Bir Gezi Üzerine [Mete Esin]

Cumhurbaşkanımız, bugünlerde Avrupa'nın bir ülkesini ziyâret etmektedir. Moldavya, artık târih olan Sovyetler Birliği'nin onbeş federe devletinden biriydi. Ülke, Boğdan ve Buğdan adlarıyla geçmişte bir zaman Osmanlı toprağı da olmuştur. İşte bu döneme ilişkin olup kişiyi gülümseten bir olay vardır ki, bunu burada yazabildiğimize göre târihimize geçmiştir. Biz de, şimdi tam sırası gelmişken, Moldavya adı çevresindeki ilgi çekici bu olayla diğer bir kaçını anlatmak istiyoruz.

Târihimizin, Moldovancı diye isim yapmış Ali Paşa’sının karıştığı ilginç öykü şöyle bir şeydir: Osmanlı’da sayıları kırka varan Ali paşalardan biri, sadrâzam olmadan önce İstanbul'un âsâyişinden sorumlu iken, İstanbul'da, günümüz Nataşa olaylarını hatırlatan bir durum vâkî olmuştur. Moldavyalı, yâni Moldovan fâhişeler İstanbul'u şimdiki gibi mesken tutmuşlar ve gene şimdiki gibi bunları şehirden uzaklaştırmak meselesi doğmuştur. Şehrin âsâyişinden sorumlu zamânın İstanbul Bostancıbaşısı Ali Paşa, fâhişeleri bizzat toparlayıp önüne katarak, bunları Moldavya'ya sürmek üzere Rumeli istikâmetinde yola çıkmıştır. Ancak Ali Paşa’mızın amacı başkadır! Buna göre bir taşla iki kuş vuracaktır! Paşa, elindeki sürgün fâhişeleri câriye olarak yol boyunca satmak niyetindedir! Moldovanlar, bugünkü torunları kadar alımlı ve câzip hâtunlarmış ki, bunların Rumeli muhitinde pazarlanmaları Ali Paşa için o kadar zor olmayacaktır. İcraatı olağan karşılanıp, bu yüzden her hangi bir tâkîbata uğramayan Ali Paşa, sâdece "Moldovancı" diye bir lâkap kazanmıştır. Ancak, o devirde kadınlara aracılık yapan kişilere isim babası da olmuştur! Bu tiplere bundan sonra Moldovancı denmiştir! Ali Paşa, böylece Ali paşaların diğerlerinden ayrılmış, târihimize bu sıfatı ve bu lâkabıyla geçmiştir. Şu var ki, Ali Paşa’mızın marîfeti bundan ibâret kalmamıştır. Kendisinin, savaş alanlarında kazanılmış doğrusu zafer derecesinde parlak başarıları da vardır.

Bugünkü Moldavya'nın asıl nüfusu olan Moldovanların yanında, ülkede ikiyüzbin kadar da Hıristiyan Gagavuz Türkü bulunur. Gagavuzlar’ın diğer bir kısmıysa, dağınık olarak Ukrayna, Romanya, Bulgarya ve Yunanistan'da yaşarlar. Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar, Edirne-Havsa arasındaki köylerde de Gagavuzların yaşadığı bilinir. Bunlar, Hıristiyan olduklarından Lozan anlaşması uyarınca Yunanistan'a gönderilmişlerdir. Hâlen, sınırlarımıza yakın bazı köylerde yaşamaktadırlar. Nüfus mübâdelesi (değişimi) dil ve ırk değil din esâsıyla yapıldığından, Orta-Anadolu'daki Türk ve fakat Hıristiyan Karamanlılar da aynı gerekçeyle Yunanistan'a göçürülmüşlerdir.

Hıristiyan Türklerin durumu, Mübâdele öncesi, yukarılarda tartışma konusu yapılacaktır. Daha sonra on yıl süreyle Türkiye Cumhurbaşkanı olacak Celâl Bayar, Karamanlılar’ın Türk olduklarını bu yüzden gönderilmemeleri gerektiğini Atatürk'e bildirmiş ve bunun teminini ricâ etmişse de, sonucu değiştirip Karamanlıları Anadolu Rumlar’ının arasından çıkaramamıştır. Atatürk’ün yakın çevresinden ve Cumhuriyet döneminin hatipliğiyle ünlü yazarı Hamdullah Suphi Tanrıöver, konuyu bir gün Atatürk'e açıp, bazı Türkleri sırf Hıristiyan diye dışlamamız iyi olmamıştır, demiştir. Buna karşı bir süre dalgın kalan Atatürk, Haklısın Hamdullah! diyecektir. Bu konudan gelecekteki yazılarımızda da bahsetmek istiyoruz.

Gagavuzların Türk oluşları dışındaki geçmişleri tartışmalıdır. Kendilerinin de benimsemek istedikleri bir görüşe göre, Türk Bulgarlar, Türk Tatarlar ve Türk Gacallarla birlikte Kumanlardan inmektedirler. Adlarıysa Gök-Oğuz'un zamanla bozulmuş biçimidir. Bugün MHP ve Ülkücülerin selâmı olan kurt işâreti, Alparslan Türkeş tarafından Gagavuzlar’dan alınmıştır.

Aynı konuda başka bir görüş ise şöyledir: 1238-1278 yıllarında yaşamış II.İzzettin Keykâvus bilineceği üzere Anadolu Selçuklu Sultanıdır. Keykâvus, Ülke’sinde başı derde girince Doğu Roma (Bizans) himâyesine geçmiştir. Bizans İmp. Palaiologos, vaktiyle ilgisini gördüğü Keykâvus'u İstanbul'da konuk edip sarayında ağırlamıştır. Şu var ki, Keykâvus kaleyi içerden fethetmeye kalkışınca, kendisine ihâneti fark eden İmparator da onu Enez'e gönderip Ora’da hapsettirmiştir. Keykâvus'un durumu Altınordu devletine bildirilip yardım istenince, tâlihi bir daha dönmüştür. O sırada Altınordu devletinin başında Mengi-Timur Han bulunmaktadır. Devletin ordu komutanıysa, İmparator'un kuzeni ve ondan çok daha ünlü olan efsânevî Nogay Handır. Bunlar her ikisi birden Cengiz Hanın büyük oğlu Cuci'den gelen torunlarıdırlar. Nogay Han Türk anneden doğmadığından, Cengiz Yasası uyarınca İmparator olmak imkânından mahrumdur. O açıdan ordu komutanlığıyla yetinmektedir. Diğer yandan, müthiş bir askerdir. Bu yüzden hem sevililip-sayılmakta, hem de kendisinden korkulup-çekinilmektedir. Nogay Han, başkomutan kimliğiyle Altınordu İmparatorunun önüne geçecektir. İmparator onun gölgesinde ve etkisindeki bir kukladır. Günümüzde Tatarların içinden bir boy olan Nogaylar, bu Hana bağlılıklarından dolayı onun adıyla anılmaktadırlar. Bunlara, önceleri Nogaylı denilirken sonra sadece Nogay denmiştir. İşte bu Nogay, tâ Kazan bölgesinden kalkıp bütün Balkanları talan ederek Enez'e gelmiş, Keykâvus'u Bura’dan alıp geri dönmüştür. İmp. Mengi-Timur Han, Keykâvus'a Kırım'da arâzi vermiş, ölümüne kadar ona rahat bir hayat sağlamıştır. Keykâvus'un Anadolu'dan gelmiş çevresi, onun ölümünden sonra başsız kalmış ve çevrenin etkisinde Hıristiyan olmuşlardır. Keykâvus sözü zamanla bozulup Gagavuz'a dönüşmüştür.

Gagavuzlar üzerine kurulan ikinci tezimiz böyledir. Yukarıda anlatılanlar, Keykâvus açısından tamâmen gerçek iseler bile, Gagavuzların târihi ve adlarının kökeni yönüyle kuşkuludurlar.

Nogay'ın himâye ettiği diğer bir efsâne kişi de Saru-Saltuk'tur. Saltuk, XII. yüzyılda yaşamış cengâver bir Türk derviş, bir alp-erendir. Asıl adı Mehmet olan Saltuk,Türkistan'da doğmuş ve Hoca Ahmet Yesevî'nin de öğrencisi olmuştur. Son yıllarını Rumeli çevresinde yaşamış Saltuk'un oldukça ilginç bir vasiyeti vardır. Buna göre, ölümünden sonra yedi tabut hazırlanıp, hepsinde de Saru Saltuk vardır niyetine yedi yere gömülecektir. Bu yedi yerden biri de Edirne'dir. Efsâneye göre, Hz. Muhammet, Saltuk'a: Git. Edirne'yi fetih ve iskân et, demiştir. Gene efsânede, Saltuk Fatih'in rüyâsına girip ona İstanbul'un anahtarlarını vererek, bunları Edirne'de sakla! demiştir. Saltuk'un mezar yeri adayları hâlen kırka ulaşmıştır! Fakat gerçek mezarı, Romanya Babadağ'dadır. Cem Sultan, şehzâdeliği sırasında Ebûl Hayr Rumî denen kişiye Saltuk'un hayâtını anlatan Saltuknâmeyi yazdırmış, ağbisi II. Bayezit ise, Saltuk'un mezar yerinin saygı-değer bir ziyâretgâh olması için girişimlerde bulunmuş, bunu da sağlamıştır. 






  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN