Genelkurmay'ın Anlamlı İftarı Nasıl Olmalı? [Ömer Sağlam]

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel tarafından Ankara'daki şehit aileleri için 12 Temmuz'da, malul/muharip gazi ve aileleri için ise 15 Temmuz'da iftar yemekleri verildi. Allah kabul etsin. Konuya ilişkin haberler, medyada "Genelkurmay'da en anlamlı iftar!" "Genelkurmay Başkanı'ndan anlamlı iftar!" ve "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel'den anlamlı iftar" başlıklarıyla verildi. Oysa, Genelkurmay'ın verdiği iftar son derece normal ve son derece sıradan bir iftardır. Dolayısıyla; bu iftara "Anlam" katan ekstra hiçbir durum yoktur ortada...

Çünkü ülkemiz, her ne kadar Laik ve demokratik bir cumhuriyetle yönetiliyor olsa da, nüfusunun kahir ekseriyeti Müslüman olan bir ülkedir ve böyle bir ülkenin Genelkurmay Başkanı'nın İslami bir ritüel olan Oruç ve İftar'a ilgi duyması son derece normaldir. Üstelik de son derece güzeldir. Aynı şeyi çoğunluk nüfusu Hıristiyan ve diğer dinlere mensup olan ABD Başkanları bile yapıyor ve ülkelerinde yaşayan Müslüman nüfusun ileri gelenlerine iftar yemekleri veriyor ve onların dini bayramlarını kutluyorlar. Tıpkı bizim başbakanın, ülkemizde yaşayan dini azınlıkların dini bayramlarını ve yortularını kutladığı gibi...

Ayrıca; bir şeyin "ilginç" ya da "anlamlı" olması için, orijinal, ilk, bitek, biricik ve benzersiz olması gerekiyor. Peki, bu anlamda şehit yakınlarına, malul ve muharip gazi ve yakınlarına iftar verilmesi Türkiye'de yeni ve orijinal bir şey midir? Hayır. Daha önceki Genelkurmay Başkanları ile Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar da yaptı aynı şeyi. Hala da yapıyorlar. Mesela geçen haftalarda Başbakan, iki gün önce de Cumhurbaşkanı yaptı aynı şeyi. Bu açıdan bakılınca; Sayın Genelkurmay Başkanı'nın şehit yakınları ile malul gazi ve yakınlarına vermiş olduğu iftar yemekleri denildiği gibi o kadar da anlamlı değildir! Güzeldir, değerlidir, kabule şayandır o kadar. Çünkü hiçbir olağanüstülüğü yoktur. Müslüman bir ülkenin Müslüman Genel Kurmay Başkanı'nın yapması gereken normal bir harekettir, o kadar...

Askerlik Peygamber Ocağıdır
Türk Kültüründe askerlik, peygamber ocağı olarak bilinir ve kabul edilir. Askerimizin genel adı da zaten Muhammed'den mütevellit "Mehmet" veya "Mehmetçik"tir. Bu anlamda Türkiye'nin Genelkurmay Başkanı, bir yanıyla Hz. Peygamber'in makamında oturuyor demektir. Zira Hz. Peygamber, aynı zamanda bir askerdir, bir başkumandandır. Bedir, Uhut, Hendek (Ahzap) ve Huneyn meydan savaşları ile Hayber'in ve Mekke'nin fethinde bizzat orduya kumanda edip, taktikler verdi. Mute Savaşı ve Evtas Muharebesi gibi ordunun başında bizzat bulunmadığı savaşlarda ise orduya kimin kumanda edeceğini belirledi, kumandanlara taktikler verdi, tavsiyelerde bulundu. Bu anlamda Hz. Peygamber, sıradan bir kumandan değil, deha sahibi bir general, hatta günümüz ölçeğinde bir Mareşal'dir. Zira ordusunun başında bir sürü savaş kazanmıştır Hz. Muhammed.

Buradan hareketle ve elbette Türk tarihinin derinliklerinden gelen bir gelenekle Türk Ordusu'nun Başkumandanı, devletin başındaki kişidir. Bu kişi, kağandır, hakandır, hükümdardır, sultandır, padişahtır ya da cumhurbaşkanıdır. Bu durum, biraz da Türk Milleti için yapılan "Ordu Millet"tanımlamasının bir gereği olarak şekillenmiştir. Yürürlükte bulunan Anayasamız gereğince Türk Ordusu'nun başkumandanı cumhurbaşkanıdır ve cumhurbaşkanları savaş vakitlerinde bu yetkilerini Genelkurmay Başkanları'na devrederler. Tıpkı Osmanlı döneminde padişahların, gerektiğinde ordunun başkumandanlığını genelde aynı zamanda asker olan Sadrazamlara bıraktıkları gibi...

Dolayısıyla; Türkiye'de Genelkurmay Başkanları, bir anlamda Hz. Peygamber ile Türk kağanlarının, hakanlarının, sultanlarının, hükümdarlarının ve padişahlarının asker kimlikleriyle oturdukları makamda oturmaktadırlar. Bu yüzden de başta emirleri altındaki askerlere ve millete karşı büyük sorumlulukları vardır. Onlar, en başta emrindeki askerlerin ve onların çocuklarının babasıdırlar. Emrindeki askerlerden birinci derecede sorumlu oldukları gibi, o askerlerin eş ve çocuklarından da sorumludurlar. Savaşa, yani bir anlamda ölmeye giden askerler, bilirler ve düşünürler ki; eğer savaşta şehit olurlarsa geride kalan yakınlarına bir sahip çıkan mutlaka bulunacaktır. Bu birisi ise en başta mensubu bulunduğu ordunun başındaki adamdır. Yani Genelkurmay Başkanıdır. Değil mi ki; kendisini ölmeye gönderen emri verme yetkisi onundur, şu halde ölümünden sonra geride kalan dul ve yetimlerine sahip çıkma sorumluluğu da onundur.

Kumandanlar Askerleriyle Arasını Sıcak Tutmak Zorundadırlar!
En küçüğünden, en büyüğüne kadar, yani en alttaki onbaşıdan tutun da en tepedeki Genelkurmay Başkanı'na varıncaya kadar, emir-komuta yetkisi olan askerlerin başarısı, emrindeki askerlerle ilişkilerinin boyutuyla yakından alakalıdır. Tarihte büyük zaferler kazanan dehalara ve kumandanlara bakılırsa, bunların emir-komuta ettikleri askerleriyle çok sıcak, sevgi ve saygıya dayalı ilişkiler içinde oldukları görülür. Zafer, ancak askerleriyle özdeşleşen, onları baba şefkatiyle seven ve onlarla hemhal olup, aynı kaderi paylaşan kumandanların ulaşacağı bir başarıdır. Asker kumandanına güvenmezse ve saygı duymazsa o askerden başarı beklenmemelidir. Ast, gerektiğinde üstünün hep yanında olduğunu, başı sıkışınca üstünün derhal yardımına koşacağını bilmelidir ki; onun için fedakarlık yapabilsin. Zira zaferin şanından en çok istifade edecek olan neticede askerler değil, kumandanlardır.

Türk Tarihi'ne bakıldığında görülecektir ki; en büyük zaferler başkumandan olan hükümdarın bizzat ordunun başında olduğu zamanlarda kazanılmıştır. Öncelere gitmeye gerek yok; örneğin Osmanlı dönemindeki büyük zaferlerin hemen hepsi bu şekilde kazanılan zaferlerdir. Sırp Sındığı Zaferi'nden tutun da 1.Kosova, Niğbolu, Varna, İkinci Kosova, İstanbul'un Fethi, Otlukbeli, Çaldıran, Mercidabık, Ridaniye, Mohaç'a varıncaya kadar bütün büyük zaferler böyle kazanılmıştır. Yani başkumandan olan padişahın bizzat ordunun başında olduğu zamanlarda. Osmanlı'nın kazandığı son büyük zafer olan Haçova Zaferi bile sırf III.Mehmet gibi oldukça silik bir Padişah'ın ordunun başında olmasından dolayı kazanılmış bir zaferdir. Padişahın oradaki varlığı bile askerlerin savaş meydanında şevke gelmesi için yeterli olmuştur.

Ben Size Ölmeyi Emrediyorum!
Kanije Savunması, Pilevne Savunması gibi meşhur savunma savaşlarımız da yine Tiryaki Hasan Paşa'nın ve Gazi Osman Paşa'nın açlıkla, yoklukla boğuşan askerleriyle kurmuş oldukları yakın diyalogun ve onlarla aynı kaderi paylaşmalarının sonucunda başarılı olmuştur. Fahrettin Türkkan Paşa, eğer askerleriyle birlikte çekirge salatası yememiş olsaydı, herhalde Medine Savunması'ndaki destansı kahramanlıkları gösteremezdi. Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale'deki siperlerde askerleriyle birlikte aynı karavanaya ve aynı buğday çorbasına kaşık sallamasaydı herhalde başarılı olamazdı. Aynı buğday çorbasına, aynı üzüm hoşafına kaşık sallamayıp, aynı peksimeti yemeye çalışmasaydı askerlerine hiç kendisinde "Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" şeklinde bir cüret görebilir miydi sanıyorsunuz? Böyle bir emri alan asker, öleceğini bile bile hiç ön saflara atılır mıydı sanıyorsunuz?

Bakın Sabiha Gökçen, Mustafa Kemal Paşa'nın, Atatürk olduktan sonra bile devam eden asker sevgisini ve şefkatini ne güzel anlatıyor anılarında:
"Askeri birlikleri teftişlerimiz sırasında yemeğe oturduğumuzda Atatürk bazen 5-10 dakika yemeğe başlamaz, yaveri gelip kulağına bir şey söyledikten sonra afiyet olsun der, ondan sonra yemeğe başlardık. Bir gün bunun nedenini Atatürk’e sorunca 'Sen karışma yemeğine devam et' dedi, İyice merak ettim. Gittim yaverine, 'Sen Paşa’nın kulağına ne diyorsun da biz yemeğe başlıyoruz?' diye sordum.Yaver bana gözlerimi yaşartan şu cevabı verdi:'Birlikteki tüm Mehmetçik yemeğini yedi, şu anda bitirdi. Artık yemeğe başlayabiliriz Paşam' "

İşte böyle olduğu içindir ki; onun ölüm döşeğinde verdiği emir bile Ordunun Adana'dan İskenderun üzerine yürüyerek Hatay'ın anavatana bağlanmasını sağlamıştır...

Beyaz Elbise Kefenim Olsun!
Mustafa Kemal Paşa'nın bu asil davranışı, hemen hemen kendisinden önceki bütün önemli Türk liderlerinde vardır aslında. Yani Mustafa Kemal Paşa, bir anlamda o geleneği devam ettiren son büyük liderdir. Örneğin Selçuklu Sultanı Alparslan'ı ele alalım. Onun, savaşmamak yönünde yapmış olduğu her türlü çağrıya karşın Romen Diyojen'in kibri ve gururu yüzünden Malazgirt ovasında savaşmak zorunda kaldığı Bizans kuvvetleriyle savaşa tutuşmadan önce, savaş meydanında sergilemiş olduğu tavır gerçekten de göz yaşartıcıdır.

Kutsal bir Cuma günüdür. Savaşın kaçınılmaz olduğunu gören Alparslan, temizlendikten ve beyaz elbiseler giydikten sonra 50.000 kişilik ordusuna bizzat imamlık yaparak Cuma Namazı'nı kıldırır. Secdeye kapanarak şöyle dua eder:
“Ya Rabb! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Rabbim! Niyetim hâlistir, bana yardım et; sözlerimde hilâf varsa beni kahret. Eğer kalbimdeki düşüncelerimi bu dilimle söylediğim sözlerime uygun bulursan düşmanlara karşı yaptığım bu cihad’da benden yardımını esirgeme, her müşkülü bana kolay yap!.”

Sonra, secdeden başını kaldırır askerlerine şöyle hitap eder:
“Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için duâ ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehid olur cennete giderim. Beni takip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Takip etmek istemeyenler diledikleri yere gitsinler! Bugün burada emir veren bir Sultan yok; emredilen bir asker de yok. Bugün ben sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gâziyim. Peşimden gelen ve nefislerini Yüce Allah’a adayanlardan şehid olanlar cennete, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları âhirette ateş, dünyada ise şerefsizlik beklemektedir! Eğer şehid olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Melik-Şâh’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.”(1).

Konuşmasından sonra atının kolanını bizzat kendisi sıkar ve kuyruğunu bizzat kendisi topuz yapar. Bunun anlamı, ben de sizden biriyim, hiçbir farkımız yok demektir. Anadolu'yu Türklere yurt yapan Malazgirt Zaferi, işte bu ruh birliğinin neticesidir.

Bugün Mertlik Günüdür!
Osmanlı Sultanı I.Murad'ın, şehit olduğu I. Kosova Meydan Savaşı öncesinde askerlerine yapmış olduğu konuşma da Savaş Tarihi bakımından kayda değerdir.

“Gaziler! Bugün gayret günüdür. Hamiyet gösterme sırası, erlik zamanı ve mertlik demidir. Bunca yıldan beri vatan sizinle övünmekte, gurur duymaktadır. Şimdi sizden bir kere daha bütün cihana yayılmış şöhretinizi doğrulayacak merdâne hareketler diler. Bugün heybetinizle titreyen şu Kosova Ovası muzaffer olacak şanlı sancağımızın Macaristan içlerine doğru gitmesini, bundan sonra hiçbir düşman ordusu durduramayacaktır! Bugün elde edeceğimiz şanlı bir galebe, bütün Rumeli’nde Allah’ın birliğini yaymamıza sebep olacaktır. İnsan ömrü uzun olsa bile, bilmez misiniz ki, ebedî değildir. Bir gün biter, son bulur. Baki kalacak olan Yüce Allah’tır. Allah’ın birliğini yayarak cennete varmak isteyenlere, işte şanlı savaş meydanı. Allah Allah diyerek hücum ve savlet eyleyiniz!"(2).

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethedildiği gün askerlerine yapmış olduğu konuşma da anlam ve maksat itibarıyla Alparslan ve Murad-ı Hüdavendigâr'ın konuşmasından farksızdır. Şöyle diyor Fatih Sultan Mehmet:
“Ey benim Paşalarım, Beylerim, Ağalarım, şu İstanbul savaşındaki silâh arkadaşlarım! Sizi buraya, kararlaştırdığım umûmî hücumda şimdiye kadar gösterdiğinizden daha büyük fedâkârlık ve cesâret istemek için topladım. Adı bütün cihanda ün salmış İstanbul gibi bir şehri zabtedeceksiniz. İstanbul’un adı geçen yerlerde, o şehri zabteden kahramanlar olarak şan ve şerefle anılacaksınız! Bize daima pusular hazırlayan bu şehri zaptettikten sonra, emin yaşayabileceğiz, kapımızı açık bırakabileceğiz! Kale duvarlarını toplarla o kadar hırpaladık ki, size, hücum hedefi olarak bir kale değil, bir düzlük gösteriyorum. Fakat bununla beraber şehrin alınmasını pek o kadar kolay zannetmeyin! Sur enkazı üzerine atılacak yiğitler, büyük tehlikelerle karşılaşacaklardır. Mahâretimiz, cesâretimiz her şeye üstün gelecektir. Zafer rüzgarı bizden yana esecektir. Kostantiniye bizim olacaktır. Bütün yiğitliğinizi takınınız, askerlerinizi şevk ile döğüşmek için coşturunuz! Onlara anlatınız ki, askerlik, harp üç şeye bağlıdır: yılmamak; nâmus; itâat! Ne kadar yüksek bir maksada hizmet ettiğinizi göz önünde bulundurun!Hücumda yanınızda bulunacağım. Herkesin vazifesini nasıl yaptığını göreceğim. Şimdi dağılınız, çadırlarınızda yemek yiyiniz, dinleniniz, emirlerimi askerlerinize bildiriniz. Hücum emri verildikten sonrası sizindir..."(3).

Genelkurmay Başkanı İçin Anlamlı İftar Nasıl Olur?
Dedik ki; Genelkurmay Başkanları, bir anlamda Hz. Peygamber ile Türk kağanlarının, hakanlarının, sultanlarının, hükümdarlarının ve padişahlarının asker kimlikleriyle oturdukları makamda oturmaktadırlar. Bu yüzden de emirleri altındaki askerlerden ve onların çocuklarından birinci derecede sorumludurlar. Emrindeki askerleri savaşa, yani bir anlamda ölüme gönderiyorlar, şu halde onların geride kalan eş ve çocuklarına devlet adına sahip çıkma sorumluluğu en başta onlarındır.

Bilindiği gibi, Genelkurmay Başkanı'nın emrindeki askerlerden ve silah arkadaşlarından pek çoğu şu anda tutukludurlar. Zira Ergenekon ve Balyoz Davaları kapsamında pek çok subay ve astsubay tutuklanmış ve Balyoz Davası kapsamında yargılananlar ilk derece mahkemesi tarafından çeşitli sürelerde cezaya çarptırılmıştır. Dava, Yargıtay aşamasındadır. Yani dava süreci henüz bitmemiştir ve uzun süre de bitmeyecektir. Çünkü daha AYM ve AİHM süreçleri vardır. Bu yüzden belki de yıllarca sürecek ve bu kişilerin arasından belki de vefat edenler olacaktır. Dava süreci bitmediğine göre; tutuklu subaylar, henüz suçlu değildirler.

Öte yandan bir kısmı dede olan bu insanlar, suçlu bile olsalar, bunların eşleri, çocukları, torunları, anne ve babaları masumdurlar. Çünkü suçların şahsiliği ilkesi, evrensel bir hukuk kuralıdır. Faraza askerler suç işledi diye onların aile fertleri de suç işlemiş sayılmazlar. Şu halde Genelkurmay Başkanı Sayın Necdet Özel'e düşen görev, bir iftar yemeği de tutuklu ve hükümlü subayların ve astsubayların aile yakınlarına vermesidir. İnanıyorum ki; bu iftar yemeği, çok daha önemli ve anlamlı olacaktır. Bu anlam ve önem, tutuklu ve hükümlü askerlerle onların aileleri açısından değil, bizzat muvazzaf askerler açısından anlamlı ve önemli olacaktır. Çünkü bugün Sayın Özel'in emir komutasında görev yapan askerler bilecekler ki; ileride bir şekilde dara düştüklerinde geride kalanlara sahip çıkacak ve onlara moral verecek birileri mutlaka çıkacaktır bu ülkede.

Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan veya Sayın Genelkurmay Başkanı, Allah korusun, ülkemiz bir savaşa tutuşacak olursa, askerlerin karşısına geçip herhalde "Askerlerim, eğer şehit olursanız, aile yakınlarınıza, gazi olursanız sizlere her yıl Ramazan ayı geldiğinde bir defa iftar yemeği vereceğim..." şeklinde konuşmayacaklardır. Muhtemelen onlar da, Alparslan, 1.Murad, Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk gibi şeyler söyleyeceklerdir.

O halde başta muvazzaf askerler olmak üzere; millet bunun emaresini görmek istiyor. Bunu en iyi gösterecek şey de, tutuklu ve hükümlü askerlerin yakınlarına gösterilecek yakın ilgidir. Ramazan Ayı ise bu konuda güzel bir fırsattır. Cumhurbaşkanı veya Başbakandan böyle bir şey beklemek belki akla ziyandır ama Sayın Necdet Özel'den böyle bir şey beklemek hem tutuklu ve hükümlü asker yakınlarının, hem de bütün bir milletin hakkıdır diye düşünüyorum ben. Çok şey mi istiyorum yoksa.
...
Hatay'ın Altınözü ilçesinin Suriye sınırında kaçakçılar tarafından açıldığı söylenen ateş sonucu yaralandığı söylenen askerlerimize acil şifalar diliyorum. Bu tür olaylar, aslında milletimiz adına utanç verici şeylerdir ve Türk Ordusu'nun caydırıcılığını tartışmaya açacak eylemlerdir. Tıpkı 2003 yılında Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde yaşanan çuvallanma olayı gibi. Tıpkı Suriye tarafından düşürülen savaş uçağı olayı ile Akçakale ve Reyhanlı hadiselerinde olduğu gibi. Ceylanpınar ilçemiz Suriye tarafından atılan kurşun sağanağı altındayken bizim mükellef iftar sofralarında yediğimiz yemeklerin, zamanı gelince gözümüze ve dizimize duracağını görür gibiyim ben! Umarım ve dilerim ki; aklımıza gelenler başımıza gelmez...



Ömer Sağlam
_____________
1-Prof. Dr. Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması, 5. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1999. s.27-28;  Büyük Türk Zaferleri, Hazırlayan: Sıdıka Gürer, Tercüman Gençlik Yayınları, İstanbul. s. 15-16.
2-Büyük Türk Zaferleri, Hazırlayan: Sıdıka Gürer, Tercüman Gençlik Yayınları, İstanbul. s. 52
3-Muhiddin Nalbantoğlu, Fetih ve Fatih, Tercüman Yayınları, İstanbul 1992. s. 134.
Ayrıca konuşma metinleri için bkz. http://hepsi10numara.com/tarihin-10-muhtesem-savas-konusmasi/

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN