Kur’an, “Uludereli Katırcılar Şehit Değildir” Diyor [Ö. Sağlam]

Sözlüklerimiz “şehit” kelimesini, “Kutsal bir ülkü veya inanç uğruna savaşırken ölen kimse”(1) ve “Dinsel inançları ya da kendini adadığı bir dava uğruna savaşırken ölen kimse. Ülkesi ya da inancı uğruna ölen kimse”(2) şeklinde tarif etmektedir.

Bu tanımlara göre; şehitlikte esas, savaşırken veya mücadele ederken ölmek ve öldürülmek ise de bu tanımlar yine de oldukça problemli tanımlardır. Örneğin uğruna ölünen “Kutsal bir ülkü veya inanç”tan maksat ne olabilir? Ya da her ülkesi ve inancı için savaşırken ölen kimse gerçekten şehit midir? Bugün dünyada, elbette mensuplarınca kutsal kabul edilen birbirinden farklı sayısız ülkü ve inanç bulunmaktadır. Ayrıca inançları ve ülküleri birbirinden farklı milyarlarca insan vardır ve bu insanlar, kendi kutsal bildikleri ülküleri, inançları, ülkeleri ve bağımsızlıkları için savaşırken ölebilmekte, hatta öldürülebilmektedirler. O zaman her kutsal ülkü ve inanç için ölen ya da öldürülen kişiler şehit olmuyor demektir.


Öyle ya; örneğin Müslüman bir ordu ile başka dine mensup bir ordu arasında cereyan eden savaşta her iki taraftan da ölenler bulunabileceğine göre; bunlardan bir tarafın şehit ve gazi sayılmaması gerekir. Bizim dinimizce; şehitler gerçekte ölmediklerine ve öbür dünyada Peygamberlerden sonraki dereceye sahip olduklarına göre; biz Müslümanlar neden başka kutsal ülkülere ve inançlara sahip kişilerle savaşarak onları öldürelim ve onların cennetle ödüllendirilmesini ve peygamberlerden sonra gelen mertebeye yükselmelerine yardımcı olalım! Demek oluyor ki; sözlüklerimizin yukarıda yapmış oldukları şehitlik tanımı eksiktir. Daha doğrusu çok genel bir tanımdır. Şehitliğin ne olduğunu anlayabilmek için bu tanımı biraz daha daraltmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bu konuda bize yol gösteren ve yardım eden yegâne kaynak, kutsal kitabımız Kur’an’dır.


Kur’an-ı Kerim, öncelikle “Allah katında yegâne hak din İslam’dır” (Âl-i İmrân/19) diyerek, sözlüklerin “Kutsal inanç” şeklinde tarif ettiği kavramı, kesin bir dille sınırlandırmıştır. Yani Kur’an’a göre; Kur’an’ın ve İslam Peygamberi’nin sözlerinin kapsamına girmeyen hiçbir inanç ve ülkü, kutsal değildir. “Kur’an ayetlerinin yanı sıra İslam Peygamberi’nin sözlerinin kapsamına girmeyen hiçbir inanç ve ülkü kutsal değildir” sözünü, şunun için söylüyorum. Kur’an’da buyrulur ki;

“O (Peygamber) kendi arzusuna göre de konuşmaz. Onun konuştukları kendisine vahyedilenden başkası değildir” (Necm/3-4)


Yine Kur’an’da diyor ki;

“…Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının...” (Haşr/7)


Demek oluyor ki; Hz. Peygamber’e ait olduğu kesin olarak ispatlanmış ve Kur’an ayetleriyle çelişmeyen hadisler de bizim için Kur’an ayetleri gibi bağlayıcıdır. Dolayısıyla da biz Müslümanlar için, “Kutsal ülkü ve inançlar”, ancak Kur’an ayetleriyle ve sahih hadislerle örtüştüğü sürece bir anlam ifade eder ve ancak bu şekildeki kutsal ülkü ve inançlar uğruna mücadele ederken ölenler “şehit”, yaralananlar “gazi” sayılırlar.


Kur’an’da yine buyrulur ki; “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız.” (Bakara 154). İslam literatüründe, şehitliğin ne olduğunu ve kimlere şehit denildiğini anlatmak için genelde bu ayetten hareket edilmektedir. Bu ayete göre demek oluyor ki; ancak Allah yolunda mücadele ederken öldürülenler şehit sayılırlar. Anlaşılacağı gibi bu ayetin kapsamı oldukça geniştir. Bu ayete göre; Allah’ın kitabı ve Hz. Peygamber’in sahih sünneti kapsamına giren her türlü faaliyeti ve çalışmayı yaparken öldürülenler şehit sayılmaktadır! Bu ayetten hareket eden birçok İslam âlimi, örneğin meşru yoldan olmak üzere kendisinin ve ailesinin maişetini kazanmaya çalışırken öldürülenleri de şehit olarak nitelendirmişlerdir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı vardır. Ayette sadece “öldürülenler” den bahsedilmektedir. Peki, Allah yolunda çalışırken kendiliğinden ölenlerin durumu ne olacaktır? Yani mesela düşmanla savaşırken öldürülenlerin durumu açık. Ayete göre onlar kesin şehit. Peki, savaş esnasında düşman kurşunuyla veya başka türlü bir düşman silahıyla değil de eceliyle örneğin uykuda ölenlerin durumu ne olacaktır? Bu tür soruları cevaplandırmak şimdilik bizi aşar. Daha doğrusu bu yazının konusu, bu tür sorulara cevap vermek değildir.


“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız.” anlamındaki Bakara Suresi’nin 154’ncü ayetinde geçen “Allah yolu” kavramından maksat acaba ne olabilir? Bu kavram eğer tam olarak açıklanabilirse, o zaman “şehit” ve “gazi” kavramlarının ne oldukları da galiba daha kolay tanımlanabilir. Bunun için başvuracağımız temel kaynak galiba yine Allah’ın kitabı ve Peygamber’in hadisleri olacaktır.


Kur’an’da, şöyle buyrulur:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Âl-i İmrân/169-170)


Görüldüğü gibi;
Âli İmran Suresi’nde, Bakara Suresi’nin 154’üncü ayetinde geçen hüküm tekrarlanmakla birlikte, çok daha geniş bilgiler verilmektedir. Ancak burada da yine “Allah yolu” kavramının ne olduğundan bahsedilmemektedir. Bununla birlikte Âl-i İmran Suresi’nde bu ayetlerin geçtiği bölümde düşmanlarla yapılan savaşlardan bahsedilmektedir. Örneğin yukarıdaki ayetlerin öncesinde şöyle denilmektedir:
“(Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi -Bu nasıl oluyor!- dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter. İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: -Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın- denildiği zaman, -Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik- dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Hâlbuki, Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir. (Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: -Bize uysalardı öldürülmezlerdi- diyenlere, -Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!- de.” (Âl-i İmrân/165-168)


Aynı yerde Gazilerin durumuna da değinilerek şöyle buyrulmaktadır:

“Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.”(Âl-i İmrân/172) (3).


-İbn-i Ömer’den nakledilen bir hadise göre; Resulullah, Uhud’dan dönerken Musa’ab bin Umeyr ve diğer Uhud şehitlerinin (kabirlerinin) yanında durmuş ve “Ben sizin Allah katında diri olduğunuza şahâdet ediyorum…” dedikten sonra ashabına dönüp “Onları ziyaret edin ve selam verin. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ediyorum ki, siz onlara selam verdikçe kıyamete kadar selamınızı iade ederler- diye buyurdu.” demiştir.


Âl-i İmrân Suresi’nin yukarıda verdiğimiz ayetlerinden ve Hz. Peygamber’in hadisinden de anlaşılacağı gibi; şehit ve gazi kavramları, öncelikle dinleri, dinlerini özgürce yaşayabilecekleri vatanları ve vatanlarının bağımsızlığının sembolü olan bayrakları için mücadele ederken öldürülen veya yaralanan Müslümanları ifade etmek için kullanılmaktadır/kullanılmalıdır. En azından bize göre; şehitliğin ve gaziliğin birinci şartı Müslüman olmak, ikinci şartı ise dininin yücelmesi, vatanının mamur olması, milletinin (veya milletini de içine alacak şekilde İslam ümmetinin) bağımsızlığı için, ya da en azından meşru (yasal) yollardan kendisinin ve ailesinin maişetini kazanırken öldürülmüş ya da yaralanmış olmaktır. Bunların dışındaki şehit ve gazi tanımları, biraz yoruma ve tefsire dayanmaktadır. Açıkçası, oldukça su götüren yorumlardır ve gerçek şehitlere ve gazilere haksızlık anlamı taşımaktadır.


Bu genel bilgilerden sonra gelelim Hükûmet'in çıkaracağı yeni kanuna. Medyaya yansıyan haberlere göre
Hükûmet şehit ve gazilerle ilgili yasal düzenlemede değişiklik yaparak “Sivil Şehit” kavramını getirecekmiş. Bu kavram çerçevesinde 1987 yılından sonra meydana gelen olaylarda ölen toplam 4.323 sivil vatandaş Şehit, 1791 sivil vatandaş da Gazi sayılacak ve bunların geride bıraktıkları dul ve yetimleri, şehit yakınlarına sağlanan hak ve imkânlardan yararlanacak, yaralananlar da yine gazilere tanınan hak ve imkânlardan istifade ettirilecekmiş. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in açıklamalarda bulunduğu ve yasalaştırılması düşünülen düzenlemeye göre; Uğur Mumcu, A.Taner Kışlalı ve Hrant Dink’in yanı sıra geçtiğimiz ay terörist zannıyla Uludere’nin Gülyazı köyünde öldürülen 34 kaçakçı genç de şehit sayılacakmış(4).

Doğrusu böyle bir çalışma, bana göre; hem İslam’ın özüne aykırıdır hem örf ve adetlerimize terstir hem de toplumsal barışımız için tehlikelidir. Hele hele, dindar bir nesil yetiştirmek azminde olan bir iktidarın, şehitlik ve gazilik gibi din tarafından tebcil edilip övülen iki unvanı iyiden iyiye sulandırması affedilir gibi değildir ve kendi ayağına kurşun sıkmak anlamına gelir. Böyle bir çalışmanın nerede başlayıp, nerede biteceği de belli olmaz. Siz kalkar 1987 yılını başlangıç kabul eder, ölen 4.323 sivili şehit, yaralanan 1791 sivili gazi kabul edersiniz, yarın öbürgün bir başkası da gelir daha önceki tarihlere kadar gider, hatta PKK teröristlerini bile bu kapsama sokmaya çalışır.


Bence, terör olaylarında ölen sivilleri, şehit ve gazi olarak mütalaa etmek yerine, bunları başka bir kanun kapsamına sokmak veya bunlar için yeni bir kanun çıkarmak en iyisidir. Öte yandan siz nasıl kalkıp Fransa’ya “Parlamentolar tarih yazamazlar” diye karşı çıkıyorsanız, birileri de kalkar size “Parlamentolar şehit ve gazi tanımı yapamazlar. Bu unvanlar yasayla verilmez…” diyebilir.


Bu bakımdan şahsen ben; Sivas Şehit Aileleri ve Gazileri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Hızal’ın;

“Allah yolunda ölenlere değil de sigara, mazot,
uyuşturucu kaçakçılığı yapan, ülkemizi bölmek ve parçalamak isteyenlere yataklık yapan, gündüz korucu, gece terörist olanlara şehitlik ve gazilik rütbesinin yanında, bu kişilere devlet övünç madalyası da verirseniz hiç şaşırmayacağız. Ama bu millet bunu içini sindiremez. Bunun bedeli çok ağır olur ve bu yükü kimse taşıyamaz..."(5) şeklindeki tepkisini de,

Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Kırıkkale Şubesi Başkanı Rıfat Öcal’ın, “Bu talihsiz açıklama, ülkenin bölünmez bütünlüğü için kan ve can veren aziz şehitlerimizin aileleri ve malul gazilerimiz üzerinde tarifi imkânsız üzüntü, kırgınlık ve öfke yaratmıştır. Bakan Şahin’in kaçakçılık yaparken ölenlere hiçbir şekilde şehit ya da gazi denilemeyeceğini bilmesi gerekir…”(6) şeklindeki açıklamasını da son derece doğru buluyor ve bu haklı tepkilere destek veriyorum. Eğer böyle bir düzenleme yapılırsa, şehitlerimize ve gazilerimize bundan daha büyük bir ayıp yapılmış olamaz diye düşünüyorum.




 


Ömer Sağlam
________________
1-Türkçe Sözlük, c, 2, s, 201, TDK Yayını, Ankara, 1998.
2-Büyüklarousse, c, 21, s, 11032, Milliyet Yayınları, İstanbul.
3- Ayet mealleri, http://www.diyanetvakfi.org.tr/meal/mealindex.htm internet adresinden alınmıştır,
4- http://gundem.milliyet.com.tr/hrant-dink-ve-ugur-mumcu-sivil-sehit-sayilabilir/gundem/gundemdetay/24.03.2012/1519268/default.htm &
- http://www.beyazgazete.com/video/webtv/siyaset-3/fatma-sahin-sivil-sehit-sayisi-4-bin-323-258983.html

5- http://gundem.milliyet.com.tr/sehit-ailelerinden-sivil-sehit-tepkisi/gundem/gundemdetay/26.03.2012/1520125/default.htm,
6-Sözcü Gazetesi, s, 10, 26.03.2012

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN