Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan
makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de
redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün
hâlde yayınlanmaktadır.
Okul
müsamereleri bir şölen havasında geçerdi. Müsamere için özel kıyafetler
dikilir, ona uygun ayakkabılar alınır, elbisenin rengine göre saçımıza kurdele
bağlanırdı.
Okuduklarımız bazen şiir , bazen de şarkı şeklinde olurdu. Bazen
şarkı söylerken çeşitli hareketler de yapılırdı, buna rond deniliyordu.
Renklerle ilgili bir rondumuzu hatırlıyorum. Herkes bir renk olmuştu. Ben
yeşildim. "Hep yeşildir elbiselerim, ben bu rengi pek çok severim"
deyip iki adım sağa, iki adım da sola gidiyor, sonra "İlkbaharı cicim, çok
sevdiğim için, hep yeşildir elbiselerim" derken kendi etrafımda kollarımı
açarak dönüyordum. En son renk kırmızıydı. Kırmızı gene aynı şekilde "Hep
kırmızı elbiselerim, ben bu rengi en çok severim" dedikten sonra göğsünden
bir bayrak çıkartıp "Bayrağımı cicim, çok sevdiğim için, hep kırmızı
elbiselerim" diyor, bayrağı sallıyor, bu sırada salon alkıştan inliyordu.
Millî
bayramlarda günlerce öncesinden hazırlanmaya başlardık. Sınıflarımızı kedi basamaklarıyla balonlarla süsler, her tarafı bayraklarla donatırdık.
Törenlerde ben muhakkak
bir şiir okurdum. Bir sene 23 Nisan'da öğretmenimiz şiir okuma görevini başka
bir arkadaşımıza verdi ve ben buna çok üzüldüm ama yapabileceğim bir şey de
yoktu. Eve geldiğimde seçilmemek beni çok utandırmış olacak ki bizimkilere bu
konuyla ilgili hiçbir şey söyleyemedim ve onlar ertesi gün benim şiir okuyacağımdan
o kadar emindiler ki, bunu bana sormadılar bile. Bütün gece ertesi gün ne
yapacağımı, onlara bunu nasıl söyleyeceğimi düşünerek yatağımda kıvranıp
durdum. Sabaha karşı dalmışım. Uyandığımda gökte şimşekler çakıyor, sanki gök
yarılmış, boşalıyordu. Tabi törenler iptal edildi ve ben bu olayı hiç
unutmadım. Bu olayın benim Allah'a olan inancımı pekiştiren önemli bir mihenk taşı
olduğuna inanırım. Ne zaman bunalsam, çocukluğumda yaşadığım bu olay aklıma
gelir ve kul sıkıntıdaysa Allah'ın muhakkak onunla birlikte olduğunu, tedbirini
alacağını düşünür, ferahlarım.
Sanırım
üçüncü sınıftaydım. Ablama ve bana yavrukurt elbiseleri alındı. Kıyafetimiz, hâkî
renkli iki parçalı bir elbiseden oluşuyordu. Boynumuza bir fular bağlıyorduk.
Gömleğimizin göğüs cebinden uzun madenî bir düdük, belimizdeki kemerden de çakı
ve urganımız sallanıyordu. Başımıza kahverengi yün kumaştan bir bere takıyor,
ayaklarımıza diz kapaklarımızın altına kadar uzanan kahverengi çoraplar
giyiyorduk.
Tabii yavrukurt olmanın şekil dışında belli ilkeleri de vardı.
Yavrukurt yalan söylemez, kimseye sataşmaz, zorda olanlara yardım eder, güçlüklerle
mücadeleyi bilir, zora dayanıklı olurdu. Yavrukurt olduğumuz için çok sevinçli,
bir o kadar da gururluyduk. Törenlere artık bu kıyafetimizle katılıyor,
izlemeye gelen seyircilerden özel bir ilgi görüyorduk.
Yine aynı
yıl bize birer de mandolin aldılar. Nota kitaplarımız alıştığımız defter
boyutlarından daha büyüktü. Müzik dersinde öğretmenimiz bize önce mandolini
tutmayı, sonra notaları öğretti, ardından basit okul şarkılarını çalmaya
başladık. Hatta o yıl okul müsameresinde velilerimize konser bile verdik. Ancak
mandolinle olan bu dostluğumuz ilkokul yıllarında kaldı. Yıllar sonra emekli
olduğumda bir ara bir enstrüman alıp müzik yapmaya (!) yeniden başlamayı
düşündüysem de bunun "kırkından sonra saz çalmak" olacağını düşünerek
vazgeçtim ve müzikle olan ilişkimi dinleyici olarak sürdürmeye karar verdim..
Burada
ilkokulla ilgili olarak hatırladığım önemli bir konudan bahsetmeden
geçemeyeceğim. İlkokulda öğretmenimiz bize Japonya'nın bir deprem ülkesi
olduğunu söylediğinde Japonlar için çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Ama
öğretmenimiz, ardından, Japonların depreme dayanıklı evler yaparak bu
felaketlerin üstesinden geldiklerini de söylemişti. Biz bunları öğrenirken
yurdumuzun dört bir yanının aktif faylarla dolu olduğunu herhâlde büyüklerimiz
bilmiyorlardı ya da aldırmıyorlardı, ne gaflet! Diyelim ki bu o yıllarda
bilinmiyordu. Peki 2.9.1997 tarihinde yayınlanan "Afet bölgelerinde
yapılacak yapılar hakkında yönetmelik'in yayınlandıktan 4 ay sonra, 1.1.1998
tarihinde yürürlüğe girmesini, bu arada İstanbul'da müteahhitlerimizin eski
yönetmeliğe göre, yani depreme dayanıksız yapılar yapmak için, yangından mal
kaçırır gibi ruhsat almaya çalışmalarını kim, nasıl açıklayabilir? Bugün dahi
olası bir depremle ilgili olarak ceset torbalarının temini gibi gibi trajikomik
hazırlıklar dışında kayda değer bir çalışma yapılmaması beni çok üzüyor ve
özellikle İstanbul'u "17 Ağustos" benzeri bir depremden koruması için Allah'a dua
ediyorum...
Anı dizisi, gelecek yazı olan, "Biz Bize"yle devam edecek.
Bir önceki yazı: "Okul Başlıyor"...
Semiramis Kanbak