Devlet Sanatçısı unvânı alanlara ayrıca yeşil pasaport veriliyor ya, bâzı sanatçılarımız da buna takmışlar. Neyse... Legion d’honneur, bir Fransız devlet nişanıdır. “Lejyon donör” okunan bu nişan, 19 Mayıs 1802’de Napolyon tarafından konulmuştur. Biz de Devlet olarak bunu örnek almış, bir benzerini uygulamaya koymuşuz. İyi de, konuyu ciddî tutup sulandırmasaydık bâri!
Yukarıdakine benzer bir olay da 1983’te Edirne’de yaşanmıştır. Bizim de içinde olduğumuz olay şöyle gelişmiştir: Türk Kooperatifçilik Kurumu, her ilin başarılı kooperatifçileri için, hizmetinin derecesine göre şilt veyâ şeref belgesi vermeyi düşünmüştür. Bunun gerekçesi illere yazılmış ve birer komite kurulması istenmiştir. Edirne’de kurulan komite, başında bir vâli yardımcısı olduğu hâlde, bâzı çalışmalar yapmıştır. Kooperatifçi olup, başarılı da olanlar veyâ öyle sayılanlar saptanmış, durum kendilerine bildirilmiştir.
Biz de o sırada, Binevler denen yapı kooperatifinin yedinci dönem başkanıydık. Doğrusu, bu konuda ciddî işler yapmakta, eserler ortaya koymaktaydık. Kooperatif denince, hiç şüphesiz Edirne’deki birinci kişiydik. Diğerleri her kim iseler bizden sonra gelirlerdi. Buna rağmen ve sonradan öğrendiğimize göre… Komite’deki bir arkadaşımızın son andaki uyarısıyla ancak listeye alınmıştık. Törene de son anda böyle çağrılmışız meğer. Nasıl mı çağırmıştılar? Bu ayıbı geçelim! Geçelim de, dâvete icâbet husûsunda çok düşünmüşüzdür. İşin içinde, çok saydığımız Edirne Vâlisi Enver Hızlan olmasaydı, herhâlde gitmeyecektik.
Tören yeri Edirne Halk Evi salonuydu. Konuklar arasında Vâli gibi, Tümen Komutanı Paşa gibi üst düzey kişiler de vardılar. Tören şöyle yapılıyordu: Belge alacak kişinin adı okunuyor, kendisi salona tanıtılıyor ve kooperatifçilik adına yaptıkları anlatılıyordu. Sonra da, seçilen biri eliyle şilt veyâ belgesi veriliyordu. Şiltler, genellikle İstanbul Tahtakale’de pazarlanan bildiğimiz türdendiler. Belgelerse, iri bir “Şeref Belgesi” yazısı dışında aynen diploma gibiydiler.
Önce, hepsi de köy kooperatifi başkanları olan on-oniki kişi şiltlerini aldılar. Bunu hepsi de hak etmiş olmalıydılar. Bir ara kısa bir durgunluk yaşandı. Komite kendi içinde fis-kos ediyordu. Belliydi ki, özel bir durum vardı. Sonra, Edirne Vâlisi Enver Hızlan Beyin adı okunup başarıları dizildi. Bulunduğumuz yerden Vâli Bey ve çevresini görebiliyorduk. Vâli Bey, durdu ve duraksadı. Herkes suskun ve merakla bekliyordu. Karışık bir çehreyle yerinden kalktı. Kürsüye çıktı, şiltini aldı ve teşekkür ederek yerine geçip oturdu. Salondakiler, doğrusu duruma şaşırmıştılar. Bu şaşkınlık henüz dağılmamıştı ki, bu defâ Tümen komutanının adı okundu. Paşa, acaba önceden haberdar mıydı? Bunu bilmiyoruz. Kendisi, meğer Kapıkule’de bir kooperatif meselesine müdâhalede bulunmuşmuş! Adını okuyan bunu demişti. Bundan dolayı da belge alıyormuş! Paşa’nın durumu Vâli Beyden farklı olmadı. Durdu, düşündü, kalktı, gitti, aldı, geldi ve o da oturdu. Bundan sonra, Vâli Beyle Paşa’nın baş-başa ve sessiz uzun bir konuşmaları oldu! Bunu görmüştük.
İşin aslı… Vâli Bey Edirne için iyi hizmetler vermiş olsa bile, hizmetleri aslî ve genel anlamdaydı. Arada özellikle kooperatifçilik yoktu. Vâli Bey, çok daha fazla bir hizmet ödülüne lâyık olsaydı bile böyleydi. Nitekim adının okunmasına şaşırmıştı. Gösterdiği tereddüt de buradan gelmekteydi. Paşa’yıysa hiç yazmayalım!
Ama tören de sürüyordu. Paşa yerine oturduktan sonra, Vâli Yardımcısı ve Komite üyesi Necâti Baba (Vâlilik muhitinde ona böyle denirdi, ama ödül hak ettiğini katiyen söyleyemeyiz!), bu defâ kendisini takdim etti. Hizmetleri ve başarılarını anlattı! Arkasından da bir güzel şiltini aldı. Sonra… Vâlilik Kooperatifler Müdürlüğünde memur olup, Müdire İlknur Ilıcalı’nın (ünlü TV programcısı Acun Ilıcalı’nın annesi) yokluğunda ona vekâlet eden kişiydi ki ayrıca Komite üyesiydi, kendi adını okuyup takdim ederek bu uğurdaki hizmet ve başarılarını sıraladı! Hizmetleri, önem ve yatırım rakamı olarak öte-beri şeylerdi. Ayrıca, kendi adına abartarak anlattıkları, esâsen onun Dâire’deki görevleriydi, ama olsundu! Şiltini aldı ve mutlu bir şekilde yerine oturdu. Mutlu, dedik ama hayır. Bayram harçlığı almış çocuk gibi, dersek daha uygun olacaktır!
Artık şiltler bitmiş, birer kurdeleye sarılı olup masa üstüne yatırılmış belgelere sıra gelmiş, onlar da azalmıştı. Acaba bir tâne bize kaldı mı? diye düşünürken adımız okunmuştu. Tanıtıldık, başarılarımız anlatıldı, belgemiz de verildi. Oh be, belgemizi almış, rahatlamıştık! Burası tabiî ki işin şaka yanı. Gerçek durum şöyleydi: Komite’deki iki kişi, kendilerine uygun gördükleri belgeleri almaktan doğacak sıkıntı ve tepkileri, yatıştırmak için, Vâli Beyle Paşa’yı araya koymuşlar, onları kendi emellerine âlet etmişlerdi.
O gün lütfedilen Şeref Belgesi’ni biz hiçbir zaman ciddîye almamışızdır. Yırtıp atmamış ama, öyle çerçeveleyip duvarımıza da asmamışızdır. Belgemiz, gene de bir anı olarak özel arşivimizdeki klasörün içinde durmaktadır. Bizim asıl belgemiz, dimdik ayaktaki Binevler Sitesi’nin kendisidir. O günkü olayın bu yanıdır.
Aslında çoktan hatırdan çıkmış olayı, ancak böyle bir vesileyle hatırlamış oluyoruz.