Hz. İki Boynuzlu [Ömer Sağlam]
Aşağıdaki yazı ayrıca redakte edilmeden, yazarı
tarafından gönderilen özgün hâliyle yayınlanmıştır
Kur’an’da Peygamber veya Peygamber olma ihtimali yüksek olan 28 kişinin adı geçer. Bunlardan 25 tanesinin peygamber olduğu konusunda kesin bilgi ve genel kabul bulunmakla birlikte 3 tanesinin Peygamber olup olmadıkları konusunda bazı şüpheler vardır. Bu üç kişiden birisi de ismi, Türkçede “İki boynuzlu” veya “Çift boynuzlu”anlamına da gelen “Zülkarneyn”dir.
Diğer ikisi ise Hz. Lokman ve Hz. Üzeyr’dir. Hz. Lokman’ın kim olduğu konusunda hemen herkesin az, çok bir fikri vardır(1). Yahudi kaynaklarında ve tarih kitaplarında adı“Ezra” şeklinde geçen Hz. Üzeyr ise, bir rivayete göre Asurlular(Babil) tarafından yurtlarından sürgün edilen ve kutsal kitapları tamamıyla tahrip edilen Yahudilerin kutsal kitapları olan Tevrat’ı yeni baştan yazan bir rahiptir. Bu sebeple o, Tevrat’ı yeni baştan oluştururken kutsal metinlerin içine birçok yabancı metni, özellikle Sümer efsanelerini de dâhil etmiştir. Dört önemli kutsal kitaptan birisi olan Tevrat’ın tahrip ve tahrif edilmesinin sebebi, işte bu şahsiyetin yarım yamalak da olsa yapmış olduğu derleme çalışmasıdır…
Arapça “Karn” kelimesinin bir anlamı da “Boynuz”dur(2). Buradan hareketle;“Karneyn”, “İki boynuz”, “Zülkarneyn” ise “İki Boynuzlu” demektir. Ünlü Müfessir Elmalılı M.Hamdi Yazır da zaten “Karn” kelimesinin bir anlamının da boynuz olduğunu söylüyor kitabında(3). Yani bu bilgilere göre; Zülkarneyn unvanı, bu unvanın verildiği şahsiyetin, tıpkı Vikingler gibi başına iki boynuzlu bir taç ya da miğfer giymesinden(4) veya başının şakak kısımlarındaki saçlarını, tıpkı Osmanlı Sarayı’ndaki“Zülüflü Baltacılar” gibi iki örgü halinde uzatmış olmasından dolayı verilmiştir. Çünkü Zülkarneyn olabileceği söylenen cihangir hükümdarlardan birisi olan Yemen’de hüküm sürmüş Himyeri Devleti’nin Hükümdarı Şemmer’in, saçlarını (muhtemelen boynuzu çağrıştıracak biçimde) iki örgü halinde uzattığı söylenmektedir(5).
Zülkarneyn, hakkında Kur’an’ı Kerim’in 18’inci suresi olan Kehf Sûresi’nin 83’üncü ve takip eden ayetlerinde oldukça tafsilatlı bilgiler verilmekle birlikte, onun Peygamber olup olmadığı yine de şüpheyle karşılanmaktadır. Ancak söz konusu ayetlerden hareketle varılan ortak kanaat, Zülkarneyn’in bir dünya Fatihi ve Cihangir bir hükümdar olduğu, ayrıca inançlı bir mümin olarak yaşadığıdır. Bazı kaynaklarda, Kehf Sûresi’nin 83’üncü ayetinin anlamı verildikten sonra Zülkarneyn hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Âyette, müşriklerin veya yahudilerin, hakkında soru sorduğu belirtilen Zülkarneyn’in kim olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Beyzâvî tefsirinde bunun Büyük İskender olduğu, peygamberliği kesin olmamakla beraber, iyi bir mümin olduğu konusunda ittifak bulunduğu zikredilmekte; ‘cihan hakimiyetine ulaşmış olduğundan veya İran ve Roma imparatoru olduğundan ya da, bir yiğitlik simgesi olmak üzere tacında iki boynuz bulunduğundan’ kendisine Zülkarneyn denildiği belirtilmekte ise de, bu görüş bir kısım tefsirciler tarafından fazla tasvip görmemiştir. Burada sözü edilen kişi Allah’ın kitabına mazhar olduğuna göre Kral İskender’den daha önce gelmiş bir peygamber olması ihtimali kuvvet kazanmaktadır”(6).
…
Gerçek bu olmakla ve “Boynuz” bir anlamda haşmetin, gücün ve gösterişin sembolü olmakla birlikte gelin görün ki; Türk kültüründe boynuz ve boynuzlu kavramları pek de iyi şeyler çağrıştırmaz. Hele de geyik boynuzu! Hatırlanacağı gibi; “Hüsmen Dayı’nın Çekim Eşeği ve Haydar Dümen’in Muayenehanesi” başlıklı yazımızda şöyle demiştik:
“…Koç katımı veya teke gövrimi mevsimi geldiğinde bizim için seyirlik manzaralardan birisi de tekelerin ve koçların toslaşması olurdu. Hele hele bazen 75 cm’ye varan boynuzlarıyla arka ayaklarının üzerinde şaha kalkan tekelerin birbirleriyle çat, çut toslaşması, gerçekten de ilginçtir. Hatta korkunçtur. Haydar Dümen’e göre cinsel dürtü ve seks uğruna, bize göre dişisini kıskanma adına yapılan bu kavga, çoğu kere taraflardan birisinin boynuzunun kırılması veya faullü dövüşen tarafın, diğer tarafın ayaklarından birisini boynuzlarının arasına alıp kırmasıyla sona ererdi. Aynı şey koçlar için de geçerlidir. Koçlar, önce birbirlerinden bir hayli ayrılıp, arkasından hızla birbirine koşup kafalarını tokuşturarak kavga yaparlar. Bu kavga da çoğu kere, taraflardan birinin boynuzunun kırılmasıyla hitama ererdi...
Boynuzların uzunluğu, iki boynuzun uçları arasındaki mesafenin uzaklığı ve boynuz kıvrımlarının çokluğu, insanoğlu için her ne kadar ahlaki bir zafiyet ve ayıplanacak bir olgu ise de aynı durum, tekeler ve koçlar adına kesinlikle bir saygı ve itibar göstergesidir”(7).
Tahmin edileceği gibi; bu yazımızda boynuzun Türk kültüründeki önemi ve anlamı üzerinde duracağız. Yazının başlığını da zaten o sebepten “Hz. İki Boynuzlu” koyduk.“Hz.” gibi genelde Peygamberlere, din ulularına, büyük devlet adamlarına layık görülen, hatta bazen Allah lafzı ile birlikte söylenen bir sıfatın, “İki Boynuzlu” gibi en azından görünüşte hakaret içeren bir unvanla yan yana gelmesinin abes olduğu düşünülmesin diye de uzun uzadıya Zülkarneyn’i anlatmak zorunda kaldık...
Oysa böyle bir yazılış, tamamıyla Arapça “Hz.” sıfatı ile Türkçe “İki Boynuzlu”unvanının yan yana yazılmasının getirmiş olduğu bir azizliktir. Öte yandan “İki Boynuzlu” unvanı, öyle bizim sandığımız gibi bir hakaret değil, tam tersine bir ululama, yüceltme ve yükseltmedir. Zira Türkçe “Çift Boynuzlu” tanımlamasının Arapça karşılıklarından birisi de “Zülkarneyn”dir ve Zülkarneyn sıfatı, ancak ülkeler fetheden Fatih ve savaşçı özelliği bulunan Cihangir hükümdarlara verilen bir san veya unvandır.
Ancak gelin görün ki; haralarda hayvanların çiftleşmesine aracılık eden adamın yapmış olduğu işi, seçmiş olduğu vekillerine uygun görecek kadar makbul kabul eden Türk insanı, Peygamber olma ihtimali yüksek bir kişinin unvanı da olan “Zülkarneyn”, yani“İki boynuzlu” sıfatını hakaret ve küfür olarak kabul etmektedir! Hayvanların çiftleşmesine yardımcı olan kişiye “Kıyakçı”, bu yardım işine “Kıyak” denildiği halde, Türk insanı, her nedense hiçbir utanma belirtisi göstermeden karşısındaki kişiden kendisine kıyakçılık yapmasını talep edebilmektedir! Kendisini yönetmek için seçtiği milletvekillerinin emekliliklerini ise “Kıyak emeklilik” sıfatı ile tavsif etmektedir. İyi, yardımsever, yakışıklı ve güzel giyimli adamı ise evvel emirde kısaca “Çok kıyak adam” biçiminde tanımlamaktadır.
Kur’ânî bir kavram ve Peygamber olma olasılığı yüksek olan bir müminin unvanını ise ancak eşi tarafından aldatılan, yani eşi veya başka bir yakını fuhuş yapan kişiye vermektedir Türk insanı. Eşinin veya başka bir kadın yakınının fuhuş yaptığını bildiği halde buna göz yuman erkeği de “Boynuzları çangal mangal olmuş” şeklinde tanımlamakta ve onu tam anlamıyla boynuzu çok çatallı olan “Geyik”le eş değer tutmaktadır. TDK sözlüğünde; “Boynuzlamak”: (kadın için) Kocasını başka bir erkekle aldatmak, “Boynuzlanmak” (Erkek için): Karısı veya bir kadın yakını tarafından aldatılmak, “Boynuzlu”: karısının veya kadın yakınlarından birinin iffetsizliğine göz yuman (erkek) şeklinde tanımlanmaktadır(8).
Görüldüğü gibi “Boynuzlu” lafı, daha çok erkekler için kullanılan bir laf olduğu halde, son zamanlarda sanat çevrelerinde ve sosyete denilen toplum kesimlerinde bayanlar için de kullanılmaya başlanmıştır. Yani artık kocası tarafından aldatılan bayanlara da“Boynuzlu” veya “Kocası tarafından boynuzlandı!” denilmektedir. Doğrusu yerinde bir sıfatlandırma! Öyle ya, madem kanunlarımız cinsel aktiviteleri dışında kadın ve erkeği tam olarak eşit görmekte, o zaman sıfatlar da ortak olmak zorundadır…
Özetle; boynuz, hayvanlar için erkekliğin ve gücün sembolü olduğu halde, en azından günümüz insanı, daha doğrusu günümüz Türk insanı için pek de iyi şeyler çağrıştırmamaktadır. Boynuzun uzunluğu ve kalınlığı, her ne kadar hayvanlar için erkeklik göstergesi ise insanlar için tam tersine, deyyusluğun derecesini gösterir! Örneğin koçların ve tekelerin boynuzları alabildiğine kalın ve uzun olduğu halde, hadım edilmiş erkek keçilerin (erkeç) ve erkek tokluların boynuzları tıpkı dişileri gibi ince ve kısadır. Hatta onlarınkine boynuz bile denilmez. Çünkü onlar da tıpkı bizim Osmanlı’daki hadım edilmiş harem oğlanları gibi dişiden sayılırlar! Hani “Muhteşem Yüzyıl” isimli TV dizinde “Şeker Ağa”, “Gül Ağa” ve “Sümbül Ağa” karakterleri var ya onlar gibi demek istiyorum…
Ancak her ne kadar taşıyan hayvanlar tarafından bir nevi silah ve savunma aracı olarak, insanlar tarafından da pek çok eşyanın yapımında kullanılan boynuzların hepsi hakaret ve küfür aracı değildir elbette. Örneğin geyik boynuzu, her ne kadar fazla makbul sayılmasa ve ahlaki zafiyetin sembolü olarak kabul edilse de boğa ve camız boynuzu, Türkiye’nin bazı yörelerinde gücün, gösterişin, zenginliğin ve debdebenin sembolü olarak kabul görmeye devam etmektedir. Örneğin ben, çocukluğumda Kırzeyve (Subaşı) köyünden her gelip geçtiğimde bu köyün Bayırzeyve (Yamaçbayırı) köyü tarafındaki iki katlı büyükçe bir konağın yol tarafındaki ön cephesinde asılı kocaman bir ikili boğa boynuzu görür ve bu boynuzlara hayretle bakardım! O boynuzlar, muhtemelen hala duruyordur yerinde. Ancak her nedense, bundan birkaç sene önce kesmiş olduğum bir kurbanın, oldukça gösterişli olan boynuzunu, hem de korkuluk niyetine bahçemize asmaya yine de çekindim ben…
Öte yandan avcılar için vurdukları av hayvanının boynuzlu olması, hatta boynuzunun normalden uzun olması hep övünç vesilesi olmuştur. Yanlış bilmiyorsam, avcı dernekleri de dernek binalarına üyesi olan avcılar tarafından vurulmuş geyik, yaban keçisi vs. yabani hayvanların boynuzlarını asarak bir nevi avcılarının maharetlerini sergileyip, kendi reklâmlarını yapmaya çalışırlar. Yine Orman genel Müdürlüğü tarafından Toroslar’da yasal avcılık yapan yabancı turistlerden vurmuş oldukları yaban keçilerinin boynuz uzunluğuna göre para alındığı bilinmekte, en fazla parayı da en uzun boynuzlu yaban keçisini vuran avcı ödemektedir. Oysa halkımız, en uzun boynuzu veya en çatallı boynuzu, eşinin fuhuş yaptığını bildiği halde buna göz yuman adama layık görecek kadar cömert bir halktır! Çünkü bu şekildeki bir adamı anlı, şanlı “DEYYUS” unvanıyla şerefyap etmektedir Türk halkı!
İsterseniz yazımızı, vaktiyle toplumdaki ahlaki çözülmeye dikkat çekmek üzere; halkımızın “Boynuzlu” sıfatına yüklediği anlam doğrultusunda yazmış olduğumuz bir şiirle bitirelim:
Kart Boynuzla
Ağam, ne olur içimize karışma,
Çekil git, gözümüze batar boynuzun.
“Ben de insanım” deyip boşa kırışma,
Fiyaka alır, çalım satar boynuzun.
Geyik bile az gelir, değilsin keçi,
Söyleyebilir misin, bu kimin suçu?
Kurtlar yemiş içini, kırılmış ucu,
Yel estikçe düdük gibi öter boynuzun.
Üç kızın vardı, sanki nur topu gibi,
Bir de hanımın vardı kartopu gibi,
Senin yüzünden hepsi kir topu gibi,
Batakhanelere çatı çatar boynuzun.
Nerde şehvet kokusu var, ordaydın sen,
Ya bir meyhanede, ya da bardaydın sen,
En çapkın erkek, büyük hovardaydın sen,
Biri dik, biri yana yatar boynuzun.
Aldığın veresiye, verdiğin peşin,
Bu sebepten olmadı bir candan eşin,
Merak etme hiç “Ne olur” diye leşin?
Tabutun yapmaya da yeter boynuzun.
Yarınki şeyi bu gün hemen isteme,
Kanaat et, fazlasın aman isteme,
Kabrin başında çiçek, çemen isteme,
Başında servin olur, biter boynuzun.
1996(9)
Ömer Sağlam
_______________
1-Kur’ân-ı Kerim’in 31’inci suresine adını veren Hz. Lokman’ın soyu hakkındaki rivayetler, kendisinin, Eyüp Peygamber ile akraba olduğu yönündedir. İslâm âlimlerinin ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet sahibi bir zat olduğu kanaatindedirler. «Hikmet»in bir anlamı da nazarî ilimleri elde ettikten sonra kazanılan ruhî olgunluk, söz ve davranışlarda isabet melekesidir. Zemahşerî’nin Keşşâf isimli tefsir kitabında, onun hikmetlerinden bir örnek olmak üzere şu olay nakledilmektedir: Bir gün Davud Peygamber, Lokman’dan, bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça et getirmesini istemiş; Lokman da, ona kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirmiş. Birkaç gün geçince Davud aleyhisselâm, bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istemiş; o, yine dilini ve yüreğini getirmiş. Hz. Davud’un, sebebini sorması üzerine Lokman şöyle demiş: «Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, yine bunlardan daha kötüsü olmaz.»(bkz. http://www.diyanetvakfi.org. tr/meal/Lokman.htm)
2-Rağıb El İsfahani, Müfredât, s, 1202, Çev. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007,
3-M.Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, c,5, s, 205, Çelik-Şura Yayınları, İstanbul, 1993,
5-M.Hamdi Yazır, age, s, 207,
8- Türkçe Sözlük, C,1, s, 338, TDK Yayını, Ankara,1998.
9- Ömer Sağlam, “Karanlıkta Islık Çalmak”, s, 13, Özel Yayın, Ankara,1996.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.