenleyen “Hutbe Değerlendirme Kılavuzu” gelmektedir. Ayrıca sık sık yapılan müftü seminerleri ve şûra toplantıları da bu tür uyarıların yapılması için iyi bir fırsattır. Zira bu tür seminer ve şûra toplantılarında alınan kararlar, Diyanet’te, tıpkı MGK’da alınan tavsiye kararlarının, hükûmetler üzerinde yaratmış olduğu etki gibi bir etki yaratmaktadır! Adı “Tavsiye Kararı” olsa da, yaptırım gücü olan kararlardır bunlar.
Cumalarını sektirmeyen ve bu konuya özellikle eğilen bir adam olarak itiraf etmem gerekirse; 2006 yılından başlayıp, 2010 yılının Mayıs ayına gelinceye kadar, hutbelerde söz konusu ayetin okunduğuna ben de şahit olmadım. Bu sürede hatipler, bu ayeti ya hiç okumadılar ya da içlerinden okudular. 2010 yılının ikinci yarısından itibaren ise bu ayetin bütün camilerde özellikle yüksek sesle okunduğuna şahit oluyoruz. Anlaşılan Diyanet, “yok böyle bir yasaklama” ya da “madem öyle gel böyle” dercesine, bu ayetin Cuma günleri minberden yüksek sesle okunmasını emir buyurmuş din görevlilerine. Belki de bu konuda Hükûmet'in AB’ye “Almazsanız almayın” anlamına gelen hafif diklenmelerinin ve kendisine duymuş olduğu güvenin de etkisi vardır.
Bu ayetin açıkça okunmadığı günlerde, eski bir mesai arkadaşları olarak konuyu birçok müftüye ve İmam-Hatibe sorduğum hâlde “Hayır böyle bir yasaklama yok!” cevabını aldım. Ancak yine de bu konuda bir bit yeniği olduğunu tahmin ettiğimden konuyu araştırdım ve karşıma bakın ne çıktı?
Bilindiği gibi, General Çevik Bir’in literatürümüze armağan ettiği tabirle 28 Şubat Post Modern Darbesini takip eden günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı, merkezî ezan ve merkezî hutbe uygulamasına geçmişti. Bu düzenlemeye göre; hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı merkezinde hazırlanıyor, gerek aylık dergi içinde ve bu derginin eki olarak gerekse faks ve internet yoluyla müftülüklere iletilerek camilerde okunması sağlanıyordu. Mehmet Nuri YILMAZ’ın Diyanet İşleri Başkanlığı zamanında başlatılan bu uygulama, AKP’nin iktidara gelmesiyle ve Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU’nun Diyanet İşleri Başkanı yapılmasıyla birlikte önce gevşetilmiş, sonra da tamamen kaldırılmıştır. Hutbeler, yine 28 Şubat 1997 öncesinde olduğu gibi hazırlanıp okunmaya başlamış, bu durum Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU imzasıyla yazılan 17.02.2006 tarih ve B.02.1.DİB.0.12.00.01/230-02-230 sayılı yazı ile İl Müftülüklerine bildirilmek suretiyle resmiyet kazanmıştır.
O günlerde ve elbette bu günlerde medyada çıkan haberlerde adı geçen “Hutbe Değerlendirme Kılavuzu” işte bu yazı ekinde yer alan talimatlardır. Zira yazının “Konusu” bölümünde “Hutbe Hazırlama ve Değerlendirme Kılavuzu” yazmaktadır. 1999 yılında başlanan “Hutbelerin Merkezde Hazırlanması” uygulamasına son verilerek, hutbelerin artık müftülükler bünyesinde kurulacak komisyonlar marifetiyle hazırlanacağı ifade edilen yazının ekinde, söz konusu komisyonların teşkilinden çalışma şekline, hutbelerin hazırlanmasından değerlendirilmesine ve hutbelerde okunacak dualara kadar birçok konuya yer verilmiştir. Söz konusu yazının ekinde (Ek:2) olarak zikredilen “Hutbe Duaları” başlığını taşıyan iki sayfalık kısımda ise hemen hemen İmam-Hatip liselerinde öğretilen dua ayetlerin aynısına yer verilmiştir. Bu bölümün, İmam-Hatip liselerinde öğretilen ve son birkaç yıla kadar bütün camilerde uygulanan hutbe okuma yönteminden tek farkı ise hutbenin birinci kısmından, yani Türkçe metinden sonra okunacak hadis ve ayetlerden, ayet kısmının çıkarılması olmuştur! Çıkarılan ayet ise tahmin edileceği gibi “Allah indinde yegâne hak din İslam’dır” anlamındaki Âl-i İmran Suresi’nin 19. Ayet-i Kerimesi’nde geçen bölümdür.
Diyanet’in “Hutbe Hazırlama ve Değerlendirme Kılavuzu” olarak İl Müftülüklerine gönderilen ve ilçe müftülüklerine de ulaştırılması istenilen kılavuzun “Hutbe Duaları” bölümünde, hutbenin Türkçe metni bittikten sonra sadece (hatip) “Kale Aleyhissalâtü vesselam: - Ettâibu min’ez-zenbi kemen lâ zenbe leh- Estağfirullah el-azîym ve etûbu ileyh ve es’elü’llahi lî ve leküm’üt-tevfîk” şeklinde dua okur, sonra oturarak şu duayı okur;
“Bârek’Allah’u lenâ ve leküm ve lisâir’il mü’minîne ve’l mü’minâti ve’l müslimîne ve’l müslimâti el-ahyâi minhüm ve’l emvât innehû semîu garîbu mücîbu’ddeavât” denilmektedir.
Anlaşılacağı gibi; Diyanet İşleri eski başkanlarından Sayın Süleyman ATEŞ gibi bazı adamların “Zaten bidattı. Diyanet iyi ki de kaldırmış” (5) anlamına gelen sözlerle anlatmaya çalıştığı ayet, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 17.02.2006 tarihinde Valiliklere (İl Müftülüklerine) yazılan 230 sayılı yazı ekinde bulunan “Hutbe Duaları” başlığını taşıyan bölümde bulunmamaktadır. Bu uygulama, inşallah iddia edildiği gibi ABD ve AB’nin baskısı ve Hükûmet'in telkini ile başlatılan bir uygulama değildir. Aksi takdirde AB’ye gireceğiz diye, diğer birçok şeyimizin yanında, cami ve ibadet kültürümüzü de yozlaştırıp sulandıracağız demektir. Üstelik de AB’nin Türkiye’yi içine almayacağını bile bile yapıyoruz bütün bunları. Bu bakımdan, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren hayata geçirilen tavır değişikliğini, hem Diyanet hem Hükûmet ve hem de Milletimiz adına olumlu bir gelişme olarak görüyorum.
Hutbeler Konusunda Bakan Bozdağ’ı Yanıltanlar Kimler? [Ömer Sağlam]
Ömer Sağlam
Dipnotlar:
1- MHP, 2007 genel seçimleri sırasında konuyu broşür ve afişlerle gündeme getirmiştir. 2007 seçimlerinde Prof. Dr. Mustafa Erdem gibi Diyanet'le içli dışlı olan bir ilahiyatçının ve İsa Saim gibi bir il müftüsünün MV. Adayı olduklarını ve bu iki din adamının olmayan bir şeye rıza göstermeyecek kadar erdem sahibi olduklarını düşünürsek, olayın gerçekliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
2- Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, “Dinler Arası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm” başlıklı makalesi, İslami Araştırmalar, c.20, sy.3, syf.290,
3- Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, agm, syf, 295-296,
4- Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, agm, syf.290,
5-Süleyman Ateş, “Cuma hutbemiz ve Avrupa Birliği uyum çalışmaları” başlıklı makalesi, VATAN, 16.06.2006.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.