Az önce benden uzun zamandır istenen bir yazıyı yazmak için bilgisayara doğru yöneldim.
Televizyonun yanından geçerken, şeytan dürttü; "Aç da bir bak bakalım, neler var?" diye...
Açtım. Kanalları, o anki yayınında neden söz edildiğini anlayabilmeme yetebilecek bir hızla değiştirirken, birden tüylerim diken diken oluverdi.
Balçiçek İlter'in bir programıydı bu...
Hay, televizyonun önünden geçmez olaydım!
Hay, kumandasını bulup açmaz olaydım!
Herkes Hulki Cevizoğlu kadar cesur olamadığından, benim gibi sade vatandaşlar, o tür programlara müdahil olamazlar.
Buna rağmen bendeki onulmaz bir hastalık...
Oldum olası, ülkem aleyhinde bir ses duydum mu durup dinler, hemen cevabını vermeye çalışırım.
Bu sesi, Balçiçek Hanım'ın programlarında sıkça duymaya alıştırıldığımız için; gölgesi ekrana, sesi kulaklarımıza düşmeden o kanaldan uzaklaşmaya çalışır, sinirlerimin zıplamaması için özel gayretler sarf ederim.
Bazıları buna "Kaçış" derler ama, bence akıllılık demeli...
Neden mi?
Psikosomatik bir hastalığa yakalanmamak için, seyirciyle iletişimi kopuk programlardan uzak durmak gerektiğini, en sonunda öğrenebildim.
Yani "biraz akıllandım" diyelim.
Diyelim de programda edilen laflar kulağıma çalınır çalınmaz ne akıl kaldı başımda ne akıllanma iddiası... Ekranın karşısında kalakaldım.
Hem de program reklama gidene kadar.
Neyse uzatmayayım.
Bana göre, cehaleti ayan beyan ortada olan Hilal adlı güzelce bir hanım kızımız aklına geleni söylüyor, Atatürk dönemine laf sokuşturuyor bu arada da AKP'ye övgü üzerine övgü düzüyordu.
Rasim Ozan Kütahyalı'nın daha sakin konuşan bir kopyasıydı sanki...
Aynı terminoloji aynı bıktırıcı kelimeler; esaret, vesayet, tek parti zulmü, darbeci ordu, sanki gerçekleşmesi için çaba sarf eden o değilmiş gibi Atatürk çok partili sistemden korktu nakaratı...
Bu yüzden, Taraf'da yazı yazanlardan biri olabilir diye geçti içimden.
Sakin konuşmasına rağmen sesi tüm konuşmacıları bastırıyor.
Aynı Nazlı Ilıcak gibi...
Benim bilgi birikimime göre; bolca yalan, yanlış, iftira ve cehalet içinde örülmüş sözleri tekrarlayıp duruyor. Her şeyi de biliyor mübarek...
Öyle konuşuyor ki; bir an için karşımda, "Korsan Kara Sakal"ın papağanının olduğunu, "Vıcık vıcık yağa girip çıktığını ve habire aynı şeyleri tekrarladığını" görür gibi oldum. Dileyen inanmayabilir ama gözümün önünde beliren sahne aynen buydu...
İnsan; "Türk basını bu mu?" diyor da kendi sorusuna, "Ben nasıl böyle bir şey sorarım." diye inanamıyor.
Programı yapan gazeteci, habire konuşup duran kızımız da gazeteci...
Bunlar mıymış Türkiye'nin basın öncüleri, pırıl pırıl denen gençleri...
Hayatları; çarşaf, türban, içki ve yandaşça kışkırtıcılık, gerçekleri ve tarihe mal olmuş konuları tahrif etmek!
Bizler; nereden geldiği belirsiz bol sıfırlı ücretlere konabilmek için, doğrulara ve doğruluğa sırtını dönenlerden değiliz.
Olamayız da...
Bu yüzden bu tür işleri anlayamıyoruz.
Biz kim miyiz?
Sürekli yazıp duruyorum ya! Hâlâ mı anlatamadım?
Biz halkız, sade halk!
Yani aslında, bu ülkenin gerçek efendileri olup da yönetme vekâletini bazen ehline bazen de namerde veren halk!
Bizler açız, işsiziz, korku içindeyiz.
En basit insanlık haklarımızı kullanırken bile hapsedilme tehlikesini nasıl bertaraf ederiz diye 40 kez düşünüp 1 kez adım atabiliyoruz. Mehter Takımı bizden çok hızlı yani...
Biz, telefonla konuşmaktan korkanlar var ya, işte o sınıftanız.
Derdimiz; basından, Hükûmetten, yoldaştan, koldaştan, yandaştan farklı bizim.
Bize ne türbandan, çarşaftan, içkiden, yağcılıktan...
Bıktık! Allah için bıktık!
Biz işsiziz!
Biz açız!
Televizyonu tam kaparken, Küçük Hanım; 60 ihtilalinin öncesini, sonrasını ve 60'lı yılları, hiç yaşamadığı hâlde, yaşamış gibi saçma sapan konuşmaya başlamaz mı?
"Aman Allah'ım" dedim, "Bunlara inanan bir dolu cahil çıkacak şimdi"...
İçime çöken karanlığın etkisiyle bastım düğmeye...
Benimle birlikte izlemeye başlayanlar itiraz ettiler hemen:
İzliyorduk!
Yürüdüm gittim, arkama bile bakmadan.
Bir yandan da diyordum ki:
- O yılları doğru ve tarafsız öğrenmek isteyenler bana başvursun.
- O dönemi halktan biri olarak yaşayan bana...
Bu sözümü doğruyu arayan herkes için tekrarlıyorum.
Beni bilenler, Allah için anlatacağımı da bilirler.
Dileyen telefonla arasın dileyen Facebook'la...
Dileyense "sessizliginsesi.tr@gmail.com"a da yazabilir.
Yazsın, nereden isterlerse cevabını oraya yollayabilirim.
Yalnız, az bir izin verin bana...
Şu an ülkemin geleceği için, kara bulutlar sardı başımı...
Gidiyorum!..
Tiksintim geçince döneceğim.
Günay Tulun