Allah'ın Evinde Çilingir Sofrası Kuran Densizler [Ömer Sağlam]

 Grubumuza ait sitelerde yer alan tüm makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Redakte işlemleri de 
eser sahiplerince yapıldığından, yazılar; doğrusu ve yanlışıyla yazarının gönderdiği özgün hâlde yayınlanır.
Başbakan'dan duyduk ve işittik ki; Gezi Parkı göstericileri, en sonunda Dolmabahçe'deki tarihi Bezmialem Valide Sultan Camii'ne ayakkabılarıyla girmişler! Girmekle de yetinmemişler bir de camide çilingir sofrası kurup ufaktan ufaktan demlenmişler! Kafayı bulup, koro halinde "Bu kadeh senin şerefine emmoğlu. Bu şarkıyı bir daha çal..." şarkısını söylediler mi bilmiyoruz ama vakıa böyle! Çünkü Başbakan olayı böyle aksettirdi topluma. Sosyal medya şimdi bu haberle adeta yıkılıyor...
 
Bizim kültürümüzde camiler kutsaldır. Camilere ayakkabı ile girilmez. Bırakın camilere ayakkabı ile girmeyi, camilerde namaz ibadeti dışında başka etkinliklere de yer verilmez. Verilse bile fazla hoş karşılanmaz. Hatta bizim camilerde dünya kelamı etmek bile yasaktır! Mesela bizim mahallenin camiinin cümle kapısında şöyle bir uyarı yazısı vardır(hem vallahi, hem billahi):
 
-Müslüman nereye geldin?
-Allah'ın evine geldin!
-O halde konuşma!
-Neyi?
-Dünya kelamını.
 
Oysa yanlış bir kabuldür bu. Çünkü İslam'da camiler, sadece uhrevi sözlerin konuşulduğu yerler değil, dünya işlerinin de konuşulduğu yerlerdir. Esasen cami, "Toplayan" demektir. Bu bir anlamda"Toplantı yeri" demektir. Arapça kökenli bir kelime olmakla birlikte Kur'an'da "Cami" kavramı geçmez. Onun yerine "Mescid" kavramı geçer ve bu kelime "Secde yapılan yer" anlamına gelir. Böyle olmasına karşın, Hz. Peygamber döneminde mescitler, namaz dışında pek çok maksatla kullanılmıştır. Örneğin Hz. Peygamber'in mescidi, aynı zamanda bir okuldur, toplantı yeri, yani meclistir, diplomatik görüşmelerin yapıldığı yerdir. Hatta sıkı durun, Hz. Peygamber döneminde mescitler, ashabın ağırbaşlı eğlenceler düzenlediği, bayram törenlerini icra ettikleri ve cahiliye dönemine ait hikayeleri anlatıp güldükleri sohbet alanı olarak da kullanılmışlardır. Yine böyle bir etkinlik sırasında Hz. Ömer, eğlenceye katılanları uyarmak ve mescitten çıkarmak istemiş, ancak Hz. Peygamber "Ey Ömer, dokunma onlara, gönüllerince eğlensinler. Zira bugünler bayram günleridir" buyurmuştur. Özetle; bizim için her alanda olduğu gibi camilerde takınacağımız tutum konusunda da örnek alacağımız dönem Hz. Peygamber'in dönemidir.
 
Allah'ın Evi mi? Yoksa Tayyibullah'ın Evi mi?
 
Camilerin, bir anlamda "Kâbe'nin şubeleri" ve dolayısıyla "Allah'ın evi" olarak nitelendirilmesi, çok daha sonraki dönemlere, belki de Emeviler devrine rastlamaktadır. Çünkü Emeviler döneminden başlayarak camiler, İslam toplumunun zapturabt altına alındığı ve siyasetin bütün ağırlığı ile hissedildiği yerler olmuştur. Siz bakmayın bugün camilere "Allah'ın Evi" denilmesine. Bu tür yakıştırmalar, türedi şeylerdir ve özellikle camilerden nemalananların uydurduğu bir kavramdır. Zira ne Allah'ın bir eve ihtiyacı vardır ne de Allah, kullarının yapacağı eve ihtiyaç duyacak kadar aciz bir varlıktır. Çünkü Allah, zamanlar ve mekanlar üstü bir varlıktır. Onun için birkaç hacı emminin, olur olmadık yerlerde birkaç kamyon tuğla, birkaç kamyon çimento ve bir o kadar çakıl ve demir kullanarak "Cami" adıyla yaptıkları yerler, asla Allah'ın evi olamaz. Buraları olsa Abdullahların(Allah'ın kullarının) ve Tayyibullahların(sözüm ona Allah'ın güzel kullarının) evi olabilirler!
 
Eğer camilere "Allah'ın Evi" dersek; o zaman Allah'ı (hâşâ) son derece hırslı ve dünya malına tamah eden hacı emmiler seviyesine indirmiş oluruz ki; o zaman karşımıza Allah değil, sadece İstanbul'da binlerce, Türkiye'de ise yüz bin civarında irili ufaklı evi olan bir garip yaratık çıkar! Üstelik o yaratık, İstanbul'da sahip olduğu binlerce evle yetinmemiş ilave olarak kullarından, Çamlıca Tepesi'ne ve Taksim Gezi Parkı'na iki yeni ev siparişi daha vermiş bulunmaktadır! Bu ise düpedüz Allah'a iftira ve bühtan anlamına gelir.
 
Kur'an'da "mescit" kavramının geçtiği ayetlere bakılacak olursa; bu ayetlerin hiç birisinde "Allah'ın evi" tabiri kullanılmamıştır(*). Sadece 72. sure olan Cin Sûresi'nin 18. ayetinde şöyle denilmektedir:"Şüphesiz mescitler, Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin" Ancak buradan da mescitlerin "Allah'ın evi" olduğu anlamı çıkmamaktadır. Bilakis, mescitlerin Allah'a kulluk yeri, yani ibadethane olduğu iması vardır.  
 
Şu halde bu durum da gösteriyor ki; camiler için kullanılan "Allah'ın Evi" kavramı, tamamıyla insan ürünü, özellikle de din ve cami gibi kavramlar üzerinden siyaset ve  ticaret yapan menfaat çevrelerinin birer uydurmasıdır. Şu halde camiler ne Allah'ın evidir, ne de kullarının evi ve siyaset vasıtasıdır. Sadece Müslüman kullarının ibadethanesi ve birbirleriyle görüş alışverişinde bulundukları toplantı yerleridir.
 
Allah'ın Evinde Çilingir Sofrası Kuran Densizler de Kim?!
 
Medyaya yansıyan haber ve görüntülere göre; polisin copu ve biber gazına maruz kalan bir grup gösterici, can havliyle ve sersemlemiş bir vaziyette kendilerini en yakındaki camiye zor atmışlar. Bu esnada ayakkabılarıyla girenler olmuş camiye. Nereden geldiyse caminin içinde bir de bira kutusu bulunmuş! Başbakan işte bu olayı, miting meydanlarında sanki camide çilingir sofrası kurulmuş gibi lanse etmiştir topluma. Oysa olayın yaşandığı caminin müezzini Fuat Yıldırım, camide böyle bir olayın yaşanmadığını, bira kutusunun ise camiye nereden geldiğinin bilinmediğini ifade etmiştir. Yani bir anlamda müezzin efendi başbakanı tekzip etmiş bulunmaktadır! Bu sözleri üzerine de derhal söz konusu olaylar (elbette adı geçen müezzin) hakkında inceleme başlatılmış ve müezzin efendinin ifadesine başvurulmuştur. Hatta adı geçenin izne ayrıldığına ilişkin haberler var medyada. Müftülük görevlilerinden birisi (yanılmıyorsam İstanbul Müftü Yardımcılarından birisi), sırıtarak "Müezzin efendinin yasal iznini kullandığını" bile söylemiştir TV kameralarına. Umarız müezzinin başına kötü bir hal gelmez...
 
Bira kutusunun camiye nasıl girdiğine gelince; Ergenekon davası kapsamında tutuklanan bir teğmenin küçücük cep telefonuna haberi olmadan yabancı mesajların yüklenebildiği bir ülkede, küçücük bir bira kutusunun kocaman bir camiye sokulmasından daha kolay ne olabilir ki?!
 
Şunu da ifade edelim ki; bizim kültürümüzde camilere olduğu kadar diğer dinlerin ibadethanelerine de saygı esastır. Ancak, bu dünyada hiçbir yapı, insan hayatından daha değerli değildir.  Bu sebeple, zorunlu hallerde ve gerektiğinde camiler, ibadet dışında başka ve ancak meşru maksatlarla da kullanılabilirler. Balkan Savaşları ve Milli Mücadele yıllarında camilerin askeri ve sağlık amaçlarıyla kullanıldığı bilinmektedir. Bahse konu olay sırasında da Bezmialem Valide Sultan Camii'nde, yaralanan göstericilere tıbbi yardım amacıyla bir alan oluşturulduğu söyleniyor.
 
Öte yandan bilmeyenler için ifade edelim: Türkiye'de camiler konusunda gösterilen hassasiyet dünyanın başka hiçbir ülkesinde gösterilmektedir. Örneğin; hacca ve umreye gidenler de bilirler ki; bugün gerek Mekke'de Kabe'yi çevreleyen Mescid-i Haram, gerekse Medine'deki Peygamber Mescidi (Mescid-i Nebevî), aynı zamanda birer otel ve dinlenme alanı gibidir. Türkler dışındaki milletlere mensup hacılar, bu kutsal mekanlarda rahatlıkla yatıp uyumaktadırlar. Hem de kutsal Kâbe'ye karşı ve başuçlarında Mushaf- Şerifler olduğu halde. Adamlar neredeyse Mushafları, kafalarının altına yastık bile yapıyorlar. Şahsen ben, Mescid-i Haram'da ve Mescid-i Nebevî'de değil ama başka mescitlerde (Örneğin: Mekke'de Şar-ı Mansur isimle cadde üzerinde bulunan Mescid-i Hayat isimli camide) postallarıyla camiye girip diğer insanlarla saf tutarak namaz kılan Suudi askerleri görmüşümdür. Hem de birçok kez.
 
Elbette bunlar bizim için kabul edilemez şeylerdir ama Türkiye'de camilere gereğinden fazla kutsiyet atfettiğimiz de ortadadır. Başbakanın bahse konu hadiseyi abartarak ve köpürterek konuşması da zaten bu yüzdendir. Oysa başbakandan beklenen, halkı galeyana getirecek bu tür provokasyonlardan kaçınmaktır. Ancak Başbakan bu, siyasi getirisi olsun da ne olursa olsun; mutlaka konuşur... 



Ömer Sağlam

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN