Doğruya hasret herkes gibi, benim için de Ali Kırca'nın soğuk duşuyla geçti 10 Nisan gecesi. Bayağı tatsızdı olanlar...
Program kaseti baştan sona izlendiğinde anlaşılır dediklerim.
O ne tarafgirlik o ne kötü programcılıktı öyle.
Ali Bey, "Buralar benden sorulur” efeliğiyle kol basıp bir tarafı şamarlayıp durdu bıkmadan. Diğerleri kankası mıydılar diye meraklanıp durdum program boyu…
İşin açıkçası, diğer dediğim o taraf da bayağı yamandı doğrusu.
Sürekli kargaşa oluşturup temcit pilavı gibi aynı şeyleri söylediler.
Sonuçta sersem edip bıraktılar herkesi…
Bir siyasi parti mensuplarının sürekli olarak kullandığı, "Karşı taraf konuşurken ekranlara alaycı ifadeler gönderme" taktiğini, Ali Kırca komutasındaki kameraman ordusunun desteğiyle iyi uyguladılar.
Hadi; soykırımı Avrupalıların kulaklarını çekip halleden, bağımsızlık konusundaysa Avrupa Birliği'nin tozunu silkelediğini söyleyen yiğitler yiğidi Öger'imizi ve bir hazine (!) değerindeki boş sözleri şifa bulmaz şekilde tekrarlayabilme yetisine sahip Fransa aşığı Kaleağası Frère'yi bir yana bırakalım. Bırakalım da; aynı grupta yer alan, profesör doktor unvanı taşıyan, rol kesme açısından yetenekli olduğu anlaşılan güzel sesli biraderimizi nereye koyalım? Gerçi o bir ara yandaş konuşmacıların arasına daldı ama değeri yeteri kadar bilinmedi fikrini atamadım aklımdan.
.
Profesör dendiğinde eski bir derdim depreşiyor hemen.
Lise çağlarımdan bu yana çözümünü aradığım bir soru var.
Neden Aristo'nun, Sokrates'in, Kant’ın, Spinoza’nın vesair vesairin bir okulu var da bizim bilim adamı yaftası taktığımız insanların savunabilecekleri bir ekol, kendi buluşları yönünde yetiştirebilecekleri öğrencileri yok? Hâlâ; Adam Smith şunu dedi, Keynes bunu dedi, Ricardo şöyle yapmıştı, Carl Marx'ın sistemi buyduları duymaya mecbur muyuz?
Sayıları çok çok az olan gerçek bilim adamlarımızı tenzih ederek, "Bilim adamı yaftası bu kadar kolay yapıştırılmaya devam ederse mecburdan öte mahkûm da olacağız" gibime geliyor.
Yetiştirilen öğrencilere bakın ! Bakın bakın !!!
Asıl savaşılması gerekenin; açlık, yoksulluk ve dilenciliğe mahkûm eden zihniyet olduğuyla bağımsızlığın nedirini kavramamışlar hâlâ… Öyle saçmalıyorlar ki sanki Cumhuriyet kurulduğundan bu yana hiçbir şey yapılmamış, her şey bu iktidar zamanında yapılmaktaymış gibi. Ne muazzam bir antipropaganda... A benim cahilciklerim, bu iktidarın kendisinden bir öncekiler gibi sata sata bitiremediği eserleri kim yapmıştı dersiniz?
“Siyaset Meydanı” adına layık bir program yaptı dün gece...
Gördüklerimden yola çıkarak söylüyorum.
Mekânları gibi tarafsızlıkları da kapalıydı dün gece. Kapalıydı ya, yine de çok siyasi; fanatik kulüpçüler gibi tek ağız, tek göz, tek kulaklıydılar dün gece...
Konuşturmamaya çalışan konuşturmacılar, yanlı konuşmaları için seçilmiş izlenimi veren öğrenciler, mikrofonları bu öğrencilere taşıyan görevliler, “Olumlu yönünü mü, olumsuzunu mu istediğini söyle, ona göre kullanayım” düşüncesine teşne kameralar…
Hepsi, hepsi çok siyasiydiler dün gece…
Ya Ali Kırca’nın toparlama yaptığı sonuç konuşması? Ya o konuşma?
Çift taraflı gibi görünüp de tek taraflı yontulmuş kalem gibiydi bence.
Güldüren tek eyleme gelince…
Son izleyici-konuşmacının seçimi yerlere yıktı beni…
Ali Kırca’nın taaaaa uzaklardan seçerek mikrofon verdirdiği genç, ülkesinin geleceğini bağımsızlıkta gören biri çıkmaz mı?
Çok sayıda bağımlının arasından hem de...
“İlahî Komedi” gibiydi gerçekten...
Günay Tulun
İlk Yayınlandığı Yer
Yazarlar ve Ozanlar
İlk Yayın Tarihi 11.4.2008